~Cantabilian~ [ Ep;10 - 22 Eylül 09] Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3, 4, 5, 6, Sonraki |
Yazar
Mesaj
yine çok güzel bir bölüm yeni karakterde gelmiş daha kimler gelcek bakalım bide ayrıca şu vampirler hep kedi formundanmı insana dönüşü yoksa lorien gibileride varmı ve hala anlamış deilim lorien kızdan ne istiyo merakla bekliyorum yeni bölümü hep merakta birakıyosun ki sonrası ne olucak diye okumak istiyorum yeni bölümü merakla bekliyorum en kısa zamanda bekliyorum
abi 4. bölüm insaf insan haber verir xP bunun konusu daha bi ilgi çekici gece evi serisinin etkisi midir yoksa senin yazım gücün mü bilmem Lorienlar(-loren) da hep tatlı oluyorlar acaba neden kış mevsiminden hoşlanmıyor vincent lorien ophelia lyndis var gilbert eric shakespiere(doğrumu yazdım xD) ve zoey isimli karakterler bekliyorum
Ai bu Lorien'in Loren Blake (oyhhh *Q*) le alakası yok XD Bizim Shaiya'da Lorien Sol die bi Archer vardı XD (offf manyak oynuodu o) onun nicki XD
Lyndis'i de Kıman buldu *-* Ona burdan teşekkür ediore. Vincent'ı ben koydum. Çok ağır bi karakteri var en çok Vincent yakışırdı *-*
Ophelia bi ablam söyledi galba hatırlamıore.
Hacı varya bütün hikayelerimi doğru dürüst takip ediosn sewiore seni
Oyh daha neler olcak XD Gerçi sen biliosn XD
Lyndis'i de Kıman buldu *-* Ona burdan teşekkür ediore. Vincent'ı ben koydum. Çok ağır bi karakteri var en çok Vincent yakışırdı *-*
Ophelia bi ablam söyledi galba hatırlamıore.
Spoiler:
Hacı varya bütün hikayelerimi doğru dürüst takip ediosn sewiore seni
Oyh daha neler olcak XD Gerçi sen biliosn XD
By~ me -is back ~
Kış bölümleri yaklaşıo desu-nii~
_________________________________
Kışın gelmesine sadece bir gün kalmıştı. En büyük düşmanlarımız, yarı kar tilkisi, yarı şeytan olanların en güçlü olduğu zaman...
Dün, akşamı sadece konuşarak geçirmiştik. Ne yemek ne de keman.
Saat akşamın on buçuğuydu. Yarını düşünmekten yatağımda debeleniyordum ve uyuyamıyordum.
Rüyalarım sürekli kâbuslara dönüşüyordu;
Bir grup kar tilkisinin biz gece uyurken evi dondurarak yok ettiğini, ardından ruhlarımızı yediğini görüyordum. Bir tengu olmama rağmen onlardan neden bu kadar korkuyordum ki?
Tengular her zaman kar tilkilerinden güçlü olmuşlardı ama ben burada yalnızdım. Onlarsa ormanın bir köşesinde kışın gelmesini bekleyip beni yok etmek için güç topluyorlardı.
Elime fırsat geçmişken Lyndis’in ruhunu yemem gerekiyordu... Ama yapamadım. Yatağımdan hızla kalkıp kemanımı aldım. Lyndis geceleri kolyesini çıkartıyordu. Saat on ikiyi geçmeden bir şeyler yapmalıydım.
Camdan dışarı baktım, kimseyi uyandırmadan camdan dışarı çıkmak zorundaydım. Camı ses çıkarmadan açmak büyük bir uğraş gerektiriyordu. (bunu daha önce çok yapmıştım, kahretsin evin camları çok gıcırdıyordu.)
Camı açtığımda hiç zaman kaybetmeden kendimi aşağı bıraktım, yere yaklaştığımda kanatlarımı açtım ve evden yaklaşık yüz metre uzaklaştım. Evin büyük ağaca doğru olan kısmına değil, evin arkasına, ormanın daha tehlikeli kısımlarına gidiyordum. Ay ışığının aydınlattığı büyük bir açıklığı gördüğümde aşağı indim. Zavallı çimenler benim acımasız kanatlarımın havası yüzünden boyunlarını bükmüşlerdi. Derin bir nefes aldım ve sadece Lyndis’i düşündüm. Bütün enerjimi ona yönlendirirsem buraya sadece o gelirdi, başkaları değil.
Kemanımı çalmaya başladığımda içinden ruhlar çıkıyordu. Bu ruhlar, kurbanların bacaklarına sarılıp benim olduğum yere getiriyorlardı.
Ve tabii ki buraya gelince yorgun düşmeleri için onların enerjisini emiyorlardı.
____________________________________________
Yine o kulaklarımda uğuldayan, beni benden alan keman sesini duymaya başlamıştım. İstemeden de olsa ayağa kalktım. Kolyeme uzanmak istiyordum ama kollarımı bile oynatamıyordum.
Gözlerimi yere indirip bacaklarıma baktığımda o ruhları gördüm.
Biliyordum... Eninde sonunda aç kalıp beni yiyecekti. Beni kandırmışlardı. Gözlerimden yaşlar damlamaya başladı.
Hayır, ben hiç ağlamazdım. Göle düştüğümde, bisikletten düştüğümde, kaybolduğumda hiçbir zaman ağlamamıştım. Ölüm korkusu dört bir yanımı sarmıştı. Ama yapacak bir şey yoktu...
_____________________________________________
Onun bana yaklaştığını hissedebiliyordum. Kana ve ruhlara olan açlığım, öldürmek istemediğim birini öldürmek istememe neden oluyordu.
Yutkundum...
Kalp atışlarını duyabiliyordum. Sanki göğsünü kulağıma dayamış gibi net olarak duyabiliyordum. Ağaçların arasında, yere yakın ve belli belirsiz gözüken ışıklar gördüm. Geliyor... diye düşündüm. Sonra ağaçların arasından çıkan Lyndis’i gördüm. Ağlıyordu, nefes almakta zorluk çekiyor gibiydim. Bir anlık başım döndü. Boğazımdaki kuruluk...
Lyndis kollarımın arasındaydı.
“Neden...”
Ona cevap veremiyordum. Benim nasıl iğrenç bir canavar olduğumu anlamıştı. Ama bana karşı beslediği duygular neden hala aynıydı...
“Neden beni hemen öldürmedin?” diye sordu zorlukla.
Kalbinin atışı yavaşlamıştı. Gözünden düşen tek bir damla yaş yere düşmüştü. Düştüğü yerde küçük bir ateşin yanmasına, nemli toprakta, ateşin sönmesine neden olmuştu.
Büyük ağaç ona bir güç vermişti. Yavaşçana eğildim ve dudağından öptüm. Gözleri, yorgunluğuna rağmen fal taşı gibi açılmıştı. Sonra boynuna doğru yöneldim. Uzun ve keskin olan tırnağımla boynuna küçük bir çizik attım. Açılan çizikten akan kanın kokusunu içime çektim. Dayanamıyordum, eğildim ve dilimle akan kanın tadına baktım. Sıcak... ve tadı gerçekten mükemmeldi. Dilim yaraya değdiği için yara kapanmıştı. Bir anda gözümün önünden bir ışık geçti. Neler oluyor diye etrafıma bakındığımda Vincent’ı karşımda buldum.
“Onu bırak” diye kükredi. Lyndis’i yavaşçana yere bıraktım ve;
“Benim ne yaptığım seni ilgilendirmez. Ben senin efendinim.” dedim sakin bir şekilde.
“Oda benim efendim. Onu sevmene(ayrıca onu bende seviyorum) rağmen, onu öldürme çabalarına inanamıyorum.”
“Ondaki enerji, açlığımı giderebilecek ve kar tilkilerini yenebilmemi sağlayacak.”
“Ama...”
--
O sırada Lyndis’in kanının kokusunu duydum. Lezzetli ve çarpıcıydı. Ona doğru bir adım attım. Lorien bana bakıyordu. İstemeden de olsa boynuna uzandım ve kesiği bir kez daha açtım.
“Sana da güvenmiştim...” yumuşacık sesi beynimin içinde yankılanıyordu. Birden anlımda bir sıcaklık hissettim. Parmağı hilalimin üstündeydi ve etrafından ateşler saçılıyordu.
“Hayır...” diye fısıldadım.
“Bunun olması gerekiyor.” dedi.
--
Onu kedi formuna döndürmüştü. Avucumu açtım ve Lyndis’in kolyesine odaklandım. Bir süre sonra kolye, Lyndis’in başının ucundan avucum gelmişti. Kolyeye baktım, ardından yerde zar zor nefes alan Lyndis’in yanına gittim. Elimi boynunun altına yerleştirdim ve onu kaldırdım.
“Üzgünüm...” diye mırıldandıktan sonra kolyeyi boynundan geçirdim.
Kolyenin ona iyi geldiği belli oluyordu. Nefes alma düzeni yerine gelmişti ve gözlerini açabiliyordu.
Boynundaki çiziğin tamamen kapanması ve etrafa koku yaymaması için son bir kez uzanıp yaladım ve suratına bakıp gülümsedim.
O an hiç beklemediğim bir şey yaptı ve bana içindeki bütün nefretle bir tokat attı...
--
Bana bunları yaptığı için ondan nefret ediyordum.
“Senden nefret ediyorum !” diye bağırdım gözlerimi sıkı sıkı kapatıp. Hızla kalktım ve o yorgun halimle ağaçlara tutuna tutuna ormanın derinliklerine koştum. Arkama baktığımda hala gözlerini sonuna kadar açmış bir şekilde yanağını tuttuğunu gördüm. Ağlayarak ve hızla oradan uzaklaştım...
--
Ne yapmıştım ben?.. Vincent’ın anlındaki hilale dokundum. Eski haline döndüğünde saatine baktım ve şoka girdim. Saat gece 12.04’tü.
“Kış...” diye fısıldadım. Vincent’ın suratına baktığımda suratının kireç beyazı olduğunu ve ağzı açık bir şekilde ormanın derinliklerine baktığını gördüm. Omuzlarından tutup sertçe sarstım.
“Hepsi senin yüzünden, Ophelia’yı çağır, hemen !” diye kükredi.
Ardından ellerimi sertçe ittirdi ve koşmaya başladı. Kar yoktu, yapraklar hala yerdeydi ve hava hala serindi. Gözlerimi kapattım, bir süre sonra sert rüzgârlar esmeye başladı ve ayaklarımın soğuduğunu hissettim. Gözlerimi açtığımda her tarafın karlarla kaplı olduğunu ve buz gibi rüzgârların taşıdığı kar kütlelerini gördüm.
“Artık çok geç...” dedim, umudumu kaybediyordum. Zihnimle Ophelia’yı çağırdım. Aramızdaki sıkı bağ yüzünden benim duygularımı, neler düşündüğümü ve nerede olduğumu biliyordu.
Aradan birkaç dakika geçmişti. Ayaklarımın dibine baktığımda mavi bir çiçeğin-ki bunun mavi bir kardelen olduğunu sanıyorum-açtığını gördüm.
Yavaşça eğilip avucumu açtım ve tırnağımla bir çizik attım. Kam damlası tam çiçeğin ortasına düşmüştü, çiçek kırmızıya dönüyordu. Büyüdü... Büyüdü... Ve bir insan formunu alana kadar büyüdü. Ophelia...
_________________________________
Kışın gelmesine sadece bir gün kalmıştı. En büyük düşmanlarımız, yarı kar tilkisi, yarı şeytan olanların en güçlü olduğu zaman...
Dün, akşamı sadece konuşarak geçirmiştik. Ne yemek ne de keman.
Saat akşamın on buçuğuydu. Yarını düşünmekten yatağımda debeleniyordum ve uyuyamıyordum.
Rüyalarım sürekli kâbuslara dönüşüyordu;
Bir grup kar tilkisinin biz gece uyurken evi dondurarak yok ettiğini, ardından ruhlarımızı yediğini görüyordum. Bir tengu olmama rağmen onlardan neden bu kadar korkuyordum ki?
Tengular her zaman kar tilkilerinden güçlü olmuşlardı ama ben burada yalnızdım. Onlarsa ormanın bir köşesinde kışın gelmesini bekleyip beni yok etmek için güç topluyorlardı.
Elime fırsat geçmişken Lyndis’in ruhunu yemem gerekiyordu... Ama yapamadım. Yatağımdan hızla kalkıp kemanımı aldım. Lyndis geceleri kolyesini çıkartıyordu. Saat on ikiyi geçmeden bir şeyler yapmalıydım.
Camdan dışarı baktım, kimseyi uyandırmadan camdan dışarı çıkmak zorundaydım. Camı ses çıkarmadan açmak büyük bir uğraş gerektiriyordu. (bunu daha önce çok yapmıştım, kahretsin evin camları çok gıcırdıyordu.)
Camı açtığımda hiç zaman kaybetmeden kendimi aşağı bıraktım, yere yaklaştığımda kanatlarımı açtım ve evden yaklaşık yüz metre uzaklaştım. Evin büyük ağaca doğru olan kısmına değil, evin arkasına, ormanın daha tehlikeli kısımlarına gidiyordum. Ay ışığının aydınlattığı büyük bir açıklığı gördüğümde aşağı indim. Zavallı çimenler benim acımasız kanatlarımın havası yüzünden boyunlarını bükmüşlerdi. Derin bir nefes aldım ve sadece Lyndis’i düşündüm. Bütün enerjimi ona yönlendirirsem buraya sadece o gelirdi, başkaları değil.
Kemanımı çalmaya başladığımda içinden ruhlar çıkıyordu. Bu ruhlar, kurbanların bacaklarına sarılıp benim olduğum yere getiriyorlardı.
Ve tabii ki buraya gelince yorgun düşmeleri için onların enerjisini emiyorlardı.
____________________________________________
Yine o kulaklarımda uğuldayan, beni benden alan keman sesini duymaya başlamıştım. İstemeden de olsa ayağa kalktım. Kolyeme uzanmak istiyordum ama kollarımı bile oynatamıyordum.
Gözlerimi yere indirip bacaklarıma baktığımda o ruhları gördüm.
Biliyordum... Eninde sonunda aç kalıp beni yiyecekti. Beni kandırmışlardı. Gözlerimden yaşlar damlamaya başladı.
Hayır, ben hiç ağlamazdım. Göle düştüğümde, bisikletten düştüğümde, kaybolduğumda hiçbir zaman ağlamamıştım. Ölüm korkusu dört bir yanımı sarmıştı. Ama yapacak bir şey yoktu...
_____________________________________________
Onun bana yaklaştığını hissedebiliyordum. Kana ve ruhlara olan açlığım, öldürmek istemediğim birini öldürmek istememe neden oluyordu.
Yutkundum...
Kalp atışlarını duyabiliyordum. Sanki göğsünü kulağıma dayamış gibi net olarak duyabiliyordum. Ağaçların arasında, yere yakın ve belli belirsiz gözüken ışıklar gördüm. Geliyor... diye düşündüm. Sonra ağaçların arasından çıkan Lyndis’i gördüm. Ağlıyordu, nefes almakta zorluk çekiyor gibiydim. Bir anlık başım döndü. Boğazımdaki kuruluk...
Lyndis kollarımın arasındaydı.
“Neden...”
Ona cevap veremiyordum. Benim nasıl iğrenç bir canavar olduğumu anlamıştı. Ama bana karşı beslediği duygular neden hala aynıydı...
“Neden beni hemen öldürmedin?” diye sordu zorlukla.
Kalbinin atışı yavaşlamıştı. Gözünden düşen tek bir damla yaş yere düşmüştü. Düştüğü yerde küçük bir ateşin yanmasına, nemli toprakta, ateşin sönmesine neden olmuştu.
Büyük ağaç ona bir güç vermişti. Yavaşçana eğildim ve dudağından öptüm. Gözleri, yorgunluğuna rağmen fal taşı gibi açılmıştı. Sonra boynuna doğru yöneldim. Uzun ve keskin olan tırnağımla boynuna küçük bir çizik attım. Açılan çizikten akan kanın kokusunu içime çektim. Dayanamıyordum, eğildim ve dilimle akan kanın tadına baktım. Sıcak... ve tadı gerçekten mükemmeldi. Dilim yaraya değdiği için yara kapanmıştı. Bir anda gözümün önünden bir ışık geçti. Neler oluyor diye etrafıma bakındığımda Vincent’ı karşımda buldum.
“Onu bırak” diye kükredi. Lyndis’i yavaşçana yere bıraktım ve;
“Benim ne yaptığım seni ilgilendirmez. Ben senin efendinim.” dedim sakin bir şekilde.
“Oda benim efendim. Onu sevmene(ayrıca onu bende seviyorum) rağmen, onu öldürme çabalarına inanamıyorum.”
“Ondaki enerji, açlığımı giderebilecek ve kar tilkilerini yenebilmemi sağlayacak.”
“Ama...”
--
O sırada Lyndis’in kanının kokusunu duydum. Lezzetli ve çarpıcıydı. Ona doğru bir adım attım. Lorien bana bakıyordu. İstemeden de olsa boynuna uzandım ve kesiği bir kez daha açtım.
“Sana da güvenmiştim...” yumuşacık sesi beynimin içinde yankılanıyordu. Birden anlımda bir sıcaklık hissettim. Parmağı hilalimin üstündeydi ve etrafından ateşler saçılıyordu.
“Hayır...” diye fısıldadım.
“Bunun olması gerekiyor.” dedi.
--
Onu kedi formuna döndürmüştü. Avucumu açtım ve Lyndis’in kolyesine odaklandım. Bir süre sonra kolye, Lyndis’in başının ucundan avucum gelmişti. Kolyeye baktım, ardından yerde zar zor nefes alan Lyndis’in yanına gittim. Elimi boynunun altına yerleştirdim ve onu kaldırdım.
“Üzgünüm...” diye mırıldandıktan sonra kolyeyi boynundan geçirdim.
Kolyenin ona iyi geldiği belli oluyordu. Nefes alma düzeni yerine gelmişti ve gözlerini açabiliyordu.
Boynundaki çiziğin tamamen kapanması ve etrafa koku yaymaması için son bir kez uzanıp yaladım ve suratına bakıp gülümsedim.
O an hiç beklemediğim bir şey yaptı ve bana içindeki bütün nefretle bir tokat attı...
--
Bana bunları yaptığı için ondan nefret ediyordum.
“Senden nefret ediyorum !” diye bağırdım gözlerimi sıkı sıkı kapatıp. Hızla kalktım ve o yorgun halimle ağaçlara tutuna tutuna ormanın derinliklerine koştum. Arkama baktığımda hala gözlerini sonuna kadar açmış bir şekilde yanağını tuttuğunu gördüm. Ağlayarak ve hızla oradan uzaklaştım...
--
Ne yapmıştım ben?.. Vincent’ın anlındaki hilale dokundum. Eski haline döndüğünde saatine baktım ve şoka girdim. Saat gece 12.04’tü.
“Kış...” diye fısıldadım. Vincent’ın suratına baktığımda suratının kireç beyazı olduğunu ve ağzı açık bir şekilde ormanın derinliklerine baktığını gördüm. Omuzlarından tutup sertçe sarstım.
“Hepsi senin yüzünden, Ophelia’yı çağır, hemen !” diye kükredi.
Ardından ellerimi sertçe ittirdi ve koşmaya başladı. Kar yoktu, yapraklar hala yerdeydi ve hava hala serindi. Gözlerimi kapattım, bir süre sonra sert rüzgârlar esmeye başladı ve ayaklarımın soğuduğunu hissettim. Gözlerimi açtığımda her tarafın karlarla kaplı olduğunu ve buz gibi rüzgârların taşıdığı kar kütlelerini gördüm.
“Artık çok geç...” dedim, umudumu kaybediyordum. Zihnimle Ophelia’yı çağırdım. Aramızdaki sıkı bağ yüzünden benim duygularımı, neler düşündüğümü ve nerede olduğumu biliyordu.
Aradan birkaç dakika geçmişti. Ayaklarımın dibine baktığımda mavi bir çiçeğin-ki bunun mavi bir kardelen olduğunu sanıyorum-açtığını gördüm.
Yavaşça eğilip avucumu açtım ve tırnağımla bir çizik attım. Kam damlası tam çiçeğin ortasına düşmüştü, çiçek kırmızıya dönüyordu. Büyüdü... Büyüdü... Ve bir insan formunu alana kadar büyüdü. Ophelia...
By~ me -is back ~
whuu. farklı bakış açılarından anlatman çok yaratıcıydı.
yorum yorum dedin
manga okuyorum dedim dinlemedin
al sana yorum
olursun umarım tosun (kafiyeli olsun diye xD)
---
demek kışın gelmesini istememesinin nedeni buymuuş Lorien,Ophelia ve Vincent rulez öhöm Lyndis ölsün ne sevinirim ya *-* bu arada bentenide sevdim onada artık sulanabilirim xD süper karakterler inti-chan *-* sıra sıra başkalarına anlattırıyorsun ya hikayeyi daha güzel oluyor böyle devam et *-*
manga okuyorum dedim dinlemedin
al sana yorum
olursun umarım tosun (kafiyeli olsun diye xD)
---
demek kışın gelmesini istememesinin nedeni buymuuş Lorien,Ophelia ve Vincent rulez öhöm Lyndis ölsün ne sevinirim ya *-* bu arada bentenide sevdim onada artık sulanabilirim xD süper karakterler inti-chan *-* sıra sıra başkalarına anlattırıyorsun ya hikayeyi daha güzel oluyor böyle devam et *-*
Saphira yazmış:
Bonten-sama sadece benim bacım gomenne xD Tamam Kyo'yu sakin sakin paylaşıyoruz bkunu çıkarma Ô__ô`
We dier arkadaşlara çook teşekkür ediyorum bu kadar kişinin okuycaanı tahmin bile edememiştim O.o
6. Bölümü Yarın sabahtan koyucam ^___^ Heyyt~!
Ayrıca mervito sen zaten bilion bacım O okuduun 9 bölümü koycam buraya 10. bölüm WTF olcak galiba
By~ me -is back ~
Ortama son noktayı koyan bölüm XD Mervito koş XD
__________________________________
“ Başın büyük belada...” dedi tıslar gibi. Sinirli olduğu zamanlardaki sesi beni hep korkutmuştu ve hala daha korkmaya devam ediyorum.
“Ophelia ben,” bir tokatta Ophelia’dan gelmişti.
“Sırf sen, ona zarar verme dedin diye ben orada o kadar aç olmama rağmen onu bıraktım. Şimdi sen o ‘17 yaşında ki kıza’ bunlarımı yapıyorsun?” suratındaki ifade küçülmeme yetecek kadar ağırdı. Hiçbir cevap veremezdim çünkü haklıydı.
Ellerini şakaklarına koydu ve gözlerini kapattı. Derin derin nefesler almaya başladı. “Vincent’ın peşinden git ben size yetişirim” dedi.
Söylediğini yaptım, ağaçların arasına dalan Vincent’ın gittiği yöne doğru koşmaya başladım. Sonra durakladım ve etrafıma bakındım, arkamdan siyah bir gölgenin geçtiğine yemin edebilirdim. Tek başımda, birden fazla kar tilkisiyle asla savaşamazdım. Kanatlarımı açtım, bir kez daha etrafıma bakındıktan sonra toprağa veda ettim. Vincent ve Lyndis’i havadan arayacaktım.
--
“Lanet olsun” diye fısıldadım. Evden, evimden ve açıklıktan oldukça uzaklaşmıştım.
Ay ışığı bile olduğum yeri unutmuş gibiydi ki neredeyse bir gram ışık bile yoktu.
Oldukça sessiz bir şekilde nefes alıp vermekte gayret gösteriyordum. Çünkü arkamdan bir gölgenin geçtiğine yemin edebilirdim. Sessizce ıslak, soğuk ve beyaz yere oturdum. Daha şimdiden parmak uçlarımı hissetmiyordum.
Kafamı her çevirdiğimde, etrafa bakındığımda ve gözlerimi açıp kapattığımda gölgelerin çoğaldığını fark ediyordum. Kalbim hiç bu kadar hızlı atmamıştı, gerçekten korkuyordum. Soğuktan dişlerimin titrediğini fark ettiğimde ellerimi ovalamaya başladım ve sıcak şeyler düşünmeye çalıştım.
Kendimi ısıtmaya konsantre olduğumdan, gözümün önündeki bir çift kırmızı, parlak gözü fark edememiştim. Bu Ophelia olabilirdi.
“O-Ophelia” vücudum donmaya başladığından konuşma bozukluğu yaşıyordum.
Cevap gelmemişti sadece derinden gelen hırlamalar ve tıslamalar duyuyordum.
Yavaş yavaş ayağa kalktım ve geriye doğru bir adım attım. Sendeleyip arkaya düşmüştüm. Kırmızı gözler bana yaklaşmıştı, yaklaştığında kırmızı gözlere birde beyaz, sivri dişlerin eklendiğini gördüm ve;
“S-Sen Ophelia d-değilsin” dedim. Ve sonra bir çığlık koy verdim.
--
Çığlık...
Bu Lyndis’in sesi olmalıydı. Daha da hızlandım (İmdat kanatlarım alev alacak! ).
Tam o sırada aşağıda koşan Vincent’ı gördüm, doğumuzda ve kuzeyde birkaç kar tilkisi vardı. Onları havadan alt edebilirdim. Ama Lyndis...
“”
--
Elimi korunmak için öne attığımda beyaztilkiden gelen feryadı duydum. Ne yapmıştım da böyle bağırmıştı? Gözlerimi açtım ve tilkinin küle döndüğünü gördüm. Vincent, Ophelia veya Lorien’in beni bulduğunu sanarak etrafıma bakındım. Ama bakmam gereken yer etrafım değil avucumdu. Ellerim tamamıyla ateşle kaplıydı. İlk başta ellerimin yanıyor olduğunu düşündüm ve sallamaya başladım, ama sonra bunun canımı yakmadığını fark ettim. Büyük ağaç tarafından bahşedilmiş bir güç olduğuna adım gibi emindim.
Sonra Vincent’ı hissettim. Bunun nasıl olduğunu bilmiyordum ama onu hissetmiştim.
Yakındaydı... Hem de çok yakında... Bunu söylememle yere yuvarlanmam bir olmuştu. Sırtımı sertçe yere çarpmıştım, birkaç saniyeliğine nefesim kesilmişti ve başım dönmüştü ama gözlerimi açtığımda bunun Vincent olduğu gördüm. Daha tek laf bile edemeden dudağıma yapıştı. Bu ısınmama yetmişti. Midemde garip bir his vardı. Bir günde iki kişinin beni öpmesi çok garipti.
Yavaşça üstümden kalktı, beraberinde beni de kaldırmıştı.
“Seni bulduğuma sevindim. Çok ama çok özür dilerim.” Diye mırıldandı.
“Senin suçun değildi...” dedim. Öpmek için tekrar eğildiğinde, büyük bir gürültüyle, ağaçları eğerek Lorien yere indi. Yerde dize kadar kar olmasına rağmen hızla koşup bana sarıldı. Uzun ve sıkı sıkı bir sarılıştı. Ve suratında o beni benden alan ve içimdeki buzları eriten gülümsemesi vardı.
“Hemen gidelim buradan” dedi. Beni kucağına aldı, ardından gülümsemeye devam ederek Vincent’a döndü “ Sen karadan git, benden daha hızlısın. Bir şey olursa anlarım.” dedi.
Vincent göz açıp kapayıncaya kadar ortadan kaybolmuştu. Arkasından sadece o mükemmel parfüm kokusunu bırakmıştı.
“Senden hala nefret ediyorum.” Dedim. Tekrar tekrar özür diliyordu, suratında berbat bir ifade vardı ve gerçekten üzgündü.
“Buranın bir adı varmı?” diye sordum.
Derin bir nefes aldı;
“Cantabilian...”diye cevap verdi.
Ardından bir tilkinin uluması duyuldu. Sesler çoğalıyordu, geceye son noktayı koyan uluma, en nefret dolu, kükremeyi andıran ve tahminime göre liderlerinin olan ulumaydı...
6. Bölüm sonu...
__________________________________
“ Başın büyük belada...” dedi tıslar gibi. Sinirli olduğu zamanlardaki sesi beni hep korkutmuştu ve hala daha korkmaya devam ediyorum.
“Ophelia ben,” bir tokatta Ophelia’dan gelmişti.
“Sırf sen, ona zarar verme dedin diye ben orada o kadar aç olmama rağmen onu bıraktım. Şimdi sen o ‘17 yaşında ki kıza’ bunlarımı yapıyorsun?” suratındaki ifade küçülmeme yetecek kadar ağırdı. Hiçbir cevap veremezdim çünkü haklıydı.
Ellerini şakaklarına koydu ve gözlerini kapattı. Derin derin nefesler almaya başladı. “Vincent’ın peşinden git ben size yetişirim” dedi.
Söylediğini yaptım, ağaçların arasına dalan Vincent’ın gittiği yöne doğru koşmaya başladım. Sonra durakladım ve etrafıma bakındım, arkamdan siyah bir gölgenin geçtiğine yemin edebilirdim. Tek başımda, birden fazla kar tilkisiyle asla savaşamazdım. Kanatlarımı açtım, bir kez daha etrafıma bakındıktan sonra toprağa veda ettim. Vincent ve Lyndis’i havadan arayacaktım.
--
“Lanet olsun” diye fısıldadım. Evden, evimden ve açıklıktan oldukça uzaklaşmıştım.
Ay ışığı bile olduğum yeri unutmuş gibiydi ki neredeyse bir gram ışık bile yoktu.
Oldukça sessiz bir şekilde nefes alıp vermekte gayret gösteriyordum. Çünkü arkamdan bir gölgenin geçtiğine yemin edebilirdim. Sessizce ıslak, soğuk ve beyaz yere oturdum. Daha şimdiden parmak uçlarımı hissetmiyordum.
Kafamı her çevirdiğimde, etrafa bakındığımda ve gözlerimi açıp kapattığımda gölgelerin çoğaldığını fark ediyordum. Kalbim hiç bu kadar hızlı atmamıştı, gerçekten korkuyordum. Soğuktan dişlerimin titrediğini fark ettiğimde ellerimi ovalamaya başladım ve sıcak şeyler düşünmeye çalıştım.
Kendimi ısıtmaya konsantre olduğumdan, gözümün önündeki bir çift kırmızı, parlak gözü fark edememiştim. Bu Ophelia olabilirdi.
“O-Ophelia” vücudum donmaya başladığından konuşma bozukluğu yaşıyordum.
Cevap gelmemişti sadece derinden gelen hırlamalar ve tıslamalar duyuyordum.
Yavaş yavaş ayağa kalktım ve geriye doğru bir adım attım. Sendeleyip arkaya düşmüştüm. Kırmızı gözler bana yaklaşmıştı, yaklaştığında kırmızı gözlere birde beyaz, sivri dişlerin eklendiğini gördüm ve;
“S-Sen Ophelia d-değilsin” dedim. Ve sonra bir çığlık koy verdim.
--
Çığlık...
Bu Lyndis’in sesi olmalıydı. Daha da hızlandım (İmdat kanatlarım alev alacak! ).
Tam o sırada aşağıda koşan Vincent’ı gördüm, doğumuzda ve kuzeyde birkaç kar tilkisi vardı. Onları havadan alt edebilirdim. Ama Lyndis...
“”
--
Elimi korunmak için öne attığımda beyaztilkiden gelen feryadı duydum. Ne yapmıştım da böyle bağırmıştı? Gözlerimi açtım ve tilkinin küle döndüğünü gördüm. Vincent, Ophelia veya Lorien’in beni bulduğunu sanarak etrafıma bakındım. Ama bakmam gereken yer etrafım değil avucumdu. Ellerim tamamıyla ateşle kaplıydı. İlk başta ellerimin yanıyor olduğunu düşündüm ve sallamaya başladım, ama sonra bunun canımı yakmadığını fark ettim. Büyük ağaç tarafından bahşedilmiş bir güç olduğuna adım gibi emindim.
Sonra Vincent’ı hissettim. Bunun nasıl olduğunu bilmiyordum ama onu hissetmiştim.
Yakındaydı... Hem de çok yakında... Bunu söylememle yere yuvarlanmam bir olmuştu. Sırtımı sertçe yere çarpmıştım, birkaç saniyeliğine nefesim kesilmişti ve başım dönmüştü ama gözlerimi açtığımda bunun Vincent olduğu gördüm. Daha tek laf bile edemeden dudağıma yapıştı. Bu ısınmama yetmişti. Midemde garip bir his vardı. Bir günde iki kişinin beni öpmesi çok garipti.
Yavaşça üstümden kalktı, beraberinde beni de kaldırmıştı.
“Seni bulduğuma sevindim. Çok ama çok özür dilerim.” Diye mırıldandı.
“Senin suçun değildi...” dedim. Öpmek için tekrar eğildiğinde, büyük bir gürültüyle, ağaçları eğerek Lorien yere indi. Yerde dize kadar kar olmasına rağmen hızla koşup bana sarıldı. Uzun ve sıkı sıkı bir sarılıştı. Ve suratında o beni benden alan ve içimdeki buzları eriten gülümsemesi vardı.
“Hemen gidelim buradan” dedi. Beni kucağına aldı, ardından gülümsemeye devam ederek Vincent’a döndü “ Sen karadan git, benden daha hızlısın. Bir şey olursa anlarım.” dedi.
Vincent göz açıp kapayıncaya kadar ortadan kaybolmuştu. Arkasından sadece o mükemmel parfüm kokusunu bırakmıştı.
“Senden hala nefret ediyorum.” Dedim. Tekrar tekrar özür diliyordu, suratında berbat bir ifade vardı ve gerçekten üzgündü.
“Buranın bir adı varmı?” diye sordum.
Derin bir nefes aldı;
“Cantabilian...”diye cevap verdi.
Ardından bir tilkinin uluması duyuldu. Sesler çoğalıyordu, geceye son noktayı koyan uluma, en nefret dolu, kükremeyi andıran ve tahminime göre liderlerinin olan ulumaydı...
6. Bölüm sonu...
By~ me -is back ~
3. sayfa (Toplam 6 sayfa) [ 59 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |