~Cantabilian~ [ Ep;10 - 22 Eylül 09] Sayfaya git: 1, 2, 3, 4, 5, 6, Sonraki |
Yazar
Mesaj
Tatildeyken hiper bunalım modunda yeni bi hikaye yazdım XD
Diğerleri okunmadı bu da okunmaz heralde desu-nii~!
__________________________________________________________
Sinir bozucu alarmın çalmasıyla tatlı uykumun sonuna gelmiştim. “Ahh, ne olur biraz daha uyuyayım.” diye söylendim kafamı yumuşacık yastığıma bastırırken. Ama ne yazık ki okula geç kalamazdım. Çünkü bugün sınavım vardı. Yerde duran terliklerimi ayağıma geçirdim ve saçlarımın ne halde olduğuna bakmak için aynanın karşısına geçtim. “Tanrım… Korkunçlar” dedim tarağıma uzanırken. Sıcak yaz günlerinde yatakta rahat uyuyamadığımdan, sürekli yatakta yuvarlanıp yer değiştiririm. Bu yüzdende saçlarım hep dolanırdı.
Okulların kapanmasına haftalar kalmıştı. Kurtuluyordum… Hemencecik üstümü giyinip aşağıya indim. Annem benim için erken kalkıp kahvaltımı hazırlamıştı.
“Hadi soğumadan ye. Okula geç kalacaksın yoksa.” dedi ve ardından tatlı tatlı gülümseyerek bana baktı.
Omletimi bitirdikten sonra saate baktım. Çok fazla oyalanmıştım. Hemen çantamı aldım ve yavaşça kapıyı kapatıp evden çıktım. Okul evime çok yakındı. (Ahh, aslında yarım saat sürüyordu ama en yakın arkadaşım Eiji benimle gelirse bu kadar uzun olmuyordu). “Lyndis !” . Ahh tanrım bu Eiji’nin sesiydi. Kendisi bir japondur ve oldukça konuşkan bir tiptir.
Durakladım ve kafamı arkaya atıp mızmızlanarak arkama döndüm. “Günaydın, Eiji. Hızlı olmalıyız, umarım bugün sınav olduğunu biliyorsundur…” . Elini hızla alnına çarptı ve gözlerini kocaman açtı. “Bugün sınav mı var ?!” . İşte Eiji’nin en nefret ettiğim huyu… Unutkanlık.
“Neyse artık benden bakarsın. Bir dahakine eline çıkmayan kalemle yazacağım, bunu da unutma.”
“Ahh. Teşekkür ederim Lyn. Sen olmasan bütün sınavlardan düşük alırım”
“Sorun değil Eiji. Seninde bana yardım ettiğin zamanlar oluyor.”dedim ve iç geçirdim.
Güneşin yakıcı sıcağının altında konuşa konuşa yürüyorduk. Sonra birden çantamın titrediğini hissettim. İçgüdüsel olarak elimi hemen sırtımın yanından sarkan çantamın içine götürdüm. Titreyen telefonumdu. “Mesaj gelmiş.” dedim, Eiji’ye bakarken.
“Millet! Çok sıcak olduğu için 2 gün tatil.”
Mesajı, arka sıramda oturan Stefan atmıştı. Kendisi dünya üzerinde görülebilecek en çalışkan erkektir. Okula herkesten önce gelir ve o günün derslerine çalışır. Tanrıya şükürler olsun ki o iğrenç inek gözlüklerinden takmıyor.
“Kim ve ne diyor ?” diye sordu Eiji merak içinde. Bende “Stefan çok mükemmel bir haber verdi” diye cevap verdim. Ardından gülerek ekledim “Okullar 2 günlüğüne sıcak tatiline girmiş.”
Suratında kocaman bir gülümseme belirmişti. Yazın en sıcak günlerinde, yapılabilecek en büyük jest… Buradan kısa, şişman ve anlayışlı müdürümüze teşekkür ediyorum.
“Eh, ne yapalım artık eve döneyim bende.” dedim ve Eiji’ye veda edip evime giden kestirme yola girdim. Okulun çok yakınındaki orman, evimin arka bahçesine çıkıyordu.
En sevdiğim şarkıyı mırıldanırken ( Eiji’nin alıştırdığı bir anime’nin açılış müziği) , ormandaki yoğun çam kokusu etrafımı sarmıştı. Rüzgârın etkisiyle hışırdayan yapraklar şarkıma eşlik ediyordu.
Ama garip bir şey vardı; Ormanın derinliklerinden gelen keman sesi de şarkıma eşlik ediyordu.
“Keman mı? Hangi deli ormanda keman çalar ki ?” dedim kendi kendime.
Belki de yanılıyorumdur. Sadece şarkının verdiği etkidir. Duymazlıktan gelerek yoluma devam ettim.
Şarkıyı söylemeyi kesmeme rağmen keman sesi devam ediyordu.
Lanet olsun çok meraklıyım diye düşündüm. Anneme, “geç gelebilirim” diye bir mesaj attım. Telefonumu cebime soktum.
Ardından keman sesinin geldiği yöne yürümeye başladım. Sese yaklaştıkça daha güzel geldiğini fark ettim. İnsanı adeta büyülüyordu.
“Vay anasını...” dedim birden bire. Karşımda dev gibi bir ağaç vardı. Yazın ortasındaydık ama yaprakları sararmıştı… Tuhaf. Ağaca bakarak, keman sesinin geldiği yöne doğru devam ettim.
Ağacı geçince sanki hava biraz soğumuştu (biraz mı !?…Neredeyse kar yağacaktı.).
Sonunda keman sesinin nereden geldiğini bulmuştum. Çalılıkların arkasına saklandım. Önümde bir göl vardı. Çok büyük sayılmazdı. Suda ki yansımama baktım; turuncu saçlarım omuzlarıma dökülüyordu ve kahverengi-kırmızı arası gözlerim ışıl ışıl parlıyordu. Kendimi o kadar çok kaptırmıştım ki, telefonumun çalmasıyla yerimden sıçradım.
“Kahretsin.” dudaklarımın arasından kaçan küfür havaya karışmıştı. Buz gibi havada, dengemi kaybedip göle düşmüştüm.
Soğuk… Parmak uçlarımı ve ayaklarımı hissetmiyorum.
Keman sesi kesilmişti. Dibe doğru gidiyordum ve suda bir ışık huzmesi bile yoktu.
Suya düşerken nefesimi doğru dürüst toplayamamıştım, nefesimin son kırıntılarını kullanıyordum.
Birden, biri beni kollarımdan tutup hızla kendine çekti. Yüzeye çıkıyordum. Vücudumu kaplayan basınç azalıyordu. Kemanı çalan her kimse, suya düştüğümde –doğal olarak- beni görmüştü. Sudan çıktığımda gözlerimi sonuna kadar açıp derin bir nefes aldım. Öksürdüm, yuttuğum sular ağzımdan çıkıyordu. Rüzgârın ıslak kıyafetlerime ve vücuduma çarpmasıyla daha da çok üşüyordum. “İyi misin ?” . Bu ses beni şoktan çıkaran sesti.
Sesi o kadar güzeldi ki… Tıpkı çaldığı keman gibi yumuşacık ve hüzünlüydü.
“İ-İyiyim” diye cevap verdim. Kalp atışlarım normal hızda atmaya devam ediyordu.
Başımın dönmesi geçince yavaşçana gözlerimi araladım.
Siyah saçları ve baktıkça bakılası yeşil gözleri vardı. Üstüne de siyah bir kimono giymişti. Ama Japon değildi.
“ Adım Lorien Sol. Sanırım kemanımın sesi seni buraya kadar çekmiş… Özür dilerim.”
İsminden de belli olduğu gibi o bir Japon değildi.
Kollarından kurtularak hızla ayağa kalktım ve “ Ehehe önemli değil… Ş-şey aslında söylediğim şarkıyla aynı melodiye sahipti” dedim. Kızarmıştım… Yani öyle sanıyorum. Yanaklarım ve kulaklarım yanıyordu sanki.
Hafifçe gülümsedi ve gözlerini ıslanan kıyafetlerimde gezdirmeye başladı.
“Sana yeni kıyafetler versem iyi olacak. Hastalanacaksın.”
“Gerek yok!”. Sanırım çok fazla bağırmıştım. Başımı öne eğdim ve “Bağırmak istememiştim” dedim.
“Evim buraya çok yakın. Yürüyerek birkaç dakikada gidebilirim. Tabii o birkaç dakika içinde öleceğimi veya hastalanacağımı sanmıyorum. Yine de teşekkür ederim.” Arkamı döndüm.
“Üzgünüm… Buradan çıkabileceğini pek sanmıyorum.” dedi Lorien. Derin bir nefes alarak arkamı döndüm. “Neden?” diye sordum.
“Muhtemelen buraya gelirken büyük bir ağaç görmüşsündür... Değil mi ?”
“Evet.”
“İşte o ağaç… Çıkmana izin vermez.”
“Dalga geçme… Buraya gelirken ‘Hangi deli ormanın ortasında keman çalar ki’ demiştim... Gerçektende deliymişsin.”
Dedim ve hızla arkamı dönüp oradan uzaklaşmaya başladım. Tuhaf… Arkamdan gelmiyordu. Büyük, kasvetli ağacın oraya geldim. Arkama bakmaya devam ediyordum.
“İşte, böyle çıkarım buradan.” diye mırıldandım ve ağacın yanından dolaşmaya başladım.
Bir anda bütün vücudum kaskatı kesildi. Hareket edemiyordum. Bütün vücudum, sanki elektrik verilmiş bir havuza atlamış gibi çarpılıyordu. Enerji beni geriye fırlattı. Sertçe yere düştüğümde nefesim kesildi ve kafamı yere çarptım.
Bayılmıştım… Gözlerimi açtığımda bembeyaz bir odadaydım. Hızla doğruldum ve etrafıma bakınmaya başladım. Lorien başucumda dikiliyordu. Sinirli gibiydi. Sanırım bana sinirlenmişti. Gözlerini yumdu ve ayağa kalktı.
Ağzım açık bir şekilde odadan usulca çıkmasını seyrettim. Odadan çıkar çıkmaz kendimi yatağa bıraktım.
Tanrım…neden ben ???
1.Bölüm Sonu
Diğerleri okunmadı bu da okunmaz heralde desu-nii~!
__________________________________________________________
Sinir bozucu alarmın çalmasıyla tatlı uykumun sonuna gelmiştim. “Ahh, ne olur biraz daha uyuyayım.” diye söylendim kafamı yumuşacık yastığıma bastırırken. Ama ne yazık ki okula geç kalamazdım. Çünkü bugün sınavım vardı. Yerde duran terliklerimi ayağıma geçirdim ve saçlarımın ne halde olduğuna bakmak için aynanın karşısına geçtim. “Tanrım… Korkunçlar” dedim tarağıma uzanırken. Sıcak yaz günlerinde yatakta rahat uyuyamadığımdan, sürekli yatakta yuvarlanıp yer değiştiririm. Bu yüzdende saçlarım hep dolanırdı.
Okulların kapanmasına haftalar kalmıştı. Kurtuluyordum… Hemencecik üstümü giyinip aşağıya indim. Annem benim için erken kalkıp kahvaltımı hazırlamıştı.
“Hadi soğumadan ye. Okula geç kalacaksın yoksa.” dedi ve ardından tatlı tatlı gülümseyerek bana baktı.
Omletimi bitirdikten sonra saate baktım. Çok fazla oyalanmıştım. Hemen çantamı aldım ve yavaşça kapıyı kapatıp evden çıktım. Okul evime çok yakındı. (Ahh, aslında yarım saat sürüyordu ama en yakın arkadaşım Eiji benimle gelirse bu kadar uzun olmuyordu). “Lyndis !” . Ahh tanrım bu Eiji’nin sesiydi. Kendisi bir japondur ve oldukça konuşkan bir tiptir.
Durakladım ve kafamı arkaya atıp mızmızlanarak arkama döndüm. “Günaydın, Eiji. Hızlı olmalıyız, umarım bugün sınav olduğunu biliyorsundur…” . Elini hızla alnına çarptı ve gözlerini kocaman açtı. “Bugün sınav mı var ?!” . İşte Eiji’nin en nefret ettiğim huyu… Unutkanlık.
“Neyse artık benden bakarsın. Bir dahakine eline çıkmayan kalemle yazacağım, bunu da unutma.”
“Ahh. Teşekkür ederim Lyn. Sen olmasan bütün sınavlardan düşük alırım”
“Sorun değil Eiji. Seninde bana yardım ettiğin zamanlar oluyor.”dedim ve iç geçirdim.
Güneşin yakıcı sıcağının altında konuşa konuşa yürüyorduk. Sonra birden çantamın titrediğini hissettim. İçgüdüsel olarak elimi hemen sırtımın yanından sarkan çantamın içine götürdüm. Titreyen telefonumdu. “Mesaj gelmiş.” dedim, Eiji’ye bakarken.
“Millet! Çok sıcak olduğu için 2 gün tatil.”
Mesajı, arka sıramda oturan Stefan atmıştı. Kendisi dünya üzerinde görülebilecek en çalışkan erkektir. Okula herkesten önce gelir ve o günün derslerine çalışır. Tanrıya şükürler olsun ki o iğrenç inek gözlüklerinden takmıyor.
“Kim ve ne diyor ?” diye sordu Eiji merak içinde. Bende “Stefan çok mükemmel bir haber verdi” diye cevap verdim. Ardından gülerek ekledim “Okullar 2 günlüğüne sıcak tatiline girmiş.”
Suratında kocaman bir gülümseme belirmişti. Yazın en sıcak günlerinde, yapılabilecek en büyük jest… Buradan kısa, şişman ve anlayışlı müdürümüze teşekkür ediyorum.
“Eh, ne yapalım artık eve döneyim bende.” dedim ve Eiji’ye veda edip evime giden kestirme yola girdim. Okulun çok yakınındaki orman, evimin arka bahçesine çıkıyordu.
En sevdiğim şarkıyı mırıldanırken ( Eiji’nin alıştırdığı bir anime’nin açılış müziği) , ormandaki yoğun çam kokusu etrafımı sarmıştı. Rüzgârın etkisiyle hışırdayan yapraklar şarkıma eşlik ediyordu.
Ama garip bir şey vardı; Ormanın derinliklerinden gelen keman sesi de şarkıma eşlik ediyordu.
“Keman mı? Hangi deli ormanda keman çalar ki ?” dedim kendi kendime.
Belki de yanılıyorumdur. Sadece şarkının verdiği etkidir. Duymazlıktan gelerek yoluma devam ettim.
Şarkıyı söylemeyi kesmeme rağmen keman sesi devam ediyordu.
Lanet olsun çok meraklıyım diye düşündüm. Anneme, “geç gelebilirim” diye bir mesaj attım. Telefonumu cebime soktum.
Ardından keman sesinin geldiği yöne yürümeye başladım. Sese yaklaştıkça daha güzel geldiğini fark ettim. İnsanı adeta büyülüyordu.
“Vay anasını...” dedim birden bire. Karşımda dev gibi bir ağaç vardı. Yazın ortasındaydık ama yaprakları sararmıştı… Tuhaf. Ağaca bakarak, keman sesinin geldiği yöne doğru devam ettim.
Ağacı geçince sanki hava biraz soğumuştu (biraz mı !?…Neredeyse kar yağacaktı.).
Sonunda keman sesinin nereden geldiğini bulmuştum. Çalılıkların arkasına saklandım. Önümde bir göl vardı. Çok büyük sayılmazdı. Suda ki yansımama baktım; turuncu saçlarım omuzlarıma dökülüyordu ve kahverengi-kırmızı arası gözlerim ışıl ışıl parlıyordu. Kendimi o kadar çok kaptırmıştım ki, telefonumun çalmasıyla yerimden sıçradım.
“Kahretsin.” dudaklarımın arasından kaçan küfür havaya karışmıştı. Buz gibi havada, dengemi kaybedip göle düşmüştüm.
Soğuk… Parmak uçlarımı ve ayaklarımı hissetmiyorum.
Keman sesi kesilmişti. Dibe doğru gidiyordum ve suda bir ışık huzmesi bile yoktu.
Suya düşerken nefesimi doğru dürüst toplayamamıştım, nefesimin son kırıntılarını kullanıyordum.
Birden, biri beni kollarımdan tutup hızla kendine çekti. Yüzeye çıkıyordum. Vücudumu kaplayan basınç azalıyordu. Kemanı çalan her kimse, suya düştüğümde –doğal olarak- beni görmüştü. Sudan çıktığımda gözlerimi sonuna kadar açıp derin bir nefes aldım. Öksürdüm, yuttuğum sular ağzımdan çıkıyordu. Rüzgârın ıslak kıyafetlerime ve vücuduma çarpmasıyla daha da çok üşüyordum. “İyi misin ?” . Bu ses beni şoktan çıkaran sesti.
Sesi o kadar güzeldi ki… Tıpkı çaldığı keman gibi yumuşacık ve hüzünlüydü.
“İ-İyiyim” diye cevap verdim. Kalp atışlarım normal hızda atmaya devam ediyordu.
Başımın dönmesi geçince yavaşçana gözlerimi araladım.
Siyah saçları ve baktıkça bakılası yeşil gözleri vardı. Üstüne de siyah bir kimono giymişti. Ama Japon değildi.
“ Adım Lorien Sol. Sanırım kemanımın sesi seni buraya kadar çekmiş… Özür dilerim.”
İsminden de belli olduğu gibi o bir Japon değildi.
Kollarından kurtularak hızla ayağa kalktım ve “ Ehehe önemli değil… Ş-şey aslında söylediğim şarkıyla aynı melodiye sahipti” dedim. Kızarmıştım… Yani öyle sanıyorum. Yanaklarım ve kulaklarım yanıyordu sanki.
Hafifçe gülümsedi ve gözlerini ıslanan kıyafetlerimde gezdirmeye başladı.
“Sana yeni kıyafetler versem iyi olacak. Hastalanacaksın.”
“Gerek yok!”. Sanırım çok fazla bağırmıştım. Başımı öne eğdim ve “Bağırmak istememiştim” dedim.
“Evim buraya çok yakın. Yürüyerek birkaç dakikada gidebilirim. Tabii o birkaç dakika içinde öleceğimi veya hastalanacağımı sanmıyorum. Yine de teşekkür ederim.” Arkamı döndüm.
“Üzgünüm… Buradan çıkabileceğini pek sanmıyorum.” dedi Lorien. Derin bir nefes alarak arkamı döndüm. “Neden?” diye sordum.
“Muhtemelen buraya gelirken büyük bir ağaç görmüşsündür... Değil mi ?”
“Evet.”
“İşte o ağaç… Çıkmana izin vermez.”
“Dalga geçme… Buraya gelirken ‘Hangi deli ormanın ortasında keman çalar ki’ demiştim... Gerçektende deliymişsin.”
Dedim ve hızla arkamı dönüp oradan uzaklaşmaya başladım. Tuhaf… Arkamdan gelmiyordu. Büyük, kasvetli ağacın oraya geldim. Arkama bakmaya devam ediyordum.
“İşte, böyle çıkarım buradan.” diye mırıldandım ve ağacın yanından dolaşmaya başladım.
Bir anda bütün vücudum kaskatı kesildi. Hareket edemiyordum. Bütün vücudum, sanki elektrik verilmiş bir havuza atlamış gibi çarpılıyordu. Enerji beni geriye fırlattı. Sertçe yere düştüğümde nefesim kesildi ve kafamı yere çarptım.
Bayılmıştım… Gözlerimi açtığımda bembeyaz bir odadaydım. Hızla doğruldum ve etrafıma bakınmaya başladım. Lorien başucumda dikiliyordu. Sinirli gibiydi. Sanırım bana sinirlenmişti. Gözlerini yumdu ve ayağa kalktı.
Ağzım açık bir şekilde odadan usulca çıkmasını seyrettim. Odadan çıkar çıkmaz kendimi yatağa bıraktım.
Tanrım…neden ben ???
1.Bölüm Sonu
By~ me -is back ~
Kimse okumuo ama 2. bölümü koyuorum ^__^"
Yorganı kaldırıp üstüme baktığımda üstümün değişmiş olduğunu gördüm. Tertemiz, sabun kokan erkek kıyafetleri, ıslak ve kirli kıyafetlerimin yerini almıştı. Yatağım camın olduğu duvara yapışıktı. Tekrar doğruldum ve dışarıya baktım. Kasvetli bir sonbahar gününde gibiydim. Ağaçların yaprakları sararmıştı. Yerde tonlarca kurumuş yaprak vardı. Gözlerimi ovaladım. İyice esnedikten sonra, tahtadan yapılmış camın kulplarını kavradım ve açtım. Camı açar açmaz, tertemiz çam kokusu ve serin hava içeri dolmuştu. Biraz dışarıyı seyrettikten sonra ürperdim. Yavaşça camı kapattım. Kapatırken eski tahta birbirine sürttü ve gıcırdadı.(Çok sinir bozucu bir şey). Ve o güzel keman sesi kulaklarımda yankılanmaya başladı. Lorien tekrar keman çalmaya başlamıştı. İstemeden de olsa sıcak yatağımdan kalktım ve yürümeye başladım. Lorien’in duymaması için usulcana kapıyı açtım ve odadan dışarı çıktım.
İki yanıma baktım. Uzun bir koridorun içindeydim. Keman sesi yakındaki bir odadan geliyordu. Tek tek kapıları dinledim. Fazla uzun sürmeden keman sesinin geldiği odayı buldum. Tam kapıyı açıyordum ki, bir miyavlama sesiyle sıçradım. Arkamı döndüğümde turuncu, şişman ve normal kedilerden biraz daha büyük olan bir kedi gördüm.
“Sen ne kadarda şeker bir şeysin öyle” . Elimi yavaşça ona doğru uzattım ve kulaklarının arkasını sevmeye başladım. Görünüşe göre hoşuna gitmişti. Kediyi sevmeye dalmıştım. Dayandığım kapı birden açıldı. Kucağımdaki kediyle beraber arkaya düştüm. Şaşkın şaşkın, suratını ters olarak gördüğüm Lorien’e baktım. Kedi hala kucağımdaydı.
Kendini tutamayıp bir kahkaha patlattı.
“Hey gülme. Hiçte komik değil. Üstelik canım acıyor” . Beni dinlemeden gülmeye devam ediyordu. Sonunda bende gülümsemeye başladım. Gülmesi kesilince kucağımdaki kediyi işaret etti.
“Onun adı Ophelia. Senelerdir benim kedim. Evimin etrafında dolaşırken buldum”
“Şirin bir kedi için çok ağır bir isim. Neden böyle bir isim koydun ?”
“Ben koymadım. O bana söyledi”
“Sen kesinlikle delisin” suratına bakıp gülümsedim. Sanırım kedi benden pek hoşlanmadı. Birden elimi ısırdı ve kollarımdan kurtulup Lorien’in yanına gitti.
“Kahretsin...” Parmağım kanıyordu. Hemen emmeye başladım. Canım acıyordu. Ophelia neden böyle bir şey yapmıştı ki? Acaba benim Lorien’e deli dediğimi anlamışımıydı? ...
Parmağımı hala yalıyordum. Ayağa kalktım.
“Elini uzat” dedi Lorien. Suratımda garip bir ifadeyle, tereddüt ederek ona elimi uzattım. Ne !? Parmağımı yalıyordu.
Yine kızarmıştım. Hızla elimi çektim.
“Gerçekten garip bir insansın…” dedim. Parmağıma baktım. İyileşmişti. Tanrım buda ne böyle?
“Bunu nasıl yaptın ?”
“Önce teşekkür etmen gerekirdi”
“T-Teşekkür ederim. Şimdi soruma cevap ver.”
“Sadece deli olmadığımı söyleyeceğim. Sonrasını kendin hallet.”
“Oradan süper zekâ gibimi gözüküyorum ?”
“Hiç mi görmedin veya duymadın? Ben bir tenguyum”
“Tengu mu? Hmm… Sadece birkaç anime de gördüm… Tengu mu !? Aman tanrım. Kanatların var mı !?!”
“Gördün mü? Biraz düşünürsen ne olduğumu anlayabiliyorsun… Tabi ben yardım etmeseydim bu biraz zor olacaktı.”
Etrafta siyah tüyler uçuşmaya başlamıştı. Ophelia’da fırsat bulmuşken tüylerle oynamaya başladı. Tüyleri seyrederken, görüş alanımı büyük kanatlar kapladı.
“Vay canına...Gerçekten kanatların varmış !”
Ophelia’nın alnında safir rengi bir hilal belirmişti. Lorien yavaşça eğildi ve parmağını hilalin üstüne koydu. Parmağının etrafından ışıklar saçılıyordu. Hiç bir şey söyleyemiyordum. Şoka girmiştim. Birkaç saat içinde başıma neler gelmişti böyle… Ophelia bir kıza dönüşmüştü. Uzun siyah kirpikleri, parlak, koyu gri saçları ve koyu kırmızı renkte olan gözleri vardı. Saçları dümdüzdü.
“Biri bana tokat atsın...veya çimdiklesin.Buda ne böyle ?”
“Adımın neden Ophelia olduğunu anlamışsındır umarım?” soğuk gülümsemesiyle birlikte gözlerini, gözlerime dikti.
Delici bakışlarından kurtulmak için yere baktım. Burada bir insan ben miyim?
“Evet” diye cevap verdi Ophelia. Ne yani şimdide zihnimi mi okumuştu? Kırmızı gözler…mükemmel bir vücut sakin ve soğuk bakan gözler...Bu kadın kesinlikle bir vampirdi.
Üstünde mor ve pembenin tonlarında garip, çiçek yapraklarının dokusuna sahip bir elbise vardı. Önünde büyük bir yırtmaç vardı.
Bana doğru yavaş yavaş yürümeye başladı. Elini çeneme uzattı ve hafifçe yana çevirdi.
“N-Ne yapıyorsun ?” diye sordum tedirgin bir şekilde.
“ Elini ısırdığımda kanının tadını aldım. Çok güzel değildi ama yinede hoştu.”
Eh…süper...yine hareket edemiyorum.Bakalım daha ne gelecek başım…aaa !! Canım acıdı.
Sinsice kıkırdadı. Kendimi çok garip hissediyordum. Boynumun içinden sanki bir sürü ip çekiliyormuş gibiydi. Birazda yanıyordu.
“Fazla ileri gidiyorsun Ophelia! Bırak...O sadece 17 yaşında bir kız.” diye bağırdı Lorien.
On yedi yaşında olduğumu nereden biliyordu? Ophelia iç geçirdi, dişlerini boynumdan çekti ve Lorien’e döndü.
“Açım Lorien...anlıyor musun ? Ölmesini istemiyorsan dışarı çık ve biraz daha keman çal. Akşam oluyor. Yemek yememiz lazım.
İnsan kanıyla besleniyorlar! Lorien beni kurtardı ama bu sadece, kanımı kurutana kadar emmek içinmiş… Aptal kafam.
“Ahh merak etme Lyndis...seni yemeyeceğiz.” Lorien’e dik dik baktı “Lord Lorien senin ölmeni istemiyor”
Lorien, Parmaklarıyla saçlarını arkaya taradı. Yanındaki masada duran kemanını aldı ve akşam yemeğini müzikal tuzağa çağırmak için kemanını çalmaya başladı.
2.bölümün sonu…
Yorganı kaldırıp üstüme baktığımda üstümün değişmiş olduğunu gördüm. Tertemiz, sabun kokan erkek kıyafetleri, ıslak ve kirli kıyafetlerimin yerini almıştı. Yatağım camın olduğu duvara yapışıktı. Tekrar doğruldum ve dışarıya baktım. Kasvetli bir sonbahar gününde gibiydim. Ağaçların yaprakları sararmıştı. Yerde tonlarca kurumuş yaprak vardı. Gözlerimi ovaladım. İyice esnedikten sonra, tahtadan yapılmış camın kulplarını kavradım ve açtım. Camı açar açmaz, tertemiz çam kokusu ve serin hava içeri dolmuştu. Biraz dışarıyı seyrettikten sonra ürperdim. Yavaşça camı kapattım. Kapatırken eski tahta birbirine sürttü ve gıcırdadı.(Çok sinir bozucu bir şey). Ve o güzel keman sesi kulaklarımda yankılanmaya başladı. Lorien tekrar keman çalmaya başlamıştı. İstemeden de olsa sıcak yatağımdan kalktım ve yürümeye başladım. Lorien’in duymaması için usulcana kapıyı açtım ve odadan dışarı çıktım.
İki yanıma baktım. Uzun bir koridorun içindeydim. Keman sesi yakındaki bir odadan geliyordu. Tek tek kapıları dinledim. Fazla uzun sürmeden keman sesinin geldiği odayı buldum. Tam kapıyı açıyordum ki, bir miyavlama sesiyle sıçradım. Arkamı döndüğümde turuncu, şişman ve normal kedilerden biraz daha büyük olan bir kedi gördüm.
“Sen ne kadarda şeker bir şeysin öyle” . Elimi yavaşça ona doğru uzattım ve kulaklarının arkasını sevmeye başladım. Görünüşe göre hoşuna gitmişti. Kediyi sevmeye dalmıştım. Dayandığım kapı birden açıldı. Kucağımdaki kediyle beraber arkaya düştüm. Şaşkın şaşkın, suratını ters olarak gördüğüm Lorien’e baktım. Kedi hala kucağımdaydı.
Kendini tutamayıp bir kahkaha patlattı.
“Hey gülme. Hiçte komik değil. Üstelik canım acıyor” . Beni dinlemeden gülmeye devam ediyordu. Sonunda bende gülümsemeye başladım. Gülmesi kesilince kucağımdaki kediyi işaret etti.
“Onun adı Ophelia. Senelerdir benim kedim. Evimin etrafında dolaşırken buldum”
“Şirin bir kedi için çok ağır bir isim. Neden böyle bir isim koydun ?”
“Ben koymadım. O bana söyledi”
“Sen kesinlikle delisin” suratına bakıp gülümsedim. Sanırım kedi benden pek hoşlanmadı. Birden elimi ısırdı ve kollarımdan kurtulup Lorien’in yanına gitti.
“Kahretsin...” Parmağım kanıyordu. Hemen emmeye başladım. Canım acıyordu. Ophelia neden böyle bir şey yapmıştı ki? Acaba benim Lorien’e deli dediğimi anlamışımıydı? ...
Parmağımı hala yalıyordum. Ayağa kalktım.
“Elini uzat” dedi Lorien. Suratımda garip bir ifadeyle, tereddüt ederek ona elimi uzattım. Ne !? Parmağımı yalıyordu.
Yine kızarmıştım. Hızla elimi çektim.
“Gerçekten garip bir insansın…” dedim. Parmağıma baktım. İyileşmişti. Tanrım buda ne böyle?
“Bunu nasıl yaptın ?”
“Önce teşekkür etmen gerekirdi”
“T-Teşekkür ederim. Şimdi soruma cevap ver.”
“Sadece deli olmadığımı söyleyeceğim. Sonrasını kendin hallet.”
“Oradan süper zekâ gibimi gözüküyorum ?”
“Hiç mi görmedin veya duymadın? Ben bir tenguyum”
“Tengu mu? Hmm… Sadece birkaç anime de gördüm… Tengu mu !? Aman tanrım. Kanatların var mı !?!”
“Gördün mü? Biraz düşünürsen ne olduğumu anlayabiliyorsun… Tabi ben yardım etmeseydim bu biraz zor olacaktı.”
Etrafta siyah tüyler uçuşmaya başlamıştı. Ophelia’da fırsat bulmuşken tüylerle oynamaya başladı. Tüyleri seyrederken, görüş alanımı büyük kanatlar kapladı.
“Vay canına...Gerçekten kanatların varmış !”
Ophelia’nın alnında safir rengi bir hilal belirmişti. Lorien yavaşça eğildi ve parmağını hilalin üstüne koydu. Parmağının etrafından ışıklar saçılıyordu. Hiç bir şey söyleyemiyordum. Şoka girmiştim. Birkaç saat içinde başıma neler gelmişti böyle… Ophelia bir kıza dönüşmüştü. Uzun siyah kirpikleri, parlak, koyu gri saçları ve koyu kırmızı renkte olan gözleri vardı. Saçları dümdüzdü.
“Biri bana tokat atsın...veya çimdiklesin.Buda ne böyle ?”
“Adımın neden Ophelia olduğunu anlamışsındır umarım?” soğuk gülümsemesiyle birlikte gözlerini, gözlerime dikti.
Delici bakışlarından kurtulmak için yere baktım. Burada bir insan ben miyim?
“Evet” diye cevap verdi Ophelia. Ne yani şimdide zihnimi mi okumuştu? Kırmızı gözler…mükemmel bir vücut sakin ve soğuk bakan gözler...Bu kadın kesinlikle bir vampirdi.
Üstünde mor ve pembenin tonlarında garip, çiçek yapraklarının dokusuna sahip bir elbise vardı. Önünde büyük bir yırtmaç vardı.
Bana doğru yavaş yavaş yürümeye başladı. Elini çeneme uzattı ve hafifçe yana çevirdi.
“N-Ne yapıyorsun ?” diye sordum tedirgin bir şekilde.
“ Elini ısırdığımda kanının tadını aldım. Çok güzel değildi ama yinede hoştu.”
Eh…süper...yine hareket edemiyorum.Bakalım daha ne gelecek başım…aaa !! Canım acıdı.
Sinsice kıkırdadı. Kendimi çok garip hissediyordum. Boynumun içinden sanki bir sürü ip çekiliyormuş gibiydi. Birazda yanıyordu.
“Fazla ileri gidiyorsun Ophelia! Bırak...O sadece 17 yaşında bir kız.” diye bağırdı Lorien.
On yedi yaşında olduğumu nereden biliyordu? Ophelia iç geçirdi, dişlerini boynumdan çekti ve Lorien’e döndü.
“Açım Lorien...anlıyor musun ? Ölmesini istemiyorsan dışarı çık ve biraz daha keman çal. Akşam oluyor. Yemek yememiz lazım.
İnsan kanıyla besleniyorlar! Lorien beni kurtardı ama bu sadece, kanımı kurutana kadar emmek içinmiş… Aptal kafam.
“Ahh merak etme Lyndis...seni yemeyeceğiz.” Lorien’e dik dik baktı “Lord Lorien senin ölmeni istemiyor”
Lorien, Parmaklarıyla saçlarını arkaya taradı. Yanındaki masada duran kemanını aldı ve akşam yemeğini müzikal tuzağa çağırmak için kemanını çalmaya başladı.
2.bölümün sonu…
By~ me -is back ~
Ben beğendim devamını merakla bekliyorum.Kedi kemancıya gizli bir aşk besliyor bence .Ayrıca sıcak tatili olayı çok iyiymiş bende istiyorum.Kemancıyı başta kız sanmıştım O.o .Shoujo ai tarzında bir ilerleme olacak gibi bir düşünce bile geçti aklımdan *ağzı sulanır*.Güzeldi hadi yeni bölüüüm bekliyorum
1. sayfa (Toplam 6 sayfa) [ 59 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |