Güldestem... Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3 ... 16, 17, 18, 19, Sonraki |
Yazar
Mesaj
Gabriellacım, canım;
Beğendiğin için teşekkürler, yine çok mutlu ettin beni. Ya herkes çatlatma olayını sorar soruşturur oldu, nası iş anlamadım. Ama muhteşem iki bölümle olicek, madem merak ettiniz bunu bari söyleyeyim. Bu arada sanırım o siteyi konu dışı başlıkta vermiştin, ama buraya da koyarsan sevinirim cnım
Seras;
Ya, ama bak sen ağlama ya. Bende ağlarım sonra bak. İnsanlık hali, olur böyle vakalar. Dert etme lütfen bu konuyu. Okuyup yorum yazman bile benim için bir şeref. Hatta istediğin kadar yaz. Hatta ve hatta, tüm sinir sitresini burda atabilirsin, sorun yok benim için
Şimdi ehm... Herkes şu çatır çatır çatlatma meselesini sorar oldu, spoiler isteği istek üzerine. Söylemese miydim diyorum. Siz benden o sahneyi istiyorsunuz, ama benim ondan önce, bu sahneye ulaşabilmem için, sizlere başka ipucuları vermem, ve Lerzan'ı da arada bir kızdırmam gerekiyor. Şu Mert meselesine gelecek olursak, herkes bi tepkidir almış başını gidiyor. Tamam, kabul. Bende kızdım yazarken , ama bu kadar kızmayın sakın. Mert'i savunmuyorum ama, şunu söyleyeyim; eğer Mert o mektubu bulmamış olsaydı, sizlerde bu mektuptan haberdar olamayacaktınız.Hangi mektup? Bi de o mesele var işin içinde.
Neyse, benim çenem çok düştü. Beni çok mutlu ettin Serascım. Bi dahaki bölüme daha çabuk yetişirsin diye umuyorum. Tekrar teşekkürler.
Saygılar, sevgiler, hürmetler efeeeenm...
Beğendiğin için teşekkürler, yine çok mutlu ettin beni. Ya herkes çatlatma olayını sorar soruşturur oldu, nası iş anlamadım. Ama muhteşem iki bölümle olicek, madem merak ettiniz bunu bari söyleyeyim. Bu arada sanırım o siteyi konu dışı başlıkta vermiştin, ama buraya da koyarsan sevinirim cnım
Seras;
Ya, ama bak sen ağlama ya. Bende ağlarım sonra bak. İnsanlık hali, olur böyle vakalar. Dert etme lütfen bu konuyu. Okuyup yorum yazman bile benim için bir şeref. Hatta istediğin kadar yaz. Hatta ve hatta, tüm sinir sitresini burda atabilirsin, sorun yok benim için
Şimdi ehm... Herkes şu çatır çatır çatlatma meselesini sorar oldu, spoiler isteği istek üzerine. Söylemese miydim diyorum. Siz benden o sahneyi istiyorsunuz, ama benim ondan önce, bu sahneye ulaşabilmem için, sizlere başka ipucuları vermem, ve Lerzan'ı da arada bir kızdırmam gerekiyor. Şu Mert meselesine gelecek olursak, herkes bi tepkidir almış başını gidiyor. Tamam, kabul. Bende kızdım yazarken , ama bu kadar kızmayın sakın. Mert'i savunmuyorum ama, şunu söyleyeyim; eğer Mert o mektubu bulmamış olsaydı, sizlerde bu mektuptan haberdar olamayacaktınız.Hangi mektup? Bi de o mesele var işin içinde.
Neyse, benim çenem çok düştü. Beni çok mutlu ettin Serascım. Bi dahaki bölüme daha çabuk yetişirsin diye umuyorum. Tekrar teşekkürler.
Saygılar, sevgiler, hürmetler efeeeenm...
ahhh ahhh inş görürüz o günleri en kısa zamanda aslında bizim şu çatlatma meselesine kafayı takmamız bi bakımdan da şu geri ukala kendini beğenmiş lerzan yüzünden.benim yakınımda da var böleleri belki de ondan bu isteğim .olsun ama biz seni çok sıkıştırmayayım çünkü senin kafanda belli bir senaryo çoktan var .bunu bozmak istemem.bu arada ben site adını verdiğimi hatırlamıyom ama belki de sen karşılaştın zaten bu aralar bizim ailede bana ''bu yaştan bu kadar unutkansan ilerde nolur kim bilir?'' diye tepkiler var yani neyse katlancaz bakalım artık pek sık giremiycem yani hafta sonları bide belki hafta içi 1-2 gün o yüzden kusura bakma canım olur mu çok konuştum herkese öpücükler bye
Çok mu uzun oldu bilmiyorum.Ama nedense olayların hareketlenmesiyle, ben de de bir fıkırtıdır başladı.Daha da yazacaktım da, (hatta diğer bölümünde yarısı hazır) bilgisayara geçirmek o kadar kolay olmuyor.Sizler bölümü okumadan önce, 10. bölümümü uzunn bir zamandır bizlerle beraber olmakta güçlük çeken, net kurbanı psico ablama ve bölümü yazarken aklımdan çıkmayan birücük kankam Uchiha'ya ithaf ettiğimi söylemek istiyorum. Mert'i anlattığım sahnede, Kara Kedinin miyawlamaya başladığını görür gibiyim.Gabriella ve Seras'ın da Alara'dan hoşnut kalacağını umuyorum.Kapanış paragrafında da, özellikle mangakacım CaNıM, onu düşündüğümü belirtmek isterim.Bu durum sadece bu bölüm için geçerli değil.Diğer üyelerin de bana ilham kaynağı olduğu sahnelerim var.Tabii ki de, bu sahnelerde ithaflarım olacak. Ben bu hikayeyi, sizler sayesinde yazıyorum.Lütfen bunu bilin.Ve 10. Bölümmmm Mürekkep Damlaları ve Karanlık Bulutlar…************************************
Güneş batmak üzereydi. On beşinci katta oturmasına rağmen çekinmeyip, geniş balkonuna çıkmıştı. Oturduğu sandalyeden kıpırdamadan elindeki resim albümünün sayfalarını çeviriyordu. Gün ışıklarıyla parlayan sarı saçları, hafif esen rüzgârda dalgalanıyordu. Fotoğraflara daldırdığı yeşil gözleri, birilerini aradığını belli ediyordu. Aradan sadece birkaç hafta geçmişti ama Çağatay kuzenini çok özlemişti…
Sinirli bir şekilde kapanan kapının “çat” sesiyle irkildi. Kimin geldiğine bakmak için başını uzattı. Kedisinden iki yaş küçük, siyah bukleleri Birgül ablasının saçları gibi belini kapatan, ela gözlü güzel bir kız, sinirli bir şekilde çantasını fortmantonun üzerine bıraktı. Gülümsedi. Kız kardeşinin sinirli halleri, onu daima güldürürdü.
—Hoş geldin!
—Hoş bulduk da. E sen okulda değil miydin?
Son iki ders boştu, okuldan erken çıktım. Bu akşam yalnızız. Annem nöbete kalmış. İyi oldu, kafası dağılır biraz.
Sinirli yüzü gevşedi. Birgül’ün ki gibi buruk, ama güzel bir ifadeyle gülümsedi.
—Hatırlar mısın? Annem nöbete kaldığında, gece geç saatlere kadar film izlerdik birlikte.
—Yine izleriz.
—Olur, ama onun her sahnesine bir espri bulduğu, birlikte izlediğimiz filmler kadar zevkli olmaz. Hem sen, mısır patlatmayı beceremiyorsun.
Bu sözler Çağatay’ın da gülümsemesine neden oldu.
—Hadi üzerini değiştir de, balkona gel. Birlikte albümlere bakalım.
Tekrar sandalyesine oturup, albümü eline aldı. Sayfayı bir kez daha çevirdiğinde, en sevdiği fotoğrafla karşılaştı. Bu fotoğrafta, henüz altı yaşında şeker bir çocuktu. Sarı saçları birbirine karışmış, dişlerini gösterip, gözlerini kısarak muzip bir tavırla sırıtmıştı. Masum ve hoşça poz vererek gülümseyen biricik kuzeni Birgül, arkasından iki kulak yaptığının farkında bile değildi. Aralarına oturan dört yaşındaki küçük kardeşi, “peyniy” derken Birgül’ün elini tutmuştu. Birgül’ün yanına, kız kardeşine çok benzeyen, gülümseyişi huzur dolu güzel bir kız oturmuştu. Kuzeni başından beri “Hayal Perim” dediği bu kızı örnek alırdı. Başından beri, Birgül’ün o güzel gülüşünü bu kızın gamzelerine benzetirdi. Çağatay’ın yanınaysa, siyah saçlı, ela gözlü, yine kendilerinden büyük, yakışıklı bir çocuk oturmuştu.”Hayal Perisi’nin ikiz kardeşi…” Bu resme her baktığında, o güzel perilerin gülüşlerini izlerdi. “Hayal Perisi, Gül Perisi ve Su Perisi…” Resmi güzel kılanın birbirinden güzel bu tebessümlerin olduğunu düşünürdü.
—Birgül ablam ne kadar güzel çıkmış burada, değil mi? Arkasından iki kulak yapmasan, ölürsün tabi. Haberi yok zavallımın, ne yapsın?
—O günleri çok özledim. Keşke yine arkasından iki kulak yapsam da, azarını işitsem.
—İstediğin şeye bir bakar mısın? Ben olsam, onların geri dönmesini isterdim…
Aralarında kısa bir sessizlik oluştu. İkisi de gözlerini güneş ışığıyla parlayan fotoğrafa dikmişti.
—Onları görmeyeli… Ne kadar oldu?
Çağatay’ın yüzündeki burukluk, kardeşinin sorusuyla üzüntüye çevrildi.
—Yaklaşık… Dört yıl kadar.
—Keşke onunla gitmeme izin verseydi. Onları çok özledim En azından, biraz hasret giderirdim.
-O kadar kolay değil. Hâlâ anıları saklı orada. Birgül nasıl hüzünlü anlatamam. Gülümsemeden dolaşıyor evin içinde. İki gün orada kaldık, bir kez bile üst kata çıkmaya cesaret edemedi. “Ben anıların karşısına, eskisi gibi çıkarsam, dayanamam.” Diyerek kendine neler yaptı. Okulun ilk günü herkes zombi görmüş gibi onu izledi. Belli etmedim ama nasıl sıkıldığımı anlatamam.
—Rahat bırakalım. Böylesi ona daha iyi gelecektir. Alışmaya çalışıyor. Zamanı gelince, normale dönecektir. Anlayışlı davran. Sen onu görmeyeli iki haftayı geçti. Utanmasan, saat başı arayacaksın. O ne yapsın?
Çağatay içini çekerek elindeki albümü kapattı.
—Neyse, bu konu konuşmakla tükenmez. Eve girerken neden sinirliydin “Su Perisi”?
Sorulan soru üzerine neden kızdığını hatırladı. Yüzü yine sinirli bir şekilde gerildi. Gür ve sinirli bir sesle cevap verdi.
—İyi ki okulda değildin, yoksa dayanamazdın. Ben öldürürüm bu adamı ya! Yaptıkları yetmedi, bir de ileri geri konuşuyor arkasından. İdare falan umurumda değil. Elimde kalacak, ona acıyorum. Geçmiş tüm okulun karşısına bir de utanmadan, yok olanlardan dolayı pişman olmuşmuş da, dün kendilerine mesaj çekilmişmiş de, yok efendim tekrar başlamak için ona yalvarmışmış da, arkasından gözyaşı dökmesinden çok acıyormuşmuş da, saymadığı kalmadı ya! “Senin numarasını değil aklında, telefonunda bile tutacak kadar ahmak biri olsaydı, gönderdiğin son mektubu benim gözlerimin önünde yırtmazdı! Sen önce kendine bak!” diye bağırdım tüm okulun önünde meymenetsiz yüzüne. Şeytan diyor ki, ara ablamı, anlat bir bir olanları, açsın tele-
—Sakın İlayda! Sakın! Bunu sen değil, şeytan söylüyor, bak kendin söyledin. Bunları anlatınca ne olacak ki? O çocukta mantık yetmezliği varsa, bunun bedelini biz çekmek zorunda değiliz. Konuşan konuşsun, onu da Birgül’ü de bilen biliyor. Ama bunu ablan duyarsa, ondan önce sen canını yakarsın. Yine sinirlenerek, başına bir şey mi gelsin istiyorsun?
Son sözünden sonra, sakinleşti. Bu kez ciddi bir sesle devam etti.
—Lütfen… İkinci bir şansı olmayabilir. Hatta bu ikinci şansı da eğil. Bu kez… Bu kez kurtulamayabilir.
Konuşması bitince, yavaşça içeri girdi.
İlayda, üzgün bir halde, abisinin kalktığı sandalyeye attı kendini. Abisinin söylediklerinden sonra, ona hak veriyordu. Buları ablasına anlatınca eline ne geçecekti ki? Karşısındaki laftan anlar biri olsa, tüm bunlar başlarına gelmezdi. Ablasını iyi tanıyordu. Tüm olan bitene rağmen, kendisini suçlardı. Burada da olmaması, onu daha da üzerdi. Abisinin kızdığı kişi de kendisi değildi. Ne kadar kızdığını belli edip, onu da uyarmıştı. Aslında tek kızdığı, şu an Birgül’den ayrı olmak zorunda kalmasıydı. Karaktersiz insanlara sinirlenip, olay çıkaracak kadar düzensiz biri olamazdı abisi. Bu kez soruları kendine yöneltti. Peki, o neye kızmıştı? Birgül’ün gitme nedenini iyi biliyordu. Ama ona yapılan haksızlıkları, göz ardı edemezdi. Sinirini o kişiden alsa da, onun da tek istediği, Birgül’ün yanında olmaktı…
****************************************************************
Aradan birkaç hafta geçmiş olmasına rağmen, Birgül ve Alara’nın arası gayet iyiydi. Birgül çok farklıydı. Diğerlerinden çok farklı… Uzaktan hoş durmayan bir fiziği olsa da, gülümsediğinde insana huzur veriyordu. Ne kadar soğuk görünse de, Lerzan’la bile samimi tavırlar içerisinde, gayet sakin ve rahat konuşuyordu. Kendisiyle adeta evire çevire alay ediyordu. Sinir bozucu alaylara, karşısındakini susturacak cevaplar veriyor, ya da hiçbir kelimeyi umursamadan, birkaç dakika sonra onlarla konuşmaya başlıyordu. Bu kızın karakteri kesinlikle ilginçti. Tüm bunlara rağmen, onu kendine yakın hissetmemek imkânsızdı…
Alara bunları düşünürken, Birgül’ün sesiyle irkti.
—Alara, iyi misin? Yolun başından beri bir garipsin. Sabahtan beri yüzün asık. Neler oluyor?
—Şey… Özür dilerim, dalgınım biraz.
—Zorlamak istemiyorum. Ama canını sıkan bir mesele varsa, çekinmeden anlatabilirsin. Seve seve dinlerim.
—Aslına bakarsan… Of… Uzun ve yorucu bir mesele. Sıkılmanı istemem. Ama beni dinleyecek birine çok ihtiyacım var. Eğer dinlemek istersen, okul çıkışı anlatabilirim.
—Peki, tamam o zaman…
Aralarında kısa bir sessizlik oldu, ama Birgül’ün bu sessizliği bozması uzun sürmedi.
—Pınar’la mı ilgili?
Yine o huzur veren gülüşüyle, Alara’nın yeşil gözlerinin içine bakıyordu.
—Evet, ama… Nasıl anla-
—Tahmin ettim. Sınıftakiler kardeşine ne kadar bağlı olduğunu, sağ olsunlar ballandıra ballandıra anlattılar. Okuldakilerin sözlerine takacak kadar alıngan değilsin. Derslerin de gayet iyi. Geriye ne kaldı? Ama farklı bir mesele varsa, orası ayrı.
Alara, huzur içinde Birgül’e baktı.
—Tanışalı uzun bir zaman olmadı belki. Hatta kimin ne dediği umurumda bile değil. Dış görünüşün hakkında yorum yapmak da bana düşmez. Ama seni tanıdığım için mutluyum, arkadaşım olduğun için de öyle…
Okulun kapısından içeri girerken, Birgül duraksadı.
—Sen git, benim kütüphanede küçük bir işim var. Sonra sınıfa gelirim.
Alara sakin adımlarını sınıfa doğru yöneltti. Sınıfa girdiği anda Lerzan’la göz göze geldi. Umursamadan, sırasına çantasını bıraktı. Tam bu esnada Lerzan’ın küçümseyici sözlerini işitti.
—Vay, vay vay… Okulumuzun iyi kalpli ablası, yalnız mı kalmış? Güzeller güzeli iyilik meleğimiz nerede “arkadaşım” !?
Lerzan’ın üzerine basa basa söylediği son kelimenin üzerine, yüz kaslarının sinirli bir şekilde kasılmasına engel olamadı. Arkasını dönüp, sinirle bakan gözlerini Lerzan’a dikti. Sert ve etkili adımlarla yanına geldi. Bilmiş bir ifadeyle gülümseyip, Lerzan’ın üzerine oturduğu masaya ellerini dayadı.
—Bak “arkadaşım”!Sen dâhil kimin hakkımda ne söylediği, ne düşündüğü umurumda bile değil! Eğer benimle halledeceğin bir mesele varsa, benimle hallet. Çevremle değil. Ben seninle olan meselemi, bir yıl önce kapattım…
O sırada sınıftaki uğultu kesilmiş, herkes kapıdan içeri giren Okan’a gözlerini dikmişti. Alara umursamadan, Lerzan’a yaptığı konuşmaya devam etti. Ama bu kez, daha gür konuşmuştu.
—birilerinin de benimle bir meselesi var. Teşrif edip gelirlerse, halledeceğim. Söylediklerinde haklıydın. Ben, hiçbir zaman büyümeyeceğim. Ama bu durumdan şikâyetçi değilim. Bilirsin, henüz büyümemiş çocuklar, “arkadaşlarının” onlara söylediğini umursamayacak kadar afacan ve oyunlarında büyüklerinden yardım almayacak kadar bilinçlidir. İşte ben de, böyle yumurcak bir çocuğum “Lerzan Arkadaşım!” Bilmem anlatabildim mi? Ya da pardon, bilmem, sen anlayabildin mi?
Tekrar arkasını dönüp hiçbir şey olmamış gibi yürüdü ve sırasına oturdu. Zaten gergin bir havaya sahip olan sınıf, birkaç dakika sonra Birgül’ün de sınıfa girmesiyle iyice sessizleşti.
Sınıftaki gergin havayı Birgül de fark etmişti. Sessizce Alara’nın yanına oturdu. Tüm bakışların onlara yoğunlaştığı sınıfa göz gezdirdi ve fısıldayarak konuşmaya başladı.
—Alara, neler oluyor canım? Yoksa birilerinin soğuk esprilerini mi kaçırdım?
Alara hiç çekinmeden yan gözle Lerzan’a bakarak konuştu.
—Bir şey olduğu yok. Sadece Lerzan “arkadaşımla” biraz sohbet ettik. Gerçi, ben konuştum, o dinledi. Ama bu işler parayla değil sırayla…
Bu esnada Deniz, Mert’le konuşuyordu. Ama Mert’in onu dinlemek gibi bir niyeti yoktu.
—Of… Az önce olanları gördün mü? Alara sözleri bomba gibi patlattı Lerzan’ın suratına… Ya sen beni dinliyor musun?
Mert yazdığı yazıyı bırakıp kafasını kaldırdı.
—Efendim… He, evet. Bomba! İşte o bomba, bu gün okul çıkışı patlayacak. “Birgül’ün Bir tanesi”, tüm okulun karşısında! Akşam kütüphanede topluyorum okulu. Sen de gelsene! Çıkışta da bir şeyler yaparız.
—Bir taneler götürsün seni, e mi? Sanki pazardan domates, biber almaya çağırıyor. Sana ne kızın özelinden ya! Bunun sonu iyi değil Mert! Bak bir kez daha söylüyorum!
—Kötülere bir şey olmaz…
—Bak henüz ortada bir şey yok. Gel unutalım bu konuyu.
Mert yazı yazdığı kâğıdı, uçak şeklinde katlamıştı. Ayağa kalkıp sınıfın diğer ucundaki bir kıza fırlattı. Muzip tavrıyla Deniz’e döndü.
—Yaptım bile… Artık çok geç!
Alara kendine herkesten habersiz yeni bir sayfa açmışken, üzerine damlayan mürekkep damlalarından korkuyordu. Unutmak istediği dünlerin, yarınlarına yansıması onu endişelendiriyordu. Hele ki, ne kadar silerse silsin, çıkaramadığı hataları Lerzan ve Okan varken… Kokuyordu, çünkü bundan önceki sayfasında, mürekkep hokkası, defterinin üzerinde kırılmıştı. Ama hiçbir sayfa diğeriyle aynı şekilde yazılmaz, diğeriyle aynı şeyleri bulundurmazdı. Yeni sayfası mürekkep damlalarıyla kirlense de, hiçbir damla birbiriyle aynı anda dağılmazdı…
Birgül ise hayallerinin gölgesine sığınmış, arkasını tek hamlede dönüp güneşini izlemeye çekiniyordu. Ya döndüğü anda, karanlıklar altında kalırsa?.. İşte o karanlığı görmeye dayanamazdı. Kendini hazırlamıştı. Yavaş yavaş, adım adım dönecekti arkasını. Karanlık bulutlara şans tanımadan, belli etmeden görecekti güneşini. Bunu yapmaya alıştığında, bulutlar hiçbir şey bilmeden kavuşacaktı ışığına. Ama onunda bilmediği, farkında olmadığı şeyler vardı; haberi olmadan geçmiş hesapları açılmış, mutsuz olmaması için onu özleyen kuzenleri tarafından bu durum saklanmıştı. Daha da kötüsü, birileri ondan önce güneşini izleyecek kadar cesur ve kaygısızdı. Ama bu korkusuz kişinin de unuttuğu, her güneşin birbirinden farklı olduğuydu. Tıpkı bembeyaz sayfalar, damlayan mürekkepler ve gün ışığında saklı hayaller gibi… Hangi mürekkep damlası, kimin, kaçıncı sayfasında, nasıl dağılıp, hangi güneşi söndürecek; işte bunu tek bilen zamandı…
Güneş batmak üzereydi. On beşinci katta oturmasına rağmen çekinmeyip, geniş balkonuna çıkmıştı. Oturduğu sandalyeden kıpırdamadan elindeki resim albümünün sayfalarını çeviriyordu. Gün ışıklarıyla parlayan sarı saçları, hafif esen rüzgârda dalgalanıyordu. Fotoğraflara daldırdığı yeşil gözleri, birilerini aradığını belli ediyordu. Aradan sadece birkaç hafta geçmişti ama Çağatay kuzenini çok özlemişti…
Sinirli bir şekilde kapanan kapının “çat” sesiyle irkildi. Kimin geldiğine bakmak için başını uzattı. Kedisinden iki yaş küçük, siyah bukleleri Birgül ablasının saçları gibi belini kapatan, ela gözlü güzel bir kız, sinirli bir şekilde çantasını fortmantonun üzerine bıraktı. Gülümsedi. Kız kardeşinin sinirli halleri, onu daima güldürürdü.
—Hoş geldin!
—Hoş bulduk da. E sen okulda değil miydin?
Son iki ders boştu, okuldan erken çıktım. Bu akşam yalnızız. Annem nöbete kalmış. İyi oldu, kafası dağılır biraz.
Sinirli yüzü gevşedi. Birgül’ün ki gibi buruk, ama güzel bir ifadeyle gülümsedi.
—Hatırlar mısın? Annem nöbete kaldığında, gece geç saatlere kadar film izlerdik birlikte.
—Yine izleriz.
—Olur, ama onun her sahnesine bir espri bulduğu, birlikte izlediğimiz filmler kadar zevkli olmaz. Hem sen, mısır patlatmayı beceremiyorsun.
Bu sözler Çağatay’ın da gülümsemesine neden oldu.
—Hadi üzerini değiştir de, balkona gel. Birlikte albümlere bakalım.
Tekrar sandalyesine oturup, albümü eline aldı. Sayfayı bir kez daha çevirdiğinde, en sevdiği fotoğrafla karşılaştı. Bu fotoğrafta, henüz altı yaşında şeker bir çocuktu. Sarı saçları birbirine karışmış, dişlerini gösterip, gözlerini kısarak muzip bir tavırla sırıtmıştı. Masum ve hoşça poz vererek gülümseyen biricik kuzeni Birgül, arkasından iki kulak yaptığının farkında bile değildi. Aralarına oturan dört yaşındaki küçük kardeşi, “peyniy” derken Birgül’ün elini tutmuştu. Birgül’ün yanına, kız kardeşine çok benzeyen, gülümseyişi huzur dolu güzel bir kız oturmuştu. Kuzeni başından beri “Hayal Perim” dediği bu kızı örnek alırdı. Başından beri, Birgül’ün o güzel gülüşünü bu kızın gamzelerine benzetirdi. Çağatay’ın yanınaysa, siyah saçlı, ela gözlü, yine kendilerinden büyük, yakışıklı bir çocuk oturmuştu.”Hayal Perisi’nin ikiz kardeşi…” Bu resme her baktığında, o güzel perilerin gülüşlerini izlerdi. “Hayal Perisi, Gül Perisi ve Su Perisi…” Resmi güzel kılanın birbirinden güzel bu tebessümlerin olduğunu düşünürdü.
—Birgül ablam ne kadar güzel çıkmış burada, değil mi? Arkasından iki kulak yapmasan, ölürsün tabi. Haberi yok zavallımın, ne yapsın?
—O günleri çok özledim. Keşke yine arkasından iki kulak yapsam da, azarını işitsem.
—İstediğin şeye bir bakar mısın? Ben olsam, onların geri dönmesini isterdim…
Aralarında kısa bir sessizlik oluştu. İkisi de gözlerini güneş ışığıyla parlayan fotoğrafa dikmişti.
—Onları görmeyeli… Ne kadar oldu?
Çağatay’ın yüzündeki burukluk, kardeşinin sorusuyla üzüntüye çevrildi.
—Yaklaşık… Dört yıl kadar.
—Keşke onunla gitmeme izin verseydi. Onları çok özledim En azından, biraz hasret giderirdim.
-O kadar kolay değil. Hâlâ anıları saklı orada. Birgül nasıl hüzünlü anlatamam. Gülümsemeden dolaşıyor evin içinde. İki gün orada kaldık, bir kez bile üst kata çıkmaya cesaret edemedi. “Ben anıların karşısına, eskisi gibi çıkarsam, dayanamam.” Diyerek kendine neler yaptı. Okulun ilk günü herkes zombi görmüş gibi onu izledi. Belli etmedim ama nasıl sıkıldığımı anlatamam.
—Rahat bırakalım. Böylesi ona daha iyi gelecektir. Alışmaya çalışıyor. Zamanı gelince, normale dönecektir. Anlayışlı davran. Sen onu görmeyeli iki haftayı geçti. Utanmasan, saat başı arayacaksın. O ne yapsın?
Çağatay içini çekerek elindeki albümü kapattı.
—Neyse, bu konu konuşmakla tükenmez. Eve girerken neden sinirliydin “Su Perisi”?
Sorulan soru üzerine neden kızdığını hatırladı. Yüzü yine sinirli bir şekilde gerildi. Gür ve sinirli bir sesle cevap verdi.
—İyi ki okulda değildin, yoksa dayanamazdın. Ben öldürürüm bu adamı ya! Yaptıkları yetmedi, bir de ileri geri konuşuyor arkasından. İdare falan umurumda değil. Elimde kalacak, ona acıyorum. Geçmiş tüm okulun karşısına bir de utanmadan, yok olanlardan dolayı pişman olmuşmuş da, dün kendilerine mesaj çekilmişmiş de, yok efendim tekrar başlamak için ona yalvarmışmış da, arkasından gözyaşı dökmesinden çok acıyormuşmuş da, saymadığı kalmadı ya! “Senin numarasını değil aklında, telefonunda bile tutacak kadar ahmak biri olsaydı, gönderdiğin son mektubu benim gözlerimin önünde yırtmazdı! Sen önce kendine bak!” diye bağırdım tüm okulun önünde meymenetsiz yüzüne. Şeytan diyor ki, ara ablamı, anlat bir bir olanları, açsın tele-
—Sakın İlayda! Sakın! Bunu sen değil, şeytan söylüyor, bak kendin söyledin. Bunları anlatınca ne olacak ki? O çocukta mantık yetmezliği varsa, bunun bedelini biz çekmek zorunda değiliz. Konuşan konuşsun, onu da Birgül’ü de bilen biliyor. Ama bunu ablan duyarsa, ondan önce sen canını yakarsın. Yine sinirlenerek, başına bir şey mi gelsin istiyorsun?
Son sözünden sonra, sakinleşti. Bu kez ciddi bir sesle devam etti.
—Lütfen… İkinci bir şansı olmayabilir. Hatta bu ikinci şansı da eğil. Bu kez… Bu kez kurtulamayabilir.
Konuşması bitince, yavaşça içeri girdi.
İlayda, üzgün bir halde, abisinin kalktığı sandalyeye attı kendini. Abisinin söylediklerinden sonra, ona hak veriyordu. Buları ablasına anlatınca eline ne geçecekti ki? Karşısındaki laftan anlar biri olsa, tüm bunlar başlarına gelmezdi. Ablasını iyi tanıyordu. Tüm olan bitene rağmen, kendisini suçlardı. Burada da olmaması, onu daha da üzerdi. Abisinin kızdığı kişi de kendisi değildi. Ne kadar kızdığını belli edip, onu da uyarmıştı. Aslında tek kızdığı, şu an Birgül’den ayrı olmak zorunda kalmasıydı. Karaktersiz insanlara sinirlenip, olay çıkaracak kadar düzensiz biri olamazdı abisi. Bu kez soruları kendine yöneltti. Peki, o neye kızmıştı? Birgül’ün gitme nedenini iyi biliyordu. Ama ona yapılan haksızlıkları, göz ardı edemezdi. Sinirini o kişiden alsa da, onun da tek istediği, Birgül’ün yanında olmaktı…
****************************************************************
Aradan birkaç hafta geçmiş olmasına rağmen, Birgül ve Alara’nın arası gayet iyiydi. Birgül çok farklıydı. Diğerlerinden çok farklı… Uzaktan hoş durmayan bir fiziği olsa da, gülümsediğinde insana huzur veriyordu. Ne kadar soğuk görünse de, Lerzan’la bile samimi tavırlar içerisinde, gayet sakin ve rahat konuşuyordu. Kendisiyle adeta evire çevire alay ediyordu. Sinir bozucu alaylara, karşısındakini susturacak cevaplar veriyor, ya da hiçbir kelimeyi umursamadan, birkaç dakika sonra onlarla konuşmaya başlıyordu. Bu kızın karakteri kesinlikle ilginçti. Tüm bunlara rağmen, onu kendine yakın hissetmemek imkânsızdı…
Alara bunları düşünürken, Birgül’ün sesiyle irkti.
—Alara, iyi misin? Yolun başından beri bir garipsin. Sabahtan beri yüzün asık. Neler oluyor?
—Şey… Özür dilerim, dalgınım biraz.
—Zorlamak istemiyorum. Ama canını sıkan bir mesele varsa, çekinmeden anlatabilirsin. Seve seve dinlerim.
—Aslına bakarsan… Of… Uzun ve yorucu bir mesele. Sıkılmanı istemem. Ama beni dinleyecek birine çok ihtiyacım var. Eğer dinlemek istersen, okul çıkışı anlatabilirim.
—Peki, tamam o zaman…
Aralarında kısa bir sessizlik oldu, ama Birgül’ün bu sessizliği bozması uzun sürmedi.
—Pınar’la mı ilgili?
Yine o huzur veren gülüşüyle, Alara’nın yeşil gözlerinin içine bakıyordu.
—Evet, ama… Nasıl anla-
—Tahmin ettim. Sınıftakiler kardeşine ne kadar bağlı olduğunu, sağ olsunlar ballandıra ballandıra anlattılar. Okuldakilerin sözlerine takacak kadar alıngan değilsin. Derslerin de gayet iyi. Geriye ne kaldı? Ama farklı bir mesele varsa, orası ayrı.
Alara, huzur içinde Birgül’e baktı.
—Tanışalı uzun bir zaman olmadı belki. Hatta kimin ne dediği umurumda bile değil. Dış görünüşün hakkında yorum yapmak da bana düşmez. Ama seni tanıdığım için mutluyum, arkadaşım olduğun için de öyle…
Okulun kapısından içeri girerken, Birgül duraksadı.
—Sen git, benim kütüphanede küçük bir işim var. Sonra sınıfa gelirim.
Alara sakin adımlarını sınıfa doğru yöneltti. Sınıfa girdiği anda Lerzan’la göz göze geldi. Umursamadan, sırasına çantasını bıraktı. Tam bu esnada Lerzan’ın küçümseyici sözlerini işitti.
—Vay, vay vay… Okulumuzun iyi kalpli ablası, yalnız mı kalmış? Güzeller güzeli iyilik meleğimiz nerede “arkadaşım” !?
Lerzan’ın üzerine basa basa söylediği son kelimenin üzerine, yüz kaslarının sinirli bir şekilde kasılmasına engel olamadı. Arkasını dönüp, sinirle bakan gözlerini Lerzan’a dikti. Sert ve etkili adımlarla yanına geldi. Bilmiş bir ifadeyle gülümseyip, Lerzan’ın üzerine oturduğu masaya ellerini dayadı.
—Bak “arkadaşım”!Sen dâhil kimin hakkımda ne söylediği, ne düşündüğü umurumda bile değil! Eğer benimle halledeceğin bir mesele varsa, benimle hallet. Çevremle değil. Ben seninle olan meselemi, bir yıl önce kapattım…
O sırada sınıftaki uğultu kesilmiş, herkes kapıdan içeri giren Okan’a gözlerini dikmişti. Alara umursamadan, Lerzan’a yaptığı konuşmaya devam etti. Ama bu kez, daha gür konuşmuştu.
—birilerinin de benimle bir meselesi var. Teşrif edip gelirlerse, halledeceğim. Söylediklerinde haklıydın. Ben, hiçbir zaman büyümeyeceğim. Ama bu durumdan şikâyetçi değilim. Bilirsin, henüz büyümemiş çocuklar, “arkadaşlarının” onlara söylediğini umursamayacak kadar afacan ve oyunlarında büyüklerinden yardım almayacak kadar bilinçlidir. İşte ben de, böyle yumurcak bir çocuğum “Lerzan Arkadaşım!” Bilmem anlatabildim mi? Ya da pardon, bilmem, sen anlayabildin mi?
Tekrar arkasını dönüp hiçbir şey olmamış gibi yürüdü ve sırasına oturdu. Zaten gergin bir havaya sahip olan sınıf, birkaç dakika sonra Birgül’ün de sınıfa girmesiyle iyice sessizleşti.
Sınıftaki gergin havayı Birgül de fark etmişti. Sessizce Alara’nın yanına oturdu. Tüm bakışların onlara yoğunlaştığı sınıfa göz gezdirdi ve fısıldayarak konuşmaya başladı.
—Alara, neler oluyor canım? Yoksa birilerinin soğuk esprilerini mi kaçırdım?
Alara hiç çekinmeden yan gözle Lerzan’a bakarak konuştu.
—Bir şey olduğu yok. Sadece Lerzan “arkadaşımla” biraz sohbet ettik. Gerçi, ben konuştum, o dinledi. Ama bu işler parayla değil sırayla…
Bu esnada Deniz, Mert’le konuşuyordu. Ama Mert’in onu dinlemek gibi bir niyeti yoktu.
—Of… Az önce olanları gördün mü? Alara sözleri bomba gibi patlattı Lerzan’ın suratına… Ya sen beni dinliyor musun?
Mert yazdığı yazıyı bırakıp kafasını kaldırdı.
—Efendim… He, evet. Bomba! İşte o bomba, bu gün okul çıkışı patlayacak. “Birgül’ün Bir tanesi”, tüm okulun karşısında! Akşam kütüphanede topluyorum okulu. Sen de gelsene! Çıkışta da bir şeyler yaparız.
—Bir taneler götürsün seni, e mi? Sanki pazardan domates, biber almaya çağırıyor. Sana ne kızın özelinden ya! Bunun sonu iyi değil Mert! Bak bir kez daha söylüyorum!
—Kötülere bir şey olmaz…
—Bak henüz ortada bir şey yok. Gel unutalım bu konuyu.
Mert yazı yazdığı kâğıdı, uçak şeklinde katlamıştı. Ayağa kalkıp sınıfın diğer ucundaki bir kıza fırlattı. Muzip tavrıyla Deniz’e döndü.
—Yaptım bile… Artık çok geç!
Alara kendine herkesten habersiz yeni bir sayfa açmışken, üzerine damlayan mürekkep damlalarından korkuyordu. Unutmak istediği dünlerin, yarınlarına yansıması onu endişelendiriyordu. Hele ki, ne kadar silerse silsin, çıkaramadığı hataları Lerzan ve Okan varken… Kokuyordu, çünkü bundan önceki sayfasında, mürekkep hokkası, defterinin üzerinde kırılmıştı. Ama hiçbir sayfa diğeriyle aynı şekilde yazılmaz, diğeriyle aynı şeyleri bulundurmazdı. Yeni sayfası mürekkep damlalarıyla kirlense de, hiçbir damla birbiriyle aynı anda dağılmazdı…
Birgül ise hayallerinin gölgesine sığınmış, arkasını tek hamlede dönüp güneşini izlemeye çekiniyordu. Ya döndüğü anda, karanlıklar altında kalırsa?.. İşte o karanlığı görmeye dayanamazdı. Kendini hazırlamıştı. Yavaş yavaş, adım adım dönecekti arkasını. Karanlık bulutlara şans tanımadan, belli etmeden görecekti güneşini. Bunu yapmaya alıştığında, bulutlar hiçbir şey bilmeden kavuşacaktı ışığına. Ama onunda bilmediği, farkında olmadığı şeyler vardı; haberi olmadan geçmiş hesapları açılmış, mutsuz olmaması için onu özleyen kuzenleri tarafından bu durum saklanmıştı. Daha da kötüsü, birileri ondan önce güneşini izleyecek kadar cesur ve kaygısızdı. Ama bu korkusuz kişinin de unuttuğu, her güneşin birbirinden farklı olduğuydu. Tıpkı bembeyaz sayfalar, damlayan mürekkepler ve gün ışığında saklı hayaller gibi… Hangi mürekkep damlası, kimin, kaçıncı sayfasında, nasıl dağılıp, hangi güneşi söndürecek; işte bunu tek bilen zamandı…
Böyle bir muteşem bölüm için diyecek sözüm......tabii ki var....... Ya bir bölüm sonu da güzel bağlanmasın... (şaka yapıyorum tabii...) Yine sonu çok beğendim. Şu edip sözleri nasıl yazıyorsun? Gıpta ediyorum gerçekten... Yani bir bakmışım bölümün sonuna gelmişim. Sonu çok sürükleyici oldu. Ve uzun olduğunu da düşünme. Akıcı olduğu için bana hiç uzun gelmedi. Hatta diyorum ya sonuna çok çabuk geldim..
Karakterlere gelecek olursak.... Eğer Mert düşündüğü şeyi yaparsa Birgül'ün vereceği tepkiyi merak ediyorum. Buna benzer bir olay yaşamıştım okul günlerinde. Oğlanın biri sınıfındaki kızın bir sırrını herkese açıkladı. Bütün millet gülerken kız ağladı da ağladı. Ama kendini toparlamayı da bildi. Ve uzun bir süre o çocukla hiç konuşmadı. Ama işte hayat bu. En sonunda kız da oğlan da birbirlerinden hoşlanmaya başladılar. Tabi bu gerçek hikaye Birgül ve Mert için ne kadar doğru olur bilemem.
Çağatay ve kardeşinin diyalogları da çok güzeldi.
Denizin de şu sözüne bittim ya...
"—Bir taneler götürsün seni, e mi? Sanki pazardan domates, biber almaya çağırıyor."
Gerçekten çok komikti ya. İyi çocuk şu Deniz.
Alara'ya gelecek olursak... Meğer neler varmış içinde... O'nun da bir sırrı var demek ki. Okan ve Lerzan... Acaba bu üçgen arasında ne olmuş olabilir? Gerçekten merak ediyorum..
Bölümün çok güzel olduğunu tekrar tekrar söylüyor ve devamını büyük bir merak içinde sabırsızlıkla bekliyorum. CaNıM....
Karakterlere gelecek olursak.... Eğer Mert düşündüğü şeyi yaparsa Birgül'ün vereceği tepkiyi merak ediyorum. Buna benzer bir olay yaşamıştım okul günlerinde. Oğlanın biri sınıfındaki kızın bir sırrını herkese açıkladı. Bütün millet gülerken kız ağladı da ağladı. Ama kendini toparlamayı da bildi. Ve uzun bir süre o çocukla hiç konuşmadı. Ama işte hayat bu. En sonunda kız da oğlan da birbirlerinden hoşlanmaya başladılar. Tabi bu gerçek hikaye Birgül ve Mert için ne kadar doğru olur bilemem.
Çağatay ve kardeşinin diyalogları da çok güzeldi.
Denizin de şu sözüne bittim ya...
"—Bir taneler götürsün seni, e mi? Sanki pazardan domates, biber almaya çağırıyor."
Gerçekten çok komikti ya. İyi çocuk şu Deniz.
Alara'ya gelecek olursak... Meğer neler varmış içinde... O'nun da bir sırrı var demek ki. Okan ve Lerzan... Acaba bu üçgen arasında ne olmuş olabilir? Gerçekten merak ediyorum..
Bölümün çok güzel olduğunu tekrar tekrar söylüyor ve devamını büyük bir merak içinde sabırsızlıkla bekliyorum. CaNıM....
Gene çok güzel olmuş ^^ Ama Alara ve Birgül' e nedense gıcık oldum bu bölümde
Ayyy hadi daha fazla bekletme bizi çok muhteşejm olmuş. Çok canlı bri anlatımın var, adeta anı yaşıyorum
Bu arada hala çok merak ettiğim şeyler var bunları cevaplamak için daha sık bölüm koymalısın çok iyisin devaaam
Ayyy hadi daha fazla bekletme bizi çok muhteşejm olmuş. Çok canlı bri anlatımın var, adeta anı yaşıyorum
Bu arada hala çok merak ettiğim şeyler var bunları cevaplamak için daha sık bölüm koymalısın çok iyisin devaaam
"Yağmurlu bir günde,
Yola fırlayan yeşil, sarı kertenkele.
Bir otomobilin lastiği o koca kafanı dümdüz ettiğinde,
Yine bu kadar mutlu olabilcek misin sence!"
(Roberto Totaro-Nirvana)
Trafik kurallarına uyalım ^^
Yola fırlayan yeşil, sarı kertenkele.
Bir otomobilin lastiği o koca kafanı dümdüz ettiğinde,
Yine bu kadar mutlu olabilcek misin sence!"
(Roberto Totaro-Nirvana)
Trafik kurallarına uyalım ^^
Çok güzel olmuş bidenem. Tam da şu anki hislerimin üzerine oturttun yani. Yeni sayfalar, hesap defterleri falan... Off...
Ama bölüm...Yani oha Prenses yaa ben artık bölüm mölüm yazmıyorum, girmiyorum ben bir daha FanFic sayfasına yaa. Elime bir daha kalem alırsam neyim yaa. Oha yaa. Haksızlık ama bu yaa. şaka şaka. çok güzeldi aşkitom yani mükemmeldi harikaydı muhteşemdi fevkalade(nin fevkindeydi) ve inanılmaz ötesiydi. :twisted.
Holleyyy! Beni de kattın hikayeye di mi? Çakalll.... Hadi bakalım başlasın Su Perisi sihirlerine.
Harikasın bidenecik arkadaşım. Yazı yazmakta, şarkı söylemekte, resim çizmekte, kişilikte, derslerinde, ama en önemlisi bir ''kardeş'' olarak çok özelsin ve bitanesin.
- Bitaneler götürsün seni e mi? Sanki pazara domates biber satmaya gidiyor.
XD Dermişim.... Şaka şaka.
Çikolatam benim.... Harikasın sen... Dünyadaki en tatlı çikoltasın.
Bölümün de öyle.
Ama bölüm...Yani oha Prenses yaa ben artık bölüm mölüm yazmıyorum, girmiyorum ben bir daha FanFic sayfasına yaa. Elime bir daha kalem alırsam neyim yaa. Oha yaa. Haksızlık ama bu yaa. şaka şaka. çok güzeldi aşkitom yani mükemmeldi harikaydı muhteşemdi fevkalade(nin fevkindeydi) ve inanılmaz ötesiydi. :twisted.
Holleyyy! Beni de kattın hikayeye di mi? Çakalll.... Hadi bakalım başlasın Su Perisi sihirlerine.
Harikasın bidenecik arkadaşım. Yazı yazmakta, şarkı söylemekte, resim çizmekte, kişilikte, derslerinde, ama en önemlisi bir ''kardeş'' olarak çok özelsin ve bitanesin.
- Bitaneler götürsün seni e mi? Sanki pazara domates biber satmaya gidiyor.
XD Dermişim.... Şaka şaka.
Çikolatam benim.... Harikasın sen... Dünyadaki en tatlı çikoltasın.
Bölümün de öyle.
''Haruki suzukeru, Allen!''
''Zavallı şeytan, ruhunun kurtarılmasına izin ver!''
Mangakacım;
Çok teşekkür ederim CaNıM. Beğenmene inan çok sewindim. O edip sözleri nasıl yazıyorum. Bi kere de bağlanmasın şu sonlar di mi? Gelecek bölüme son paragraf eklemeyeyim ben. Şaka bir yana, sen beğendiğini söyleyince, daha bir uğraşır oldum sonlara. Biraz düzelme fark ettim yani kendimde. Yapıyorum işte bişiler. Ortaya çıkıyor böyle.
Birgül ile Mert... Kurgun ve fikirlerin süper. Öncelikle tekrar buna şahit olduğumu belirteyim. Aslında Mert, bu yaptıklarından sonra, böyle bişeye cesaret eder mi?Etse de Birgül kabul eder mi, bilinmez. Ama biz de bi ayrı alemiz. Ortada bişi yok, izdivaç programı gibi yakıştırma yapıyoruz. Ama tabi hayat bu, hiç bişi belli olmaz.
Çağatay konusu, walla psicoyla serastan tırsmaya başladımdı. Oturdum karaladım bişiler. Yeni yeni ortamlara da vesile oldu böylece. Onlarla da kaynaştık ufaktan.Alara...Alara...Alara... O durum bayağı karışık. Nası çıkarım içinden onu düşünüyorum. Ama beni sizler var ettiniz. Arkamda siz olduktan sona, yaparız bişiler.
Tekrar saol CaNıM...
Kara Pisipisim;
Walla iltifatlarınla onurlandırdın benü. Gözlerim yaşardı. Senden bunları duymak, inan anlatılmaz yaşanır cinsinden duygular. Ama...Alara'yla Birgül'e niye gıcık oldun ki?Ne, nerede, ne zaman, nası, niye?... Ya neresi kötü olmuş yaa. Söyle lütfen. Diyaloglar biraz sönük kaldı gibime geldi ama, çok mu kötü? Sen onaylamadıysan...U.UBen editliyorum o kısmı o zaman. Bölüm hızına da gelirsek... Yazdıkça koymaya çalışıyorum ama, daha bi hızlı olmayı deniyecem.Söz.
Uchikolatam (hade bakem bu lakapta benden sana )
Hayırlısıyla veresiye defterlerine bakıyorum. Bakalım kimin ne kadar borcu, ne kadar vereceği, ne kadar alacağı var.N...Ne...Ne...Nerde haksızlık yaptum bidenem. Şaka bi yana ne didün orayı da tam kestiremedim. Sen niye girmiyosun, niye yazmıyosun aşkım, canım, tatlum. A-aaaa olmadı ama. Sen yazmasan bende yazmam. (Sen işlertirsen, bende işletirim, "çakalll" )
Evetttt...Seni de kattım işin içine. Ama sen böyle kızmaya dewam edersen, Yume'ye değil, Araneae sana gelicek escortluğa bilmiş ol. Ne mubarek insansın ya. Agresifliğin bile ayrı güzel. Ama o kişilik seni fena kızdırdı. Hade bakam sihirli pericük. Görelim marifetini.
Beni...Bitaneler götürdü zaten. Sen varken götürecek bitane mi arayacağım yani... Ben çikolataysam, sen frambuazlı pastasın. Bana dermiş bi de cimcime. Söylicem seni Selda hocaya "hocammm yemeyin beni perücük bitirdi"diye. Tekrar saol bidenem bidenem. Çok mutlu ettin beni.
Çok teşekkür ederim CaNıM. Beğenmene inan çok sewindim. O edip sözleri nasıl yazıyorum. Bi kere de bağlanmasın şu sonlar di mi? Gelecek bölüme son paragraf eklemeyeyim ben. Şaka bir yana, sen beğendiğini söyleyince, daha bir uğraşır oldum sonlara. Biraz düzelme fark ettim yani kendimde. Yapıyorum işte bişiler. Ortaya çıkıyor böyle.
Birgül ile Mert... Kurgun ve fikirlerin süper. Öncelikle tekrar buna şahit olduğumu belirteyim. Aslında Mert, bu yaptıklarından sonra, böyle bişeye cesaret eder mi?Etse de Birgül kabul eder mi, bilinmez. Ama biz de bi ayrı alemiz. Ortada bişi yok, izdivaç programı gibi yakıştırma yapıyoruz. Ama tabi hayat bu, hiç bişi belli olmaz.
Çağatay konusu, walla psicoyla serastan tırsmaya başladımdı. Oturdum karaladım bişiler. Yeni yeni ortamlara da vesile oldu böylece. Onlarla da kaynaştık ufaktan.Alara...Alara...Alara... O durum bayağı karışık. Nası çıkarım içinden onu düşünüyorum. Ama beni sizler var ettiniz. Arkamda siz olduktan sona, yaparız bişiler.
Tekrar saol CaNıM...
Kara Pisipisim;
Walla iltifatlarınla onurlandırdın benü. Gözlerim yaşardı. Senden bunları duymak, inan anlatılmaz yaşanır cinsinden duygular. Ama...Alara'yla Birgül'e niye gıcık oldun ki?Ne, nerede, ne zaman, nası, niye?... Ya neresi kötü olmuş yaa. Söyle lütfen. Diyaloglar biraz sönük kaldı gibime geldi ama, çok mu kötü? Sen onaylamadıysan...U.UBen editliyorum o kısmı o zaman. Bölüm hızına da gelirsek... Yazdıkça koymaya çalışıyorum ama, daha bi hızlı olmayı deniyecem.Söz.
Uchikolatam (hade bakem bu lakapta benden sana )
Hayırlısıyla veresiye defterlerine bakıyorum. Bakalım kimin ne kadar borcu, ne kadar vereceği, ne kadar alacağı var.N...Ne...Ne...Nerde haksızlık yaptum bidenem. Şaka bi yana ne didün orayı da tam kestiremedim. Sen niye girmiyosun, niye yazmıyosun aşkım, canım, tatlum. A-aaaa olmadı ama. Sen yazmasan bende yazmam. (Sen işlertirsen, bende işletirim, "çakalll" )
Evetttt...Seni de kattım işin içine. Ama sen böyle kızmaya dewam edersen, Yume'ye değil, Araneae sana gelicek escortluğa bilmiş ol. Ne mubarek insansın ya. Agresifliğin bile ayrı güzel. Ama o kişilik seni fena kızdırdı. Hade bakam sihirli pericük. Görelim marifetini.
Beni...Bitaneler götürdü zaten. Sen varken götürecek bitane mi arayacağım yani... Ben çikolataysam, sen frambuazlı pastasın. Bana dermiş bi de cimcime. Söylicem seni Selda hocaya "hocammm yemeyin beni perücük bitirdi"diye. Tekrar saol bidenem bidenem. Çok mutlu ettin beni.
prensesim yapma böyle canımı yakıyorsun hiç bir yerde bir kusur bir problem yok XD alara ve birgül'e bi birleşimişler berbaer iki tane süper iyi kalpli insan ondan gıcık oldum. sevgi tomurcukları XD
sakın hiç bir yeri editleme U_U gayet iyi gidiyorsun.
sakın hiç bir yeri editleme U_U gayet iyi gidiyorsun.
"Yağmurlu bir günde,
Yola fırlayan yeşil, sarı kertenkele.
Bir otomobilin lastiği o koca kafanı dümdüz ettiğinde,
Yine bu kadar mutlu olabilcek misin sence!"
(Roberto Totaro-Nirvana)
Trafik kurallarına uyalım ^^
Yola fırlayan yeşil, sarı kertenkele.
Bir otomobilin lastiği o koca kafanı dümdüz ettiğinde,
Yine bu kadar mutlu olabilcek misin sence!"
(Roberto Totaro-Nirvana)
Trafik kurallarına uyalım ^^
Yok bebem ondan demedim. O kadar güzel yazmışsın ki, artık yani ben yazsam da sana ulaşamam. Haksılık, sen benden daha iyi yazıyorsun diye.
Hesap defterleri bizim ''eski enişte'' ile ilgili.
Anlatırım sonra benim Prenbuazlı pastam.
Hesap defterleri bizim ''eski enişte'' ile ilgili.
Anlatırım sonra benim Prenbuazlı pastam.
''Haruki suzukeru, Allen!''
''Zavallı şeytan, ruhunun kurtarılmasına izin ver!''
17. sayfa (Toplam 19 sayfa) [ 187 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |