Tamamını okumadan yorum yapmazsanız sevinirim. Bu yazımı burada paylaşmamın sebebi, olumlu ve/veya olumsuz eleştiriler alıp bundan sonraki yazılarımda nelere dikkat etmem gerektiği konusunda fikir sahibi edinmemdir. Neyse...
Olayın esası günümüze çok yakın bir zamanda gerçekleşmektedir, ancak herşey; bir kazı esnasında keşfedilen bir odada bulunan kısa bir parşomen üzerindeki yazı okunduktan sonra başlayacaktır...
Ateş Güncesi - Başlangıç
Spoiler:
Uzun yıllar önceydi bu olaylar. Tarih, gerçek yüzünü her daim insanlardan saklamaya çalışmıştır. Bu ise; yüzünün en karanlık, en dehşet verici halini almış olduğu zamanlara dayanıyor. O zamanlar insanlık, iki din arasında takılmış ve yolunu bulma çabası içindeydi. Bunun dışında, daha eski dinlere inanan insanlar da bulunmaktaydı tabiki. Bu insanlar, yüzyıllardan beri dinlerini ve inançlarını ellerinden gelen en iyi şekilde savunmuş, asla tereddüt etmemiş ve bu sayede de ödüllendirilmişlerdi. İnandıkları tanrı tek tanrıydı ama Allah inancı gibi değildi. Tanrıları doğayı özümsemeleri ve korumaları gerektiğini buyuruyordu ama pagan inancı gibi değildi. Tanrıları, onlardan dengeyi sağlamalarını, zayıfın yanında olmalarını ve haklıyı savunmalarını istiyordu ama hiçbiri tanrısının mesih veya peygamberi değildi. Tanrıları için kullandıkları bir isim yoktu, zaten buna hiç ihtiyaç duymadılar. Çünkü "O" olduğunu biliyorlardı. Bunu hissediyorlardı. Diğer insanlar onların şeytancı olduğu, kötü işler peşinde olduğu gibi söylentiler yayıyorlardı zaman zaman. En büyük hakaretlere, aşağılanmalara rağmen asla kindar bir davranış içerisinde bulunmadılar. Ellerinden geldiğince yardımsever olmaya çalışarak tanrılarının yolunda ilerlemeye devam ettiler. Ta ki büyük ayine kadar...
Buna "Büyük Ayin" demelerinin sebebi, bu inanışa mensup olan insanların, tanrılarının yolunda ilerlerken katettikleri büyük mesafenin mükafatı olmasıdır. İsa'nın doğumundan sonraki 729. ve 732. yıllar arasında tanrıları tarafından uzun bir yaşamla mükafatlandırıldılar. Bunun yanında tanrıları, ona inananların herbirine kendinden ufak bir parça verdi. Bu sayede dengeyi sağlayabileceklerdi ve dünya üzerine mutlak bir barış ve sonsuz bi huzur getirebileceklerdi. Ancak verilen bu güç, zamanla bütün dengeyi bozdu...
Eski şifacılara büyücü gözüyle bakıyorlardı. Oysa o insanlar; bitkilerin, hayvanların özelliklerini öğrenmiş ve tehlikeli durumlara bu bilgileri sayesinde şifa bulmuş insanlardı. Gerçek büyücüler ise, büyük ayinden sonra ortaya çıktılar. Tanrıları, onlara doğayı yönlendirmeyi öğretti. Elementler ve doğayla birleşik bir yaşam sürecek ve kendilerini geliştireceklerdi. Her yoldaş, kendi büyüsünün gücünü barındırmaktaydı. Bir büyü yapmak için bileşenleri bir araya getirir, tanrılarına dua ederek vücutlarındaki enerjinin birkısmını harcarlardı. Zamanla nasıl bir büyü için ne kadar enerji harcamaları gerektiğini öğrendiler ve bu sayede daha düzenli çalışarak daha güçlü büyüler yapmaya başladılar. Kötü olan, insanların bir şekilde bundan haberdar olmasıydı...
Rivayetler, bunun sebebinin "Yoldaş Jonathan Belladrin" olduğunu söyler. Rivayetler doğrudur. Düşünün, hangi insan sebepsiz yere başka bir insan hakkında konuşur ki? Oysa tarih kitapları, kralların ve hükümdarların istediği şekilde düzenlenerek kaydedilmiş yazıtlardan ibarettir. Yoldaş Jonathan da, halkın gösterdiği sorumlu olarak bilinir. Kural ihlalinin sorumlusu. Sevdiği kızın peşinden gitmiş, daha sonra da kendisini gören ve ellerine birer sopa alan bir grup genç tarafından kovalanmıştır. Ormandaki evine kaçmayı başaramamış ve peşinden koşan gençlerin, kızın ağabeyi ve arkadaşları olduğunu öğrenmiştir. Kendini korumak adına bir büyü yapmıştır. Tabi kesinlikle zarar verici birşey yapmamıştır. Ancak, sayesinde birçok insan, bu yoldaşların büyücü olduğu dedikodusunu duymuştur. Bu arada, bahsettiğim üzere, yoldaşlar doğayla ve elementlerle bütünleşik olmayı severler. Bu yüzden ormandadır evleri. Bazıları bitki satar, bazıları avcılara hedef bularak genç hayvanların ölmesini önler, bazıları da çok yaşlı ağaçlar göstererek odunculara yardımcı olur. Bazı büyücüler, günlük olarak enerjilerinin birkısmını ektikleri tohumlara aktarır ve hızlı büyümelerini sağlarlar. Bu sayede ufacık bir tohum, yirmi veya otuz yılda yüz yıllık bir ağaç gibi olgunlaşmış olur. Bu durum, onlar için ibadet görevi görür.
Her inanışta muhakkak bir tanrıtanımazlık gözlemlenmişti. Bu, diğer dinlerde talihsizlik ve acizliğin tanrıya yüklenmesiyle görülürken; yoldaşlar arasında tamamen güç isteğiyle başlamıştı. Yoldaşlardan "William McAleister", birtakım kimyasal uyarıcılar kullanarak insan nevsini kontrol eden içecekler yapmaya çalışıyordu. Birkaç yıl sonra da bunu başardı. Belki de kara büyü, bu şekilde başlamıştı. Zamanla birbirinden daha etkili içecekler, yemekler yapılmaya başlandı. Evet, William'ın yolunu takip eden bir grup vardı. Yaptıkları büyüler, oldukça çeşitlenmeye başladı. Bundan iyice rahatsız olanlar onları karşı kıtaya, sürgüne yolladılar. Gitmek zorunda oldukları için gitmişlerdi. William ise bunun iyi bir şans olduğunu düşünüyordu. Dünya üzerine edinecekleri her yeni bilgi, icra ettikleri sanata birşeyler katacaktı. Bu yüzden William, bütün çalışmalarını çocuklarına ve torunlarına öğretti. Yolunu izlemelerini de onlara vasiyet olarak bıraktı.
Aradan iki asır kadar zaman geçmişti. Artık büyünün boyutu tamamen değişmişti. Elinden ateştopu çıkaranlar, belirli bir alana tipi yağdıranlar, parmak uçlarından ok gibi fırlayan ışıklar çıkanlar... Tamamen zarara yönelik olmuştu bu sanat. Yalnız, bilmedikleri birşey vardı. Tanrıları yoldaşlara öyle birşey göndermişti ki, anında bir karşı grup kuruldu. Sam adındaki bir çocuk ormanda dolaşırken bir kitap buldu. Kitapta bütün kara büyülerin listesi ve karşıt büyüleri vardı. Kitap sayesinde bir ordu hazırlayarak, onların verdiği zararları önleyebilirlerdi. Ayrıca onların güçlerini de kendileri için kullanabilirlerdi. Çalışmalara başladılar. Aslında zamanları azdı, çünkü söylentiler geç ulaşmıştı yoldaşların ormanına...
Derler ki; sürgünün yüzüncü virganının (Virgan, iki aylık özel bir süreçtir. Bu süreç içerisinde yapılan özel ayinler vardır. Enerji arttırırlar.) son dolunayında karanlık yeryüzünü kaplayacak ve "Lord William McAleister" önderliğindeki sürgün tayfası, yoldaşlardan intikamlarını alacaktır. Bunu öyle bir şekilde yapacaklardır ki, bütün dünya onların çekeceği acıya şahitlik edecektir. Yıldızlar o gece gökyüzünden silinecek; sabah olduğunda, yeryüzü kanla uyanacaktır. Bu söylentileri duyan yoldaşlar, iki özel ordu kurdular. Birinde "Eldar" (Eldar, yaşlı anlamına gelen "elder" kelimesinden türemiştir.) rütbesine erişmiş büyücüler, diğerindeyse "Niu" (Niu, yeni gelen anlamına gelen "newcomer" kelimesinden türemiştir.) rütbesindeki genç ama yetenekli büyücüler bulunmaktaydı. Karşı tarafın sayısı bilinmiyordu. Bu yüzden ikiyüzer kişilik iki ordu çıkarabildiler. Geriye Seksenaltı kadın kalmıştı sadece. Onları da harcamak istemiyorlardı. Doğa ve tanrıları kadınları kutsardı.
Gün gelip çatınca ordular hazırlandı. Gökyüzü kararmaya başladığında herkes dolunayı arıyordu. Ve dolunay, bütün parlaklığını sefil dünya üzerine yansıtmaya başlamıştı. Bu sefer daha parlak, daha acımasızdı; ansızın bir karanlığın çöküşüyle yayılan ışık kaybolana kadar...
Yedi gün, yedi gece sürdü savaş. Bütün bu süre boyunca gökyüzü kapkaraydı. Yedinci gecenin sonunda, iki ordunun da son askeri düştü ve beraberlik sağlandı. İki taraf da ölmüş, geriye kadınlar kalmıştı. Aslında kadınların ortak bir düşünceleri, tek bir hissiyatları vardı: Savaş olmamalıydı!
Derler ki; bu kadınlar, ikiyüz gün boyunca dua etmiş ve her gün kendi enerjilerinin birkısmını harcayarak bir ayin başlatmışlar. Bu ayini tek bir dilek adına başlatmışlar. Bütün yandaşları yaşama döndürmek, onlara hayat vermek adına kendilerini feda etmişler. Tanrıları onları dinlemiş. Dualarını, isteklerini ve inançlarını pek bir beğenmiş. Müritlerini kurtarmak adına, onlara tek bir şans vermiş. Ayini başlatan kadının ağzından istem dışı olarak birkaç kelime çıkıvermiş: "Her insana sadece bir defa şans tanımalı." Ardından bir ışık hüzmesi etrafı aydınlatmış, dünyada eşi benzeri bulunmayacak bir koku etrafı sarmış. Kadınlar kendilerine geldiklerinde, kapılarının önünde yüzlerce bebek bulmuşlar. O günden sonra o kadınlar, "Doğanın Hanımları" olarak tanınmaya başlamışlar. Sonrasındaysa, büyü denen şey yeryüzünden silinmiş. En azından, herkes bunu böyle bilmiş...
Not:Yazıdaki zaman kaymalarının sebebi, ozansal yeteneği olmayan birinin anlattıklarının not tutulması üzerine böyle bir metnin oluşmasıdır.
Nedensiz olan eylemler bilinçsiz, bilinçsiz olan eylemler mantıksız, mantıksız olan eylemler ise anlamsızdır. - Lowan Whedaus
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız