~Cantabilian~ [ Ep;10 - 22 Eylül 09] Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3, 4, 5, 6, Sonraki |
Yazar
Mesaj
Ohh~! Arigatto desu~ni~! Aslında Lorien ve Lyndis bunların aynısı >.<
Veee yeni bölümm *___*
Hayatımın mangası kendisi...
“Keman sesine kapılmaman için, al bunu.” Ucunda bir tüy olan deri bir kolyeyi bana uzattı. Ah… Sonunda o müziğe kapılmayacaktım. Kolyeyi aceleyle boynuma geçirdim. Camın kenarına koştum ve Lorien’e baktım. Daha çalmaya başlamamıştı. Bana baktı. Herhalde boynumdaki kolyeyi görmüştü ki kemanını çalmaya başladı. Çenemi ellerime dayadım ve seyretmeye başladım. Ophelia’da diğer camdan seyrediyordu. Etrafı kuru yapraklar ve yer yer serpiştirilmiş fenerlerle kaplı olan geniş bir açıklık vardı. Akşam oluyordu. Güneş, yerini kendine pek benzemeyen kardeşi Ay’a bırakacaktı. Lorien’e bakmaktan kemanı bile dinleyemiyordum… Böyle yakışıklı varlıklar sadece animelerde olur sanırdım. İç geçirdim. Ophelia bana bakıyordu. Gülümsedi.
“Çok güzel çalıyor değil mi ?”
“Kesinlikle…”
“İstersen aşağıya inebiliriz”
“Olur. Hatta çok güzel olur.”
Çenemi ellerimin üstünden çektim ve bileklerimi ovuşturdum. Ardından
Ophelia’yı takip ettim. Kapının önüne geldiğimizde bana Lorien’in ceketini verdi...
Mmh her şeyi çok güzel kokuyor…
“Zihnini okuyabildiğimi biliyorsun… Ama gerçekten her şeyi çok güzel kokuyor…”
Kendi zihnimde bile rahat değildim… Çok utanmıştım.
“Senden bir şey rica edebilir miyim Ophelia?”
“Tabii ki”
“Zihnimde rahat kalmak istiyorum… Sen okuyorsun ya… Çok garip geliyor. Onun hakkında çok şey düşünüyorum.”
“Oh tabii ki rahat bırakırım. Ama sadece bir gün daha sabret.”
Derin bir nefes aldım “Peki…”
~~
Yaklaşık bir saattir keman çalıyordu. Ama hala bir hareket yotu.
“Ee?” diye sordum.
“Şşt. İzle, şimdi başlıyor”
Kemanın içinden beyaz parlak bir duman çıkıyordu. Dumanın içinde insan formunda şekiller vardı. Ben neden bunları görmemiştim? Belki de sadece karanlıkta gözüküyorlardır. Iykk… Çok berbat gözüküyorlar. Bir dakika. Bunlar duman değil. Bunlar ruh.
Kemanın içinden çıkan ruhlar insanı ele geçirip, Lorien’in yanına çekiyordu.
“İşte bu kısmını çok seviyorum…” dedi Ophelia. Neyi sevdiğini anlamak bütün dikkatimi Lorien’in ölümcül müziğine verdim. Ağaçların arkasından iki insan çıkmıştı. Lorien’in ruhları bacaklarına dolanmıştı.
Bana da mı böyle olmuştu? İşin tuhafı, gelen kurbanların ikisi de kızdı.
İki kız Lorien’in yanınaydı. Lorien kemanı çalmayı bıraktı. Kemanına doğru üfledi.
Kemanına üflediğinde kemanı tüylere dönüşüp havaya saçıldı.
Ovv... Kızlara bana davrandığı gibi davranmıyordu... Elini karınlarına sokup içlerinden ruhlarını çıkardı. Tanrım, ne kadar da acımasız. Ardından o ruhları, yaşamını sürdürebilmek için yedi.
Kızların geri kalan kısmı Ophelia’ya aitti.
“Afiyet olsun Lord Lorien” güldü.
Lorien oldukça yorulmuştu.”Ben yatıyorum... Çok yoruldum” dedi. Gözleri kapanmak üzereydi.
Hızla yanımdan geçti... Arkasından bıraktığı o mükemmel parfüm kokusuyla baş başa kalmıştım.
Ophelia yerde yatan iki kıza doğru yürüyordu. Kıyafetinin neden çiçek dokusuna benzediğini şimdi anlamıştım… Yürürken bastığı yerlerde pembe, mor ve mavinin tonlarından çiçekler açıyordu. Çiçeklerden uzaklaştığı zamanda çiçekler, mavi ışıklı dumanlara dönüşüp yok oluyordu.
Burayı sevmeye başlamıştım…
Bende çok yorulmuştum ve uykuya ihtiyacım vardı. Ophelia kızların kanını emerken;
“Benim uyumam gerekiyor… Afiyet olsun.” dedim.
“İyi uykular... Lady Lyndis.”
Lady mi?... tuhaf ama hoşuma gitmişti.
~~
Odama giderken Lorien’in kapısının aralık olduğunu gördüm.
Çok meraklıyım ya… Hemen kafamı aralık kapıdan uzattım. Lorien, üstü çıplak bir şekilde (Allahtan altı çıplak değil) yatağında uyuyordu. Yüz üstü yatmıştı ve yatağında bir sürü siyah tüy vardı...
Gıdıklanmıyor mu acaba? diye düşünüp kendi kendime güldüm. Sessizcene gülmeme rağmen Lorien’i uyandırmıştım…
“Ee... Ş-şey iyi uykular demek için gelmiştim ama uyuyormuşsun. Çok özür dilerim.”
“Önemli değil zaten uyumuyordum... sana da iyi uykular”
“S-Sağol”
Kapıyı yavaşça kapattım ve Lorien’in odasının hemen yanındaki odaya, yani kendi odama girdim.
Camı açık unutmuşum… Hemen kapattım. Sonra gözüm yatağımda duran kıyafetlere takıldı. Hem de kız kıyafetleri. Nerden bulmuştu acaba. Rahat olan birkaç tanesini giydim. Geri kalan kıyafetleri dolabıma kaldırdım.
Sonra üstünde bir sürü süslü ve yumuşak yastıkların olduğu yatağıma girdim. Yorgunluktan hemen uykuya dalıverdim.
Kim bilir yarın neler olacaktı…
3.bölüm sonu…
Veee yeni bölümm *___*
Hayatımın mangası kendisi...
Spoiler:
“Keman sesine kapılmaman için, al bunu.” Ucunda bir tüy olan deri bir kolyeyi bana uzattı. Ah… Sonunda o müziğe kapılmayacaktım. Kolyeyi aceleyle boynuma geçirdim. Camın kenarına koştum ve Lorien’e baktım. Daha çalmaya başlamamıştı. Bana baktı. Herhalde boynumdaki kolyeyi görmüştü ki kemanını çalmaya başladı. Çenemi ellerime dayadım ve seyretmeye başladım. Ophelia’da diğer camdan seyrediyordu. Etrafı kuru yapraklar ve yer yer serpiştirilmiş fenerlerle kaplı olan geniş bir açıklık vardı. Akşam oluyordu. Güneş, yerini kendine pek benzemeyen kardeşi Ay’a bırakacaktı. Lorien’e bakmaktan kemanı bile dinleyemiyordum… Böyle yakışıklı varlıklar sadece animelerde olur sanırdım. İç geçirdim. Ophelia bana bakıyordu. Gülümsedi.
“Çok güzel çalıyor değil mi ?”
“Kesinlikle…”
“İstersen aşağıya inebiliriz”
“Olur. Hatta çok güzel olur.”
Çenemi ellerimin üstünden çektim ve bileklerimi ovuşturdum. Ardından
Ophelia’yı takip ettim. Kapının önüne geldiğimizde bana Lorien’in ceketini verdi...
Mmh her şeyi çok güzel kokuyor…
“Zihnini okuyabildiğimi biliyorsun… Ama gerçekten her şeyi çok güzel kokuyor…”
Kendi zihnimde bile rahat değildim… Çok utanmıştım.
“Senden bir şey rica edebilir miyim Ophelia?”
“Tabii ki”
“Zihnimde rahat kalmak istiyorum… Sen okuyorsun ya… Çok garip geliyor. Onun hakkında çok şey düşünüyorum.”
“Oh tabii ki rahat bırakırım. Ama sadece bir gün daha sabret.”
Derin bir nefes aldım “Peki…”
~~
Yaklaşık bir saattir keman çalıyordu. Ama hala bir hareket yotu.
“Ee?” diye sordum.
“Şşt. İzle, şimdi başlıyor”
Kemanın içinden beyaz parlak bir duman çıkıyordu. Dumanın içinde insan formunda şekiller vardı. Ben neden bunları görmemiştim? Belki de sadece karanlıkta gözüküyorlardır. Iykk… Çok berbat gözüküyorlar. Bir dakika. Bunlar duman değil. Bunlar ruh.
Kemanın içinden çıkan ruhlar insanı ele geçirip, Lorien’in yanına çekiyordu.
“İşte bu kısmını çok seviyorum…” dedi Ophelia. Neyi sevdiğini anlamak bütün dikkatimi Lorien’in ölümcül müziğine verdim. Ağaçların arkasından iki insan çıkmıştı. Lorien’in ruhları bacaklarına dolanmıştı.
Bana da mı böyle olmuştu? İşin tuhafı, gelen kurbanların ikisi de kızdı.
İki kız Lorien’in yanınaydı. Lorien kemanı çalmayı bıraktı. Kemanına doğru üfledi.
Kemanına üflediğinde kemanı tüylere dönüşüp havaya saçıldı.
Ovv... Kızlara bana davrandığı gibi davranmıyordu... Elini karınlarına sokup içlerinden ruhlarını çıkardı. Tanrım, ne kadar da acımasız. Ardından o ruhları, yaşamını sürdürebilmek için yedi.
Kızların geri kalan kısmı Ophelia’ya aitti.
“Afiyet olsun Lord Lorien” güldü.
Lorien oldukça yorulmuştu.”Ben yatıyorum... Çok yoruldum” dedi. Gözleri kapanmak üzereydi.
Hızla yanımdan geçti... Arkasından bıraktığı o mükemmel parfüm kokusuyla baş başa kalmıştım.
Ophelia yerde yatan iki kıza doğru yürüyordu. Kıyafetinin neden çiçek dokusuna benzediğini şimdi anlamıştım… Yürürken bastığı yerlerde pembe, mor ve mavinin tonlarından çiçekler açıyordu. Çiçeklerden uzaklaştığı zamanda çiçekler, mavi ışıklı dumanlara dönüşüp yok oluyordu.
Burayı sevmeye başlamıştım…
Bende çok yorulmuştum ve uykuya ihtiyacım vardı. Ophelia kızların kanını emerken;
“Benim uyumam gerekiyor… Afiyet olsun.” dedim.
“İyi uykular... Lady Lyndis.”
Lady mi?... tuhaf ama hoşuma gitmişti.
~~
Odama giderken Lorien’in kapısının aralık olduğunu gördüm.
Çok meraklıyım ya… Hemen kafamı aralık kapıdan uzattım. Lorien, üstü çıplak bir şekilde (Allahtan altı çıplak değil) yatağında uyuyordu. Yüz üstü yatmıştı ve yatağında bir sürü siyah tüy vardı...
Gıdıklanmıyor mu acaba? diye düşünüp kendi kendime güldüm. Sessizcene gülmeme rağmen Lorien’i uyandırmıştım…
“Ee... Ş-şey iyi uykular demek için gelmiştim ama uyuyormuşsun. Çok özür dilerim.”
“Önemli değil zaten uyumuyordum... sana da iyi uykular”
“S-Sağol”
Kapıyı yavaşça kapattım ve Lorien’in odasının hemen yanındaki odaya, yani kendi odama girdim.
Camı açık unutmuşum… Hemen kapattım. Sonra gözüm yatağımda duran kıyafetlere takıldı. Hem de kız kıyafetleri. Nerden bulmuştu acaba. Rahat olan birkaç tanesini giydim. Geri kalan kıyafetleri dolabıma kaldırdım.
Sonra üstünde bir sürü süslü ve yumuşak yastıkların olduğu yatağıma girdim. Yorgunluktan hemen uykuya dalıverdim.
Kim bilir yarın neler olacaktı…
3.bölüm sonu…
By~ me -is back ~
Luna~! Senin bölümün koşş XD
Çok hızlı koyuore evet T_____T Ama sabırsızım böhühü
__________________________________________
“Lyndis…”
Bu Lorien’in sesiydi. Tanrım… Saat kim bilir kaç olmuştu. Bir yandan sinir bozucu alarmın burada olmadığı için mutluydum, bir yandan da başkasının evinde bu kadar saat uyuduğum için kendimden utanıyordum.
Gözlerimi araladım. Aralık perdeden sızan ışık gözlerimi rahatsız etmişti. Tek elimi ışıktan korunmak için gözlerimin önüne getirdim. Diğer elimle de başucumda duran telefonumu aldım. Off… Annem yüz milyon kere beni aramıştı. Ve saat sadece on buçuktu...
Lorien yatağıma oturmuş beni seyrediyordu. Gözleri her zaman ki gibi sakin bakıyordu ve suratında, o aklımı başımdan alan gülümsemesi vardı.
“Günaydın Lorien” dedim. Sesim kısılmıştı. Sabahları hep böyle olurdu. Boğazımı temizledim.
“Sana da günaydın Lyndis... Rahat uyudun mu ?”
“Ohh... Evet. Normalinden daha rahat uyudum. Annem aramış.”
“Neler olduğunu açıklasan iyi olur.” dedi kibarca.
—Gözlerimin ışığa alıştığını düşünüyorum- Elimi gözümün önünden çektim ve gözlerimi kırpıştırdım. “Gerçekten buradan sonsuza kadar çıkamayacak mıyım ?” diye sordum.
“Sanırım evet.”
“O ağacı keseceğim galiba.”
Gülümsedi. “Açsan, mutfakta atıştıracak bir şeyler var.”
Yataktan kalktı ve camları açtı. Çam kokusu odayı doldurmuştu. İçime çektim... Ayağa kalkınca karşımda duran aynaya yöneldim. Saçlarım darmadumandı. Kolumda takılı olan tokayla yukarıdan topuz yaptım. Ben saçlarımla ilgilenirken aralık kapıdan siyah, uzun tüylü, tombul bir kedi girmişti.
Arkasındanda Ophelia odaya girdi. Üstünde siyah bir elbise vardı. Ha! Saçlarının rengi kırmızı olmuştu. Yoksa bu Ophelia değil miydi?
Saçlarının rengi nasıl değişti? diye sordum zihnimden.”Günaydın Lyndis” dedi. Evet... Bu kesinlikle Ophelia’ydı. “Sana da günaydın Ophelia.” diye karşılık verdim.
“Saçların nasıl kırmızı oldu ?”
“Dünkü kurbanların kanının rengi saçıma yansıdı desem, en mantıklı açıklama bu olur herhalde.”
“Herhalde uzun zamandır insan kanı içmemişsin... saçların griydi.
“E-vet”
Saçlarını savurarak odadan çıktı. “Bir dakika !” diye bağırdım arkasından.
“Bu kedi senin” dedi bana. Ne soracağımı anlamıştı. Siyah bir erkek kedi, adını ne koyabilirim acaba?
Leon! Umh...hayır. Aynanın karşısında oturmuş, bir kediye ne isim vereceğimi düşünüyordum.
“Vincent olabilir mi ?” diye sordu Lorien camın önünde otururken.
Güzel bir isim. Düşündüm...
“Evet olabilir. Teşekkür ederim. Çok güzel bir isim”
“Oda Ophelia gibi dönüşebiliyor.”
“Gerçekten mi ?”
“Evet. Dur sana göstereyim.”
Camın kenarından yere atladı. Kediye doğru yavaşça yaklaşıp parmağını yeşil renkli hilalin üstüne koydu. Ophelia’da olduğu gibi parmağının etrafından ışıklar saçılmaya başlamıştı.
..................
Yoğun ışıktan pek bir şey göremiyordum. Gözlerimi kapattım. Nedense içimde garip bir his vardı. Ama kötü hissetmiyordum. Işığın azaldığını anladığımda gözlerimi açtım, karşımda biri dikiliyordu. Soluk tenli ve köpek dişleri normalinden biraz daha uzun olan... Beline kadar olan sarı, düz saçlarını arkadan toplamıştı. Sarı-Kahverengi arası gözleri parıldıyordu. Kemik rengi bir gömlek ve ondan biraz daha koyu renk olan dar bir pantolonu giymişti. Alnının ortasında ki zümrüt yeşili hilal hala duruyordu. Dünya üstünde gördüğüm en yakışıklı 2. erkekti...
“Me-Merhaba” dedim şaşkınlık içinde. (Umarım tükürüklerim akmıyordu)
Cevap vermemişti. Konuşamıyor muydu acaba? Uzun süre birbirimize baktık. Konuşmak için gözlerimi kapattığımda hafif bir esinti hissettim ve aniden gözlerimi açtım;
“Vince-” o gitmişti.
Artık Vincent adında Yarı Vampir olan bir kedim vardı. Aslında çoğunluğu vampir olan bir kedim...
Arkamı döndüğümde Lorien’in beni dikkatle izlediğini gördüm.
“Aşağı insek iyi olur.” dedi gözlerimin içine bakarak. Hala camın önünde oturuyordu. Yanına gelmemi ister gibi bana elini uzattı. Bir süre eline baktıktan sonra gerçekten beni yanına çağırdığını anladım. Yavaşça eline uzandım ve tuttum. Sonra hiç beklemediğim bir şey yaptı ve beni kendisine çekip sıkı sıkı kucakladı.
“Sakın korkma...”dedi ve ardından kendini arkaya bıraktı. Çığlık atmamak için dudaklarımı ısırdım. Sonra Lorien’in kanatlarının büyük bir gürültüyle açıldığını duydum...
Havada zarif bir takla attıktan sonra yere indik.
“Va-Vay canına” . Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım.
“Keyfine bak” dedi ve göle bakan hasır sandalyelerden birine oturdu. Ophelia’da ordaydı. Arkama dönüp oldukça eski görünen, Lorien’in evine baktım.
Beyaz mermer duvarları sarmaşıklar kaplamıştı, yerde ki küçük fenerler, kuru yapraklar, eski tip pencereler birbiriyle oldukça uyumluydular. Evin yanından ayrıldım ve Lorien’le tanışmamızı sağlayan gölün yanına geldim. Göl oldukça derindi. Dibi gözükmüyordu ve kuru yapraklar gölün üstünde yüzüyordu. Bir an için, Ben bu göle mi düştüm? diye düşündüm. Gölün yansımasında kendime bakmaya başladım. Yukarıdan topuz bana hiç yakışmıyordu. Topuzumu tutan tokayı çıkardım ve tekrar bileğime taktım. Gölün dibinde parlayan bir şey vardı, daha rahat görebilmek için gözlerimi kıstım. Gölün derin olduğunu biliyordum ama istemeden elimi suyun içine soktum ve uzanabildiğim kadar uzandım. N-ne yapıyorum ben? Dengemi kaybettim. Tam gölün içine düşüyordum, gözlerimi kapattım ve nefesimi tuttum... Ama düşmemiştim. Biri beni kolumdan tutmuştu!
Arkamı döndüm, gözlerimi çok fazla sıktığımdan dolayı başım dönüyordu. Derin nefesler alarak gözlerimi açtım.
Kolumu tutan Vincent’tı!
“Ah, teşekkür ederim. Sen olmasaydın gölün dibini boylayacaktım.” dedim.
“Önemli değil.”
Tanrım, konuşmuştu. Bu normal miydi, anormal miydi anlayamamıştım.
Beni kendine çekti çünkü göle düşmeme saniyeler kala ki pozisyonumda, beni bir eliyle kolumdan, diğer eliyle de belimden kavramıştı. Ve ikimizin de göle düşmesi an meselesiydi. Birbirimize o kadar yakındık ki ılık nefesinin suratıma çarpışını hissediyordum.
Elini yavaşça belimden çekti ve “ Gölden uzak dursan iyi olur... Senin için pek güvenli değil” dedi, kafamı salladım.
“Şu an neden Sonbahar’ı yaşıyoruz? Büyük ağacın arkasında ki Dünya’da şuan sıcak bir yaz yaşanıyor.” Diye sordum.
“Bunu bana sorma, Lorien benden daha iyi bilir.” kafasıyla Lorien’i gösterdi.
“Lorien ! Neden şuan Sonbaharı yaşıyoruz ?” diye sordum merakla.
“Çünkü burada mevsimler sadece bir hafta yaşanır. Bir gün gözünü açarsın yaz olmuş, yapraklar yerden kalkmış ve bulutların yerini parıldayan bir güneş almış olur.”
Bu çok açıklayıcıydı. Başka bir Dünya’da yaşadığım apaçık ortadaydı.
Lorien ilk gördüğüm halinden daha canlıydı bugün. Dışarısı oldukça soğuktu ama onun üstünde sadece ince bir gömlek vardı. Soğuktan tüylerim ürpermişti.
Ophelia’da bahçedeydi, Lorien’in hemen yanındaki sandalyeye oturmuştu ve kafası da onun omzuna yaslıydı. Lorien’de tek kolunu onun omzuna atmıştı.
“Peki, bundan sonraki mevsim ne?” oh... Sanki bilmiyordum, kendimi tam bir salak gibi hissettim.
“Kış...” dedi. Sanki bu mevsimi duyunca suratı asılmıştı. Daha fazla soru sormadım
“Ben içeri giriyorum. Çok soğuk” dedim, Lorien ve Ophelia arkasını dönüp bana el salladıktan sonra arkamı döndüm. Isınmak için ellerimle, kollarımı ovalamaya başladım. Birden omuzlarımın üstüne bir ceket bırakıldı. Ceketi nerden buldu !? diye sordum. Etrafta, elinde ve üstünde hiç bir şey görmemiştim. Teşekkür eden gözlerle, gözlerine baktım.
Gülümsemişti, gülümsemesi içimi eritmiş , yanaklarım ve kulaklarımın ısınmasına neden olmuştu.
“Tekrar Teşekkürler, artık bahçede kalabilirim...”
Gözlerini yumdu, omzuma elini koyup “Hadi gel, bizde oturalım” dedi.
Kızardığımı hissettim ve Lorien’in yanındaki boş sandalyelere yürümeye başladım.
Ophelia benim geldiğimi görünce “Sıcak bir kahve ne kadar da güzel olurdu” dedi. Başını Lorien’in omzundan kaldırdı ve gülümseyerek yanımdan geçti.
Bütün akşam boyunca orada oturup muhabbet etmiştik.
Karnımın guruldadığını hissettim.
İyide ben burada neyle beslenecektim? Belki Lorien buradan çıkabiliyordur. Yada çıkış yolu vardır da... Bana yalan söylüyordur. Eninde sonunda beni de yiyeceklerdi...
4.bölüm sonu
Çok hızlı koyuore evet T_____T Ama sabırsızım böhühü
__________________________________________
“Lyndis…”
Bu Lorien’in sesiydi. Tanrım… Saat kim bilir kaç olmuştu. Bir yandan sinir bozucu alarmın burada olmadığı için mutluydum, bir yandan da başkasının evinde bu kadar saat uyuduğum için kendimden utanıyordum.
Gözlerimi araladım. Aralık perdeden sızan ışık gözlerimi rahatsız etmişti. Tek elimi ışıktan korunmak için gözlerimin önüne getirdim. Diğer elimle de başucumda duran telefonumu aldım. Off… Annem yüz milyon kere beni aramıştı. Ve saat sadece on buçuktu...
Lorien yatağıma oturmuş beni seyrediyordu. Gözleri her zaman ki gibi sakin bakıyordu ve suratında, o aklımı başımdan alan gülümsemesi vardı.
“Günaydın Lorien” dedim. Sesim kısılmıştı. Sabahları hep böyle olurdu. Boğazımı temizledim.
“Sana da günaydın Lyndis... Rahat uyudun mu ?”
“Ohh... Evet. Normalinden daha rahat uyudum. Annem aramış.”
“Neler olduğunu açıklasan iyi olur.” dedi kibarca.
—Gözlerimin ışığa alıştığını düşünüyorum- Elimi gözümün önünden çektim ve gözlerimi kırpıştırdım. “Gerçekten buradan sonsuza kadar çıkamayacak mıyım ?” diye sordum.
“Sanırım evet.”
“O ağacı keseceğim galiba.”
Gülümsedi. “Açsan, mutfakta atıştıracak bir şeyler var.”
Yataktan kalktı ve camları açtı. Çam kokusu odayı doldurmuştu. İçime çektim... Ayağa kalkınca karşımda duran aynaya yöneldim. Saçlarım darmadumandı. Kolumda takılı olan tokayla yukarıdan topuz yaptım. Ben saçlarımla ilgilenirken aralık kapıdan siyah, uzun tüylü, tombul bir kedi girmişti.
Arkasındanda Ophelia odaya girdi. Üstünde siyah bir elbise vardı. Ha! Saçlarının rengi kırmızı olmuştu. Yoksa bu Ophelia değil miydi?
Saçlarının rengi nasıl değişti? diye sordum zihnimden.”Günaydın Lyndis” dedi. Evet... Bu kesinlikle Ophelia’ydı. “Sana da günaydın Ophelia.” diye karşılık verdim.
“Saçların nasıl kırmızı oldu ?”
“Dünkü kurbanların kanının rengi saçıma yansıdı desem, en mantıklı açıklama bu olur herhalde.”
“Herhalde uzun zamandır insan kanı içmemişsin... saçların griydi.
“E-vet”
Saçlarını savurarak odadan çıktı. “Bir dakika !” diye bağırdım arkasından.
“Bu kedi senin” dedi bana. Ne soracağımı anlamıştı. Siyah bir erkek kedi, adını ne koyabilirim acaba?
Leon! Umh...hayır. Aynanın karşısında oturmuş, bir kediye ne isim vereceğimi düşünüyordum.
“Vincent olabilir mi ?” diye sordu Lorien camın önünde otururken.
Güzel bir isim. Düşündüm...
“Evet olabilir. Teşekkür ederim. Çok güzel bir isim”
“Oda Ophelia gibi dönüşebiliyor.”
“Gerçekten mi ?”
“Evet. Dur sana göstereyim.”
Camın kenarından yere atladı. Kediye doğru yavaşça yaklaşıp parmağını yeşil renkli hilalin üstüne koydu. Ophelia’da olduğu gibi parmağının etrafından ışıklar saçılmaya başlamıştı.
..................
Yoğun ışıktan pek bir şey göremiyordum. Gözlerimi kapattım. Nedense içimde garip bir his vardı. Ama kötü hissetmiyordum. Işığın azaldığını anladığımda gözlerimi açtım, karşımda biri dikiliyordu. Soluk tenli ve köpek dişleri normalinden biraz daha uzun olan... Beline kadar olan sarı, düz saçlarını arkadan toplamıştı. Sarı-Kahverengi arası gözleri parıldıyordu. Kemik rengi bir gömlek ve ondan biraz daha koyu renk olan dar bir pantolonu giymişti. Alnının ortasında ki zümrüt yeşili hilal hala duruyordu. Dünya üstünde gördüğüm en yakışıklı 2. erkekti...
“Me-Merhaba” dedim şaşkınlık içinde. (Umarım tükürüklerim akmıyordu)
Cevap vermemişti. Konuşamıyor muydu acaba? Uzun süre birbirimize baktık. Konuşmak için gözlerimi kapattığımda hafif bir esinti hissettim ve aniden gözlerimi açtım;
“Vince-” o gitmişti.
Artık Vincent adında Yarı Vampir olan bir kedim vardı. Aslında çoğunluğu vampir olan bir kedim...
Arkamı döndüğümde Lorien’in beni dikkatle izlediğini gördüm.
“Aşağı insek iyi olur.” dedi gözlerimin içine bakarak. Hala camın önünde oturuyordu. Yanına gelmemi ister gibi bana elini uzattı. Bir süre eline baktıktan sonra gerçekten beni yanına çağırdığını anladım. Yavaşça eline uzandım ve tuttum. Sonra hiç beklemediğim bir şey yaptı ve beni kendisine çekip sıkı sıkı kucakladı.
“Sakın korkma...”dedi ve ardından kendini arkaya bıraktı. Çığlık atmamak için dudaklarımı ısırdım. Sonra Lorien’in kanatlarının büyük bir gürültüyle açıldığını duydum...
Havada zarif bir takla attıktan sonra yere indik.
“Va-Vay canına” . Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım.
“Keyfine bak” dedi ve göle bakan hasır sandalyelerden birine oturdu. Ophelia’da ordaydı. Arkama dönüp oldukça eski görünen, Lorien’in evine baktım.
Beyaz mermer duvarları sarmaşıklar kaplamıştı, yerde ki küçük fenerler, kuru yapraklar, eski tip pencereler birbiriyle oldukça uyumluydular. Evin yanından ayrıldım ve Lorien’le tanışmamızı sağlayan gölün yanına geldim. Göl oldukça derindi. Dibi gözükmüyordu ve kuru yapraklar gölün üstünde yüzüyordu. Bir an için, Ben bu göle mi düştüm? diye düşündüm. Gölün yansımasında kendime bakmaya başladım. Yukarıdan topuz bana hiç yakışmıyordu. Topuzumu tutan tokayı çıkardım ve tekrar bileğime taktım. Gölün dibinde parlayan bir şey vardı, daha rahat görebilmek için gözlerimi kıstım. Gölün derin olduğunu biliyordum ama istemeden elimi suyun içine soktum ve uzanabildiğim kadar uzandım. N-ne yapıyorum ben? Dengemi kaybettim. Tam gölün içine düşüyordum, gözlerimi kapattım ve nefesimi tuttum... Ama düşmemiştim. Biri beni kolumdan tutmuştu!
Arkamı döndüm, gözlerimi çok fazla sıktığımdan dolayı başım dönüyordu. Derin nefesler alarak gözlerimi açtım.
Kolumu tutan Vincent’tı!
“Ah, teşekkür ederim. Sen olmasaydın gölün dibini boylayacaktım.” dedim.
“Önemli değil.”
Tanrım, konuşmuştu. Bu normal miydi, anormal miydi anlayamamıştım.
Beni kendine çekti çünkü göle düşmeme saniyeler kala ki pozisyonumda, beni bir eliyle kolumdan, diğer eliyle de belimden kavramıştı. Ve ikimizin de göle düşmesi an meselesiydi. Birbirimize o kadar yakındık ki ılık nefesinin suratıma çarpışını hissediyordum.
Elini yavaşça belimden çekti ve “ Gölden uzak dursan iyi olur... Senin için pek güvenli değil” dedi, kafamı salladım.
“Şu an neden Sonbahar’ı yaşıyoruz? Büyük ağacın arkasında ki Dünya’da şuan sıcak bir yaz yaşanıyor.” Diye sordum.
“Bunu bana sorma, Lorien benden daha iyi bilir.” kafasıyla Lorien’i gösterdi.
“Lorien ! Neden şuan Sonbaharı yaşıyoruz ?” diye sordum merakla.
“Çünkü burada mevsimler sadece bir hafta yaşanır. Bir gün gözünü açarsın yaz olmuş, yapraklar yerden kalkmış ve bulutların yerini parıldayan bir güneş almış olur.”
Bu çok açıklayıcıydı. Başka bir Dünya’da yaşadığım apaçık ortadaydı.
Lorien ilk gördüğüm halinden daha canlıydı bugün. Dışarısı oldukça soğuktu ama onun üstünde sadece ince bir gömlek vardı. Soğuktan tüylerim ürpermişti.
Ophelia’da bahçedeydi, Lorien’in hemen yanındaki sandalyeye oturmuştu ve kafası da onun omzuna yaslıydı. Lorien’de tek kolunu onun omzuna atmıştı.
“Peki, bundan sonraki mevsim ne?” oh... Sanki bilmiyordum, kendimi tam bir salak gibi hissettim.
“Kış...” dedi. Sanki bu mevsimi duyunca suratı asılmıştı. Daha fazla soru sormadım
“Ben içeri giriyorum. Çok soğuk” dedim, Lorien ve Ophelia arkasını dönüp bana el salladıktan sonra arkamı döndüm. Isınmak için ellerimle, kollarımı ovalamaya başladım. Birden omuzlarımın üstüne bir ceket bırakıldı. Ceketi nerden buldu !? diye sordum. Etrafta, elinde ve üstünde hiç bir şey görmemiştim. Teşekkür eden gözlerle, gözlerine baktım.
Gülümsemişti, gülümsemesi içimi eritmiş , yanaklarım ve kulaklarımın ısınmasına neden olmuştu.
“Tekrar Teşekkürler, artık bahçede kalabilirim...”
Gözlerini yumdu, omzuma elini koyup “Hadi gel, bizde oturalım” dedi.
Kızardığımı hissettim ve Lorien’in yanındaki boş sandalyelere yürümeye başladım.
Ophelia benim geldiğimi görünce “Sıcak bir kahve ne kadar da güzel olurdu” dedi. Başını Lorien’in omzundan kaldırdı ve gülümseyerek yanımdan geçti.
Bütün akşam boyunca orada oturup muhabbet etmiştik.
Karnımın guruldadığını hissettim.
İyide ben burada neyle beslenecektim? Belki Lorien buradan çıkabiliyordur. Yada çıkış yolu vardır da... Bana yalan söylüyordur. Eninde sonunda beni de yiyeceklerdi...
4.bölüm sonu
By~ me -is back ~
2. sayfa (Toplam 6 sayfa) [ 59 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |