Half Blood [melez] Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, Sonraki |
|
Yazar
Mesaj
BÖLÜM 3: "Ben..."
Okulumun ilk günleri hiçbir zaman eğlenceli geçmezdi. Okuldaki çeteyle aramın bozuk olması, diğer insanların da benle arkadaşlık kurmasını engelliyordu. Her şey bir yana hiç bu kadar kötü bir gün geçirdiğimi hatırlamıyordum. Gözlerimin altı nemli, müdüre çevirdim başımı… Nereye gidecektim? Nerede kalacaktım? Müdür aklımı okumuş gibi söze başladı:
“Seni bir yetimhaneye göndereceğiz” – eliyle odanın köşesinde duran küçük bir bavula göstererek – “eşyaların şurada -- onları al ve servislerin orada duran taksiye bin. O seni götüreceği yeri biliyor.”
Bir yetimhane… Yeni bir okul, yeni arkadaşlar, yeni bir yaşam… Yaşadıklarımdan sonra duyduklarım pek de kötü gelmiyordu ama sonra bir şey hatırladım; birini… Tunç benimle birlikte yetimhaneye gelecek değildi ya! Başladığı gibi bitecek miydi ilişkimiz? Batmakta olan kızıl güneşe diktim gözlerimi… Bir an aklıma bir fikir geldi. Belki ailesi beni evlerine alırdı, birlikte yaşardık… “Hayallere dalma… Daha fazla hayal kırıklığı kaldıramazsın…” Yine o sesi duymuştum, o incecik, içimden gelen sesi… Ama bu sefer daha netti ve ayrıca haklıydı, daha fazlasını kaldıramazdım.
Bavulları yüklendim, yorucu bir yürüyüş sonunda kendimi takside buldum. Aracın içini yoğun bir sigara kokusu kaplamıştı. Motorun gürül gürül sesi yollarda yankılanıyor ve bu eski model taksi beni yeni yaşamıma doğru sürüklüyordu. Hava yavaş yavaş karardı, koyu lacivert bir renge büründü. Acaba orada bir arkadaş edinebilecek miydim? Hayır…--gene dışlanıp, bir kenarda mutsuz hayatımı zar zor sürdürecektim herhalde… İlk seçeneği gözlerimde canlandırınca karnımda kıpraşmalar hissettim, bir heyecan kapmış götürüyordu vücudumu. Ama bir de Tunç vardı… Ondan adamakıllı hoşlanmıştım. Zordu benim için ayrılmak… Gözlerimin altı nemli değildi… “O”nun bana yaptıkları kafamda birkaç saat önce yaşanmış kötü bir anıymış gibi geliyordu artık. Yeni bir hayata daha kararlı bir adım atmalıydım.
Takırtılar azaldı, azaldı ve sonunda kesildi. Bavulumun ucunu kavradım, geldiğim yere bakmaya cesaret edemeden indim. Araç arkasında yoğun bir duman bulutu bırakarak ortadan kayboldu. Sanki fazla büyük bir fare koymuşlardı göğüs kafesimin altına, öyle heyecanlıydım ki! Göz kapaklarımı yavaşça yukarıya çektim ve sarsıntılı bir şok yaşadım.
Kalacağım yetimhane olağanüstü derecede büyüktü! Yedi koca ev büyüklüğünde eski püskü bir bina önünde yemyeşil koca bir bahçe… Gülümsemekten kendimi alamadım, içimde bir umut duygusu yeşermişti. Tam bavulumu alıp çimenlerin arasına oyulmuş taş yoldan ilerlemeye başlamıştım ki birinin bavulumu almaya geldiğini gördüm. Kambur, orta yaşlı, kısa boylu bir adamdı.
Bavulumu nazikçe yerden aldı, “Yetimhanemize hoş geldin!” dedi keyifle gülümseyerek.
“Teşekkürler,” dedim nazik olmaya çalışarak “inşallah zahmet olmamıştır…”
“Ne demek…”
Yetimhanenin koskoca kapılarını araladı adam, uzun koridor boyunca yürümeye başladık. Renkli resimler, şiirler yani öğrencilerin yaptığı belli olan birçok proje sınıf girişlerinin yanındaki panolarda asılı duruyordu. Zemin parıldıyordu. Adam o kadar hızlı ilerliyordu ki koşmak zorunda kalmıştım. Koridorun yanından uzanan merdivenlerden en üst kata tırmandık ve sonunda yatakhaneye vardık.
Yatakhane kocamandı! Temiz on-on bir yatak bir yana bir köşede uzanabileceğin rahat bir koltuk, büyük bir televizyon, bir ayna ve masaların üzerinde duran altı tane eski model bilgisayar barındırıyordu. Ben oraya adım attığım anda yataklarında keyif çatan, ödev yapan ya da sohbete dalmış öğrencilerin yüzleri bana çevrildi. Birkaçı sadece “Hoş geldin” demekle yetindi, birçoğu ise yanıma gelip beni kişisel bilgilerim hakkındaki bir testten geçirdi.
Mutluydum! Evet, mutluydum! İçimden gelen ses bir şey diyecek olsaydı benim de verecek cevabım vardı artık!
Eşyalarımı dolabıma hemencecik yerleştirdikten sonra Deniz denen kızla uzun, keyifli bir konuşma başlattık; birbirimize en sevdiğimiz bilgisayar oyunlarını anlattık ve onları bilgisayarlardan birinde birbirimize gösterdik. Sonunda, saat 11’e vardığında kız derince esnedi ve yatağında uykuya daldı. Bense koltuk uzanmış pencerenin ötesinden parıldayan bembeyaz Ay’ı gözlüyordum. Çok karışık bir gün geçirmiştim: Aşık olmuş, hayatımın en önemli gerçeğini öğrenmiş ve yeni bir yaşama ilk adımımı atmıştım.
Bir an aklıma bir fikir geldi. Yeni bir yaşama adım attıysam ailem hakkında her şeyi bilmem gerekirdi. Eğer bu bir kazaysa bir şekilde bir gazeteye çıkmış olmalıydı haberi… Kendimi bilgisayarın önüne fırlattım ve Google’a adımı yazdım. Sonuç geldiğinde yerimden hopladım. Adım üstüne 183 sonuç bulunmuştu(bu benim için fazlaydı). Gördüğüm ilk siteye tıkladım, okumaya başladım:
“YETİM KIZ
Ankara’da bulunan Gençlik Parkı’nın en büyük meşe ağaçlarından birinin altında çıplak bir şekilde uyur halde bulunan ve on yaşlarında olduğu düşünülen kıza yapılan DNA testleri dünyada ilk defa sonuçsuz kaldı, ailesi öğrenilemedi. Kız uyandığında Dünya’da olmasının anormal olduğunu belirten hareketler yapınca doktorlar bir şekilde hafızasını kaybettiği kanısına vardı. Bulunduğu gün Mert Kara tarafından evlat edinilen kıza vasisi tarafından Su Kara ismi konuldu.”
DEVAM EDECEK… [gizemli bir bitiş yapmak istedim]
Okulumun ilk günleri hiçbir zaman eğlenceli geçmezdi. Okuldaki çeteyle aramın bozuk olması, diğer insanların da benle arkadaşlık kurmasını engelliyordu. Her şey bir yana hiç bu kadar kötü bir gün geçirdiğimi hatırlamıyordum. Gözlerimin altı nemli, müdüre çevirdim başımı… Nereye gidecektim? Nerede kalacaktım? Müdür aklımı okumuş gibi söze başladı:
“Seni bir yetimhaneye göndereceğiz” – eliyle odanın köşesinde duran küçük bir bavula göstererek – “eşyaların şurada -- onları al ve servislerin orada duran taksiye bin. O seni götüreceği yeri biliyor.”
Bir yetimhane… Yeni bir okul, yeni arkadaşlar, yeni bir yaşam… Yaşadıklarımdan sonra duyduklarım pek de kötü gelmiyordu ama sonra bir şey hatırladım; birini… Tunç benimle birlikte yetimhaneye gelecek değildi ya! Başladığı gibi bitecek miydi ilişkimiz? Batmakta olan kızıl güneşe diktim gözlerimi… Bir an aklıma bir fikir geldi. Belki ailesi beni evlerine alırdı, birlikte yaşardık… “Hayallere dalma… Daha fazla hayal kırıklığı kaldıramazsın…” Yine o sesi duymuştum, o incecik, içimden gelen sesi… Ama bu sefer daha netti ve ayrıca haklıydı, daha fazlasını kaldıramazdım.
Bavulları yüklendim, yorucu bir yürüyüş sonunda kendimi takside buldum. Aracın içini yoğun bir sigara kokusu kaplamıştı. Motorun gürül gürül sesi yollarda yankılanıyor ve bu eski model taksi beni yeni yaşamıma doğru sürüklüyordu. Hava yavaş yavaş karardı, koyu lacivert bir renge büründü. Acaba orada bir arkadaş edinebilecek miydim? Hayır…--gene dışlanıp, bir kenarda mutsuz hayatımı zar zor sürdürecektim herhalde… İlk seçeneği gözlerimde canlandırınca karnımda kıpraşmalar hissettim, bir heyecan kapmış götürüyordu vücudumu. Ama bir de Tunç vardı… Ondan adamakıllı hoşlanmıştım. Zordu benim için ayrılmak… Gözlerimin altı nemli değildi… “O”nun bana yaptıkları kafamda birkaç saat önce yaşanmış kötü bir anıymış gibi geliyordu artık. Yeni bir hayata daha kararlı bir adım atmalıydım.
Takırtılar azaldı, azaldı ve sonunda kesildi. Bavulumun ucunu kavradım, geldiğim yere bakmaya cesaret edemeden indim. Araç arkasında yoğun bir duman bulutu bırakarak ortadan kayboldu. Sanki fazla büyük bir fare koymuşlardı göğüs kafesimin altına, öyle heyecanlıydım ki! Göz kapaklarımı yavaşça yukarıya çektim ve sarsıntılı bir şok yaşadım.
Kalacağım yetimhane olağanüstü derecede büyüktü! Yedi koca ev büyüklüğünde eski püskü bir bina önünde yemyeşil koca bir bahçe… Gülümsemekten kendimi alamadım, içimde bir umut duygusu yeşermişti. Tam bavulumu alıp çimenlerin arasına oyulmuş taş yoldan ilerlemeye başlamıştım ki birinin bavulumu almaya geldiğini gördüm. Kambur, orta yaşlı, kısa boylu bir adamdı.
Bavulumu nazikçe yerden aldı, “Yetimhanemize hoş geldin!” dedi keyifle gülümseyerek.
“Teşekkürler,” dedim nazik olmaya çalışarak “inşallah zahmet olmamıştır…”
“Ne demek…”
Yetimhanenin koskoca kapılarını araladı adam, uzun koridor boyunca yürümeye başladık. Renkli resimler, şiirler yani öğrencilerin yaptığı belli olan birçok proje sınıf girişlerinin yanındaki panolarda asılı duruyordu. Zemin parıldıyordu. Adam o kadar hızlı ilerliyordu ki koşmak zorunda kalmıştım. Koridorun yanından uzanan merdivenlerden en üst kata tırmandık ve sonunda yatakhaneye vardık.
Yatakhane kocamandı! Temiz on-on bir yatak bir yana bir köşede uzanabileceğin rahat bir koltuk, büyük bir televizyon, bir ayna ve masaların üzerinde duran altı tane eski model bilgisayar barındırıyordu. Ben oraya adım attığım anda yataklarında keyif çatan, ödev yapan ya da sohbete dalmış öğrencilerin yüzleri bana çevrildi. Birkaçı sadece “Hoş geldin” demekle yetindi, birçoğu ise yanıma gelip beni kişisel bilgilerim hakkındaki bir testten geçirdi.
Mutluydum! Evet, mutluydum! İçimden gelen ses bir şey diyecek olsaydı benim de verecek cevabım vardı artık!
Eşyalarımı dolabıma hemencecik yerleştirdikten sonra Deniz denen kızla uzun, keyifli bir konuşma başlattık; birbirimize en sevdiğimiz bilgisayar oyunlarını anlattık ve onları bilgisayarlardan birinde birbirimize gösterdik. Sonunda, saat 11’e vardığında kız derince esnedi ve yatağında uykuya daldı. Bense koltuk uzanmış pencerenin ötesinden parıldayan bembeyaz Ay’ı gözlüyordum. Çok karışık bir gün geçirmiştim: Aşık olmuş, hayatımın en önemli gerçeğini öğrenmiş ve yeni bir yaşama ilk adımımı atmıştım.
Bir an aklıma bir fikir geldi. Yeni bir yaşama adım attıysam ailem hakkında her şeyi bilmem gerekirdi. Eğer bu bir kazaysa bir şekilde bir gazeteye çıkmış olmalıydı haberi… Kendimi bilgisayarın önüne fırlattım ve Google’a adımı yazdım. Sonuç geldiğinde yerimden hopladım. Adım üstüne 183 sonuç bulunmuştu(bu benim için fazlaydı). Gördüğüm ilk siteye tıkladım, okumaya başladım:
“YETİM KIZ
Ankara’da bulunan Gençlik Parkı’nın en büyük meşe ağaçlarından birinin altında çıplak bir şekilde uyur halde bulunan ve on yaşlarında olduğu düşünülen kıza yapılan DNA testleri dünyada ilk defa sonuçsuz kaldı, ailesi öğrenilemedi. Kız uyandığında Dünya’da olmasının anormal olduğunu belirten hareketler yapınca doktorlar bir şekilde hafızasını kaybettiği kanısına vardı. Bulunduğu gün Mert Kara tarafından evlat edinilen kıza vasisi tarafından Su Kara ismi konuldu.”
DEVAM EDECEK… [gizemli bir bitiş yapmak istedim]
Hmmm...Gerçekten çok ilgi çekici ve meraklandırıcı olmaya başladı. Sevdim ben bu Su'yu. Uzaylı meselesine gelince Böyle olduğunu sanmıyorum.Bi açıklaması olmalı mutlaka ama,uzaylı demeyelim.Sonuçta o da bizden biri Di mi ama?
Dewam dewam dewam...Beklemekteyiz cümbür cemaat...
Dewam dewam dewam...Beklemekteyiz cümbür cemaat...
on br yaşındasım ve bu kadar iyi yazıyorsun waooow
Çok güzel olmuş seni kutluyorum
DEvamınıda bekliyorum
Çok güzel olmuş seni kutluyorum
DEvamınıda bekliyorum
"Yağmurlu bir günde,
Yola fırlayan yeşil, sarı kertenkele.
Bir otomobilin lastiği o koca kafanı dümdüz ettiğinde,
Yine bu kadar mutlu olabilcek misin sence!"
(Roberto Totaro-Nirvana)
Trafik kurallarına uyalım ^^
Yola fırlayan yeşil, sarı kertenkele.
Bir otomobilin lastiği o koca kafanı dümdüz ettiğinde,
Yine bu kadar mutlu olabilcek misin sence!"
(Roberto Totaro-Nirvana)
Trafik kurallarına uyalım ^^
3. sayfa (Toplam 7 sayfa) [ 65 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |