Half Blood [melez] Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3 ... 5, 6, 7, Sonraki |
|
Yazar
Mesaj
BÖLÜM 2: Sırlar ve Gerçekler
“Tunç Taşkan, 8-b!”
“………….”
“……….”
“…………..”
“Su Kara; 8-f!”
Sınıf belirleme işi hiç güzel gitmemişti. Tunç’la aynı sınıfa düşmememiz bir yana dövmeyi, özellikle de beni dövmeyi hobi edinmiş bir grup öğrenci benimle birlikte; 8-f’deydi. Bu da bana hayli tedirginlik veriyordu. Kısa bir yürüyüş sonunda vardığım paylaşım sınıfındaki sıralardan birine serildim. Arkamdan sınıfa bir inek, üç sıkı metalci ve yumruklarını sıkmış sinsi bakışlı [korktuğum tipten]birkaç öğrenci girdi. Bir süre sonra sınıf tıkış tıkış olmuştu.
Dakikalar süren yoğun, bilindik fısıltı, sınıfa sert görünüşlü bir kadının girmesiyle tamamen kesildi. Kadın saçlarını sıkıca topuz yapmıştı ve kaşlarını çatmıştı. Ağız kıvrımları eğikti, gülmeye alışık değildi belli ki… Onu görüp de aptalın teki olmayan herkes bu öğretmenle ters düşülmemesi gerektiğini anlardı. Kadın inci gibi harflerle tahtaya adını yazıp okul kurallarıyla ilgili sıkıcı bir konuşmaya başladığında dersten çoktan kopmuştum. Tunç’u düşünüyordum derin derin…
Açık mavi gözlerini, gülümseyişini, siyah, dağınık saçlarını aklımdan çıkaramıyordum. Hayatımda abim dışında hiç kimseden sevgi alamamıştım. Abim de bu konudaki acımasından sevgi gösteriyordu zaten… Oysa Tunç bana öyle sıcak bakıyordu ki… öyle içten…
Bir an karnımda bir kasılma hissettim. Ya bunlar sadece derinden gelen bir istekse, o bakışlar sadece bir hayalse… Beni çoktan unuttuysa… İçimden gelen bilindik, ince bir ses “Evet,” dedi “seni çoktan unutmuştur. Daha çok acı yaşamak istemezsin inan bana…” Öte yandan bir yanım “Umudunu kesme, zaten hayatın daha kötü bir hale gelemez.” diyordu. İkisi de pek iç açıcı sayılmazdı doğrusu ama bunlar gerçeklerdi. Gerçekler benim için hiçbir zaman iç açıcı olmamıştı. Kafamdaki karmaşayı düzenleme çabasıyla gözümü yumdum, o sırada zil sesi duyuldu.
Sonraki altı ders uyuklamak dışında pek bir şey yapmadım. Çünkü şu altı dersin üçünde yaz tatilleri anlatıldı, diğer üçünde ise ders!
Altıncı dersin sonunda sınıfın hemen yanındaki dolabımdan matematik eşyalarımı alıp hızla en alt kata indim. 207 no’lu sınıfı bulmak için göz gezdirdim etrafa. O sırada ayak sesleri gelmeye başladı yakınlardan... İçgüdüsel olarak seslerin geldiği tarafa yöneldim.. Yanımdaki koridora baktım ve gördüklerim karşısında bir metre kadar havaya sıçradım. Abim ve okul müdürü yan yana, sıkı bir sohbete dalmış bu tarafa doğru geliyorlardı. Oysa abim, okulun bu tarafına bir kere bile uğramamıştı daha önce! Ciddi bir konu olmalıydı ve ben bunu kesinlikle öğrenmeliydim. Hemen kendimi bir dolabın arkasına attım ve onları gözlemeye başladım. Yanımda sıralanmış dolapların hemen yanındaki odaya saptılar. Yarım dakika yerimde dondum kaldım, çıkmalarını bekledim ama belli ki konuşmalarını orada sürdüreceklerdi. Yavaş adımlarla kapıya yaklaştım ve kulağımla buz gibi anahtar deliğini tıkadım.
Abimin kalın sesi “Benim gerçek kardeşim bile değil! İçimdeki bir parça acıma ve koca bir evim olmasaydı” dedi “koca bir evim” bölümünü vurgulayarak “onu ALMAZDIM!”
Müdür, “Bunlar beni ilgilendirmiyor. 35000 YTL kabul mü, değil mi?” dedi aceleci bir şekilde..
“25000?”
“30000?”
“Of be, tamam!”
“İyi anlaşma oldu.” dedi müdür halinden memnun bir tavırla.
Kulağımı delikten yavaşça çektim. Ne anlama geliyordu bunlar? … Satılmış mıydım? Abim tarafından… Hayır! Duyulanlara göre o abim bile değildi. Parasıyla övünmek için beni evlat edinmiş bir üniversite öğrencisi… "Böyle saçma bir nedenle alacağına hiç almasaymış daha iyi!!!"
Gözlerimden kocaman, parlak gözyaşları süzülüyordu. İçimden çığlık atmak geliyordu ama yapamadım. Sesim gitmişti. Daha kaçmaya hamle edemeden kapı açıldı ve müdürle “o”nu gördüm(benim için “o”ndan öte bir şey değildi artık). Çok şaşırmış görünüyorlardı. Ben hüngür hüngür ağlıyordum.
Müdür “Duydun mu?” diyebildi ancak.
Başımı salladım.
“O” kendini ancak toparlayabildi ve koşmaya başladı, kaçmaya... Arkasında sadece beni satmak için kullandığı 30000 yeşil kağıt parçası bırakmıştı. Bir de gözyaşları…
“Tunç Taşkan, 8-b!”
“………….”
“……….”
“…………..”
“Su Kara; 8-f!”
Sınıf belirleme işi hiç güzel gitmemişti. Tunç’la aynı sınıfa düşmememiz bir yana dövmeyi, özellikle de beni dövmeyi hobi edinmiş bir grup öğrenci benimle birlikte; 8-f’deydi. Bu da bana hayli tedirginlik veriyordu. Kısa bir yürüyüş sonunda vardığım paylaşım sınıfındaki sıralardan birine serildim. Arkamdan sınıfa bir inek, üç sıkı metalci ve yumruklarını sıkmış sinsi bakışlı [korktuğum tipten]birkaç öğrenci girdi. Bir süre sonra sınıf tıkış tıkış olmuştu.
Dakikalar süren yoğun, bilindik fısıltı, sınıfa sert görünüşlü bir kadının girmesiyle tamamen kesildi. Kadın saçlarını sıkıca topuz yapmıştı ve kaşlarını çatmıştı. Ağız kıvrımları eğikti, gülmeye alışık değildi belli ki… Onu görüp de aptalın teki olmayan herkes bu öğretmenle ters düşülmemesi gerektiğini anlardı. Kadın inci gibi harflerle tahtaya adını yazıp okul kurallarıyla ilgili sıkıcı bir konuşmaya başladığında dersten çoktan kopmuştum. Tunç’u düşünüyordum derin derin…
Açık mavi gözlerini, gülümseyişini, siyah, dağınık saçlarını aklımdan çıkaramıyordum. Hayatımda abim dışında hiç kimseden sevgi alamamıştım. Abim de bu konudaki acımasından sevgi gösteriyordu zaten… Oysa Tunç bana öyle sıcak bakıyordu ki… öyle içten…
Bir an karnımda bir kasılma hissettim. Ya bunlar sadece derinden gelen bir istekse, o bakışlar sadece bir hayalse… Beni çoktan unuttuysa… İçimden gelen bilindik, ince bir ses “Evet,” dedi “seni çoktan unutmuştur. Daha çok acı yaşamak istemezsin inan bana…” Öte yandan bir yanım “Umudunu kesme, zaten hayatın daha kötü bir hale gelemez.” diyordu. İkisi de pek iç açıcı sayılmazdı doğrusu ama bunlar gerçeklerdi. Gerçekler benim için hiçbir zaman iç açıcı olmamıştı. Kafamdaki karmaşayı düzenleme çabasıyla gözümü yumdum, o sırada zil sesi duyuldu.
Sonraki altı ders uyuklamak dışında pek bir şey yapmadım. Çünkü şu altı dersin üçünde yaz tatilleri anlatıldı, diğer üçünde ise ders!
Altıncı dersin sonunda sınıfın hemen yanındaki dolabımdan matematik eşyalarımı alıp hızla en alt kata indim. 207 no’lu sınıfı bulmak için göz gezdirdim etrafa. O sırada ayak sesleri gelmeye başladı yakınlardan... İçgüdüsel olarak seslerin geldiği tarafa yöneldim.. Yanımdaki koridora baktım ve gördüklerim karşısında bir metre kadar havaya sıçradım. Abim ve okul müdürü yan yana, sıkı bir sohbete dalmış bu tarafa doğru geliyorlardı. Oysa abim, okulun bu tarafına bir kere bile uğramamıştı daha önce! Ciddi bir konu olmalıydı ve ben bunu kesinlikle öğrenmeliydim. Hemen kendimi bir dolabın arkasına attım ve onları gözlemeye başladım. Yanımda sıralanmış dolapların hemen yanındaki odaya saptılar. Yarım dakika yerimde dondum kaldım, çıkmalarını bekledim ama belli ki konuşmalarını orada sürdüreceklerdi. Yavaş adımlarla kapıya yaklaştım ve kulağımla buz gibi anahtar deliğini tıkadım.
Abimin kalın sesi “Benim gerçek kardeşim bile değil! İçimdeki bir parça acıma ve koca bir evim olmasaydı” dedi “koca bir evim” bölümünü vurgulayarak “onu ALMAZDIM!”
Müdür, “Bunlar beni ilgilendirmiyor. 35000 YTL kabul mü, değil mi?” dedi aceleci bir şekilde..
“25000?”
“30000?”
“Of be, tamam!”
“İyi anlaşma oldu.” dedi müdür halinden memnun bir tavırla.
Kulağımı delikten yavaşça çektim. Ne anlama geliyordu bunlar? … Satılmış mıydım? Abim tarafından… Hayır! Duyulanlara göre o abim bile değildi. Parasıyla övünmek için beni evlat edinmiş bir üniversite öğrencisi… "Böyle saçma bir nedenle alacağına hiç almasaymış daha iyi!!!"
Gözlerimden kocaman, parlak gözyaşları süzülüyordu. İçimden çığlık atmak geliyordu ama yapamadım. Sesim gitmişti. Daha kaçmaya hamle edemeden kapı açıldı ve müdürle “o”nu gördüm(benim için “o”ndan öte bir şey değildi artık). Çok şaşırmış görünüyorlardı. Ben hüngür hüngür ağlıyordum.
Müdür “Duydun mu?” diyebildi ancak.
Başımı salladım.
“O” kendini ancak toparlayabildi ve koşmaya başladı, kaçmaya... Arkasında sadece beni satmak için kullandığı 30000 yeşil kağıt parçası bırakmıştı. Bir de gözyaşları…
Çooook güzel olmuş sayın Pink
çok soru işareti bırakmışsın çok merak ettik
devamını çabuk koyman gerek öyleyse
çok soru işareti bırakmışsın çok merak ettik
devamını çabuk koyman gerek öyleyse
"Yağmurlu bir günde,
Yola fırlayan yeşil, sarı kertenkele.
Bir otomobilin lastiği o koca kafanı dümdüz ettiğinde,
Yine bu kadar mutlu olabilcek misin sence!"
(Roberto Totaro-Nirvana)
Trafik kurallarına uyalım ^^
Yola fırlayan yeşil, sarı kertenkele.
Bir otomobilin lastiği o koca kafanı dümdüz ettiğinde,
Yine bu kadar mutlu olabilcek misin sence!"
(Roberto Totaro-Nirvana)
Trafik kurallarına uyalım ^^
2. sayfa (Toplam 7 sayfa) [ 65 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |