İkiz Tapınak Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3, Sonraki |
Yazar
Mesaj
1. BÖLÜMÜN DEVAMI
Sarolonde üslubunu biraz da olsun bozdu ve soğukkanlılığını biraz da olsa kaybetti. Sonuçta karşısında büyülü dünyanın en güçlü şâhısı duruyordu. Ama neden Baş büyücü o olmuştu tabiî kide ondan güçlü olduğu için. Kendini bunla avuttuğunu biliyordu. Earwen’in baş büyücü olamamasının sebebi karanlık yolda yürümesiydi.
Earwen, Sarolonde’ye küstah bir bakış attıktan sonra pelerininin altından bir hançer çıkardı ve James’in içinde bulunduğu baloncuğa adeta sapladı ve James yere kapaklandı. James korkuyla büyükçe sütunların birinin arkasına saklandı. Gözleri ile odayı süzdü yaşamak için Allah’a dua ediyordu.
Sarolonde cesur olduğunu göstermek istercesine Earwen’e küstah bir bakış attı ve ardından:
“Earwen Numanesse sizi tekrar buralarda, tekrar dünyayı kötülüğün merkezi yapmaya çalışırken görmek ne hoş… ASKERLER!” dedi.
Derken içerisi ‘Işığın Koruyucuları’ armasını taşıyan büyücülerle doldu. Bu onun grimsi gözlerini fal taşı gibi açmasına yetmişti. Etrafı şaşkın gözlerle süzdü, bu kadar hazırlıklı olmalarını açıkçası beklemiyordu. Sonuçta önlerindeki on üç (13) yıl ‘Işığın Koruyucuları’ nın Earwen’e karşı hazırlanmaları için oldukça dar bir zaman dilimiydi. Ama onlar bu zamanı iyi değerlendirmişe benziyorlardı. Earwen yüzüne aynı ciddi tavrı vermeye çalıştı ve
“Sarolonde Sarondon on bin (10 000) yıldır değişmediğinizi görmek ne kadar da içler acısı. Hala eskisi gibi korkaksınız. Pis işlerinizi çömezlerinize yaptırıyorsunuz. Yoksa tek başınıza benimle dövüşmeye gücünüz yetmiyor mu?” dedi ukala bir tavır sergileyerek.
Earwen Sarolonde’yi kapana kıstırmış gibi gözüküyordu çünkü Sarolonde’nin zayıf noktası ona karşı korkak olduğunun ima edilmesiydi. Earwen bunun farkında olduğu için böyle bir cümle kullanmıştı ama ona kalırsa dahi Sarolonde korkağın tekiydi.
Sarolonde bu sözlerin şokundan henüz kurtulamamıştı askerlere hemen eliyle ‘çıkın’ işareti yaptı ve Earwen’e nispet yaparcasına baktı. Earwen askerlerin çıktığını görünce a pelerininin altından kabzasından çıkardığı kılıcını elinde tuttu ve
“Teke tek bir düello yapacağız ama sihirsiz. Kılıçlar savaşacak sadece. Savaşta sihir karşıtı olduğumu bilirsin. Ama sana güvenemem, tüm gücün üzerine yemin et. Biliyorsun yeminini tutmazsan, tüm gücünü kaybedersin. Buda mevkinin sonu olur.”
Sarolonde sözünün eri bir adamdı bu yüzden Earwen’in bu cümleleri onun tüylerini diken diken etmemişti. Kırışmış elleriyle duvardan ona doğru gelen kılıcı eliyle kavradı ve
“Senin gözünde ‘korkak’ biri olabilirim ama ne kadar sözünün eri bir adam olduğumu sende biliyorsun, bu inkâr edemeyeceğin bir gerçek. Tüm gücümün üstüne yemin ediyorum ki bu savaşta büyü kullanmayacağıma, hile yapmayacağıma…” dedi.
Bu lafları Earwen’i gözüyle keserek söylemişti şimdiki hayali ise onu şu anda ortadan ikiye ayırmaktı. Elindeki kılıcını ustaca bir hareketle salladı ama Earwen’in de savunması çok iyiydi. Ortam oldukça gergindi. Kılıç sesleri büyük salonda yankılanıyordu.
Oldukça uzun bir zaman geçmişti fakat savaş hala sonuçlanmamıştı. Derken Sarolonde Earwen’i köşeye sıkıştırmıştı. Earwen hiçbir yere kaçamayacak durumdaydı çünkü arkasında büyükçe bir sütun önünde ise kılıcı boğazına dayamış Sarolonde duruyordu. Earwen daha fazla böyle idare edemeyeceğini anlamıştı, tekrar ölmeyi hayatta göze alamazdı. Sarolonde’nin arkasına ışınlandı ve kılıcı Sarolonde’nin ölmesini sağlamayacak sadece bayıltacak bir yerine ona göre hafifçe sapladı lakin Sarolonde’yi bayıltmayı başarmıştı. Earwen kendinden beklide kırk kilogram (40 kg) ağır adamı zorlukla kucakladı ve açık kalan Kara deliğin içine attı ve Sarolonde’ye işkence çektirme başarısıyla coşmuş gözlerle olacakları düşündü…
Sarolonde yani baş büyücü hapsedilmişti, bunun sonucu tüm büyücü dünyasını derinden etkileyecekti çünkü artık kimse büyü yapamayacaktı, Earwen bile… Sadece Sarolonde’yi yendiği için, ışınlanma güçlerine sahipti. Başka hiçbir güce sahip değildi, kılıcını kendi elleriyle yapacak, elbiselerini kendi elleriyle dikecekti ama şu anda o ‘zafer’ coşkusu içerisindeydi bunlar bile onun moralini bozamazdı! Ama tüm güçlerini kaybetmemesinin nedeni ise onun herhangi bir söz vermiş olmamasıydı…
Earwen gözleriyle James’i bulmak için odayı tararken gözüne Drew ilişti, bu iyi ikiz olmalıydı. Drew gördüklerinin şokundan olacak ki bayılmıştı. Earwen bunu fırsat bilerek onu Dünya denilen sihirin hiç var olmadığı bir gezene ışınladı. Gerçi artık kendi gezegenlerinde de sihir olduğundan bahsedilemezdi.
Düşüncesinden sıyrılıp James’e baktı ve
“Gidiyoruz!” dedi.
James şaşkın gözlerle adını bile bilmediği bayanı takip etti. Earwen aşağıya indiği tavandan yere sarkan iple yukarı çıkmaya başladı. Onu James izledi. Artık Sarı Kule hayatını kaybetmiş, ıssız bir harabeden başka bir şey değildi ve çürümeye mahkûm edilmişti…
Sarolonde üslubunu biraz da olsun bozdu ve soğukkanlılığını biraz da olsa kaybetti. Sonuçta karşısında büyülü dünyanın en güçlü şâhısı duruyordu. Ama neden Baş büyücü o olmuştu tabiî kide ondan güçlü olduğu için. Kendini bunla avuttuğunu biliyordu. Earwen’in baş büyücü olamamasının sebebi karanlık yolda yürümesiydi.
Earwen, Sarolonde’ye küstah bir bakış attıktan sonra pelerininin altından bir hançer çıkardı ve James’in içinde bulunduğu baloncuğa adeta sapladı ve James yere kapaklandı. James korkuyla büyükçe sütunların birinin arkasına saklandı. Gözleri ile odayı süzdü yaşamak için Allah’a dua ediyordu.
Sarolonde cesur olduğunu göstermek istercesine Earwen’e küstah bir bakış attı ve ardından:
“Earwen Numanesse sizi tekrar buralarda, tekrar dünyayı kötülüğün merkezi yapmaya çalışırken görmek ne hoş… ASKERLER!” dedi.
Derken içerisi ‘Işığın Koruyucuları’ armasını taşıyan büyücülerle doldu. Bu onun grimsi gözlerini fal taşı gibi açmasına yetmişti. Etrafı şaşkın gözlerle süzdü, bu kadar hazırlıklı olmalarını açıkçası beklemiyordu. Sonuçta önlerindeki on üç (13) yıl ‘Işığın Koruyucuları’ nın Earwen’e karşı hazırlanmaları için oldukça dar bir zaman dilimiydi. Ama onlar bu zamanı iyi değerlendirmişe benziyorlardı. Earwen yüzüne aynı ciddi tavrı vermeye çalıştı ve
“Sarolonde Sarondon on bin (10 000) yıldır değişmediğinizi görmek ne kadar da içler acısı. Hala eskisi gibi korkaksınız. Pis işlerinizi çömezlerinize yaptırıyorsunuz. Yoksa tek başınıza benimle dövüşmeye gücünüz yetmiyor mu?” dedi ukala bir tavır sergileyerek.
Earwen Sarolonde’yi kapana kıstırmış gibi gözüküyordu çünkü Sarolonde’nin zayıf noktası ona karşı korkak olduğunun ima edilmesiydi. Earwen bunun farkında olduğu için böyle bir cümle kullanmıştı ama ona kalırsa dahi Sarolonde korkağın tekiydi.
Sarolonde bu sözlerin şokundan henüz kurtulamamıştı askerlere hemen eliyle ‘çıkın’ işareti yaptı ve Earwen’e nispet yaparcasına baktı. Earwen askerlerin çıktığını görünce a pelerininin altından kabzasından çıkardığı kılıcını elinde tuttu ve
“Teke tek bir düello yapacağız ama sihirsiz. Kılıçlar savaşacak sadece. Savaşta sihir karşıtı olduğumu bilirsin. Ama sana güvenemem, tüm gücün üzerine yemin et. Biliyorsun yeminini tutmazsan, tüm gücünü kaybedersin. Buda mevkinin sonu olur.”
Sarolonde sözünün eri bir adamdı bu yüzden Earwen’in bu cümleleri onun tüylerini diken diken etmemişti. Kırışmış elleriyle duvardan ona doğru gelen kılıcı eliyle kavradı ve
“Senin gözünde ‘korkak’ biri olabilirim ama ne kadar sözünün eri bir adam olduğumu sende biliyorsun, bu inkâr edemeyeceğin bir gerçek. Tüm gücümün üstüne yemin ediyorum ki bu savaşta büyü kullanmayacağıma, hile yapmayacağıma…” dedi.
Bu lafları Earwen’i gözüyle keserek söylemişti şimdiki hayali ise onu şu anda ortadan ikiye ayırmaktı. Elindeki kılıcını ustaca bir hareketle salladı ama Earwen’in de savunması çok iyiydi. Ortam oldukça gergindi. Kılıç sesleri büyük salonda yankılanıyordu.
Oldukça uzun bir zaman geçmişti fakat savaş hala sonuçlanmamıştı. Derken Sarolonde Earwen’i köşeye sıkıştırmıştı. Earwen hiçbir yere kaçamayacak durumdaydı çünkü arkasında büyükçe bir sütun önünde ise kılıcı boğazına dayamış Sarolonde duruyordu. Earwen daha fazla böyle idare edemeyeceğini anlamıştı, tekrar ölmeyi hayatta göze alamazdı. Sarolonde’nin arkasına ışınlandı ve kılıcı Sarolonde’nin ölmesini sağlamayacak sadece bayıltacak bir yerine ona göre hafifçe sapladı lakin Sarolonde’yi bayıltmayı başarmıştı. Earwen kendinden beklide kırk kilogram (40 kg) ağır adamı zorlukla kucakladı ve açık kalan Kara deliğin içine attı ve Sarolonde’ye işkence çektirme başarısıyla coşmuş gözlerle olacakları düşündü…
Sarolonde yani baş büyücü hapsedilmişti, bunun sonucu tüm büyücü dünyasını derinden etkileyecekti çünkü artık kimse büyü yapamayacaktı, Earwen bile… Sadece Sarolonde’yi yendiği için, ışınlanma güçlerine sahipti. Başka hiçbir güce sahip değildi, kılıcını kendi elleriyle yapacak, elbiselerini kendi elleriyle dikecekti ama şu anda o ‘zafer’ coşkusu içerisindeydi bunlar bile onun moralini bozamazdı! Ama tüm güçlerini kaybetmemesinin nedeni ise onun herhangi bir söz vermiş olmamasıydı…
Earwen gözleriyle James’i bulmak için odayı tararken gözüne Drew ilişti, bu iyi ikiz olmalıydı. Drew gördüklerinin şokundan olacak ki bayılmıştı. Earwen bunu fırsat bilerek onu Dünya denilen sihirin hiç var olmadığı bir gezene ışınladı. Gerçi artık kendi gezegenlerinde de sihir olduğundan bahsedilemezdi.
Düşüncesinden sıyrılıp James’e baktı ve
“Gidiyoruz!” dedi.
James şaşkın gözlerle adını bile bilmediği bayanı takip etti. Earwen aşağıya indiği tavandan yere sarkan iple yukarı çıkmaya başladı. Onu James izledi. Artık Sarı Kule hayatını kaybetmiş, ıssız bir harabeden başka bir şey değildi ve çürümeye mahkûm edilmişti…
Teşekkürler. Yalnız artık fazla uzun tutmayı düşünmüyorum bölerek yazcam insan okumaya üşeniyor resmen
Bölüm 2: Yetimhane
Dünya’da kış rüzgârları esiyor, her yeri bembeyaz bir örtü kaplamış. Her taraf neşe saçıyor, sadece Aredhel sokağındaki mavi köşk hariç. İçerisi yas havasına bürünmüş, annesi babası olmayan, ya da çocuklarını istemeyip sokağa atılmış şahısların yaşadığı yer burası. Bir yetimhane. Bu gün buraya yeni biri daha gelmişti. Yalnız çok kötü durumdaydı…
Drew gözlerini yavaşça araladı. Nerede olduğunu şu zamana kadar ne yaşadığını dahi hatırlamıyordu belki bu onun için daha iyi olabilirdi. Gözlerini yavaşça araladığında şu ana kadar gördüğü en güzel belki de tek bayanı gördü O hariç, ama onu da hatırlamıyordu. Kalbi çarpıyordu, yanakları kızarmıştı ve vücudu enerji toplamıştı adeta. Böyle duyguları ilk defa içinde besliyordu. Karşısında duran oldukça güzel bir bayandı. Omuzlarına kadar dökülen bukle bukle kızıl saçları ve masmavi gözleri vardı kızın. İyi görmeyen gözleriyle kızın sağ omzunun biraz daha altında bulunan, kızın bilgilerinin yazdığı kartı okumaya çalıştı Drew. Adı Elanor Saionji’ydi. Okuyabildiği kadar da on üç yaşındaydı…
“Kötü gözüküyorsun, bir bardak su getirmemi ister misin?” dedi kız oldukça yumuşak bir ses tonuyla.
Drew ne yaşadığını bir anda şaşırmıştı ama emin olduğu bir şey vardı boğazında düğümlenen o şey bu incecik sesle hemen çözülmüştü.
“Sağ ol. Sen kendini yorma ben alırım” dedi oldukça rahat bir ses tonuyla ve uzandığı kanepeden doğruldu.
Büyük bir sesle gıcırdayan kanepe büyük bir rahatsızlık veriyordu. Her ikisinin de yüz ifadeleri ister istemez ekşidi. Sendeleyerek mutfağa giden Drew bir süre sonra elinde bir bardak suyla geri döndü. Kız Drew’i izlerken Drew hemen atağa geçti ve
“Bana burayı gezdirir misin?” dedi.
Kız ‘tabii’ anlamında başını salladı ve ayağa kalktı. Uzun eteğinin ucu yırtıktı. Drew bir kızın yırtık dahi olsa şık olan elbisesine baktı, birde kendi paçavra giysisine. Uzunca bir merdivenden indiler, oldukça büyük bir yere benziyordu ama ne kadar büyük olursa o kadar uzun süre gezerdi ve kızla da o kadar uzun süre vakit geçirirdi. Ortam çok sessizdi sessizliği bozmak istercesine.
“Burası neresi? Yani buraya kimler gelir?” diye sordu adeta sorgularcasına.
Kız ise üzüldüğünü belli etmemek için elinden geleni yapmaya çalışıyordu ama cam gibi gözlerinden süzülen bir damla yaşa hakim olamadı. Drew yanlış bir soru sorduğunun farkına varmıştı ama zamanı geri almanın da imkânı yoktu. Kız titrek bir sesle cevap verdi
“Burası ailesi olmayanların yeri, buradan ancak reşit olduğumuzda yani on sekiz yaşımıza geldiğimizde çıkabiliriz. Benim daha beş yılım var peki ya sen kaç yaşındasın? Kartın da yok!” dedi. Sesi sonlara doğru baya ciddileşmişti.
Drew kaç yaşında olduğunu tesadüfen hatırlıyordu aslına bakarsanız hatırladığı tek şey oydu. Kartının ne zaman takılacağını, ne zaman ona da bu şık kıyafetlerden verileceğini merak ediyordu, kızın yanında bu kıyafetlerle kendini ezik hissetmiyor değildi.
“13…Belki bir bilgin vardır bana ne zaman bu kartlardan verilecek, ne zaman şık kıyafetler giydirilecek ve en önemlisi benim ailem yok mu?” yüzü şaşkın bir ifade almıştı ailesinin olmaması ona çok ağır gelmişti.
Kız çocuğun ailesinin olup olmadığını bilmemesine açıkçası çok şaşırmıştı, bir insan ailesinin olup olmadığından nasıl emin olamazdı. Aileydi bu bir çift kokuşmuş spor ayakkabısı değil…
“Var mı?” diye sordu sorgularcasına.
Ancak sorduğu sorunun ne kadar insanın içini yakan bir soru olduğunu sonradan kavramıştı. Çok utanmıştı o da kendisi gibiydi ve kendisine böyle bir söz yöneltilirse ne kadar üzüleceğini ne kadar insanları tersleyeceğini bir düşündü. Berbat bir şey olmalıydı. Drew tarafından terslenmeden buradan gitsem diye düşündü ve
“Affedersin!” dedi ve inmeyi yeni bitirdiği merdivenleri üzgün bir şekilde hızlıca tırmandı
Bölüm 2: Yetimhane
Dünya’da kış rüzgârları esiyor, her yeri bembeyaz bir örtü kaplamış. Her taraf neşe saçıyor, sadece Aredhel sokağındaki mavi köşk hariç. İçerisi yas havasına bürünmüş, annesi babası olmayan, ya da çocuklarını istemeyip sokağa atılmış şahısların yaşadığı yer burası. Bir yetimhane. Bu gün buraya yeni biri daha gelmişti. Yalnız çok kötü durumdaydı…
Drew gözlerini yavaşça araladı. Nerede olduğunu şu zamana kadar ne yaşadığını dahi hatırlamıyordu belki bu onun için daha iyi olabilirdi. Gözlerini yavaşça araladığında şu ana kadar gördüğü en güzel belki de tek bayanı gördü O hariç, ama onu da hatırlamıyordu. Kalbi çarpıyordu, yanakları kızarmıştı ve vücudu enerji toplamıştı adeta. Böyle duyguları ilk defa içinde besliyordu. Karşısında duran oldukça güzel bir bayandı. Omuzlarına kadar dökülen bukle bukle kızıl saçları ve masmavi gözleri vardı kızın. İyi görmeyen gözleriyle kızın sağ omzunun biraz daha altında bulunan, kızın bilgilerinin yazdığı kartı okumaya çalıştı Drew. Adı Elanor Saionji’ydi. Okuyabildiği kadar da on üç yaşındaydı…
“Kötü gözüküyorsun, bir bardak su getirmemi ister misin?” dedi kız oldukça yumuşak bir ses tonuyla.
Drew ne yaşadığını bir anda şaşırmıştı ama emin olduğu bir şey vardı boğazında düğümlenen o şey bu incecik sesle hemen çözülmüştü.
“Sağ ol. Sen kendini yorma ben alırım” dedi oldukça rahat bir ses tonuyla ve uzandığı kanepeden doğruldu.
Büyük bir sesle gıcırdayan kanepe büyük bir rahatsızlık veriyordu. Her ikisinin de yüz ifadeleri ister istemez ekşidi. Sendeleyerek mutfağa giden Drew bir süre sonra elinde bir bardak suyla geri döndü. Kız Drew’i izlerken Drew hemen atağa geçti ve
“Bana burayı gezdirir misin?” dedi.
Kız ‘tabii’ anlamında başını salladı ve ayağa kalktı. Uzun eteğinin ucu yırtıktı. Drew bir kızın yırtık dahi olsa şık olan elbisesine baktı, birde kendi paçavra giysisine. Uzunca bir merdivenden indiler, oldukça büyük bir yere benziyordu ama ne kadar büyük olursa o kadar uzun süre gezerdi ve kızla da o kadar uzun süre vakit geçirirdi. Ortam çok sessizdi sessizliği bozmak istercesine.
“Burası neresi? Yani buraya kimler gelir?” diye sordu adeta sorgularcasına.
Kız ise üzüldüğünü belli etmemek için elinden geleni yapmaya çalışıyordu ama cam gibi gözlerinden süzülen bir damla yaşa hakim olamadı. Drew yanlış bir soru sorduğunun farkına varmıştı ama zamanı geri almanın da imkânı yoktu. Kız titrek bir sesle cevap verdi
“Burası ailesi olmayanların yeri, buradan ancak reşit olduğumuzda yani on sekiz yaşımıza geldiğimizde çıkabiliriz. Benim daha beş yılım var peki ya sen kaç yaşındasın? Kartın da yok!” dedi. Sesi sonlara doğru baya ciddileşmişti.
Drew kaç yaşında olduğunu tesadüfen hatırlıyordu aslına bakarsanız hatırladığı tek şey oydu. Kartının ne zaman takılacağını, ne zaman ona da bu şık kıyafetlerden verileceğini merak ediyordu, kızın yanında bu kıyafetlerle kendini ezik hissetmiyor değildi.
“13…Belki bir bilgin vardır bana ne zaman bu kartlardan verilecek, ne zaman şık kıyafetler giydirilecek ve en önemlisi benim ailem yok mu?” yüzü şaşkın bir ifade almıştı ailesinin olmaması ona çok ağır gelmişti.
Kız çocuğun ailesinin olup olmadığını bilmemesine açıkçası çok şaşırmıştı, bir insan ailesinin olup olmadığından nasıl emin olamazdı. Aileydi bu bir çift kokuşmuş spor ayakkabısı değil…
“Var mı?” diye sordu sorgularcasına.
Ancak sorduğu sorunun ne kadar insanın içini yakan bir soru olduğunu sonradan kavramıştı. Çok utanmıştı o da kendisi gibiydi ve kendisine böyle bir söz yöneltilirse ne kadar üzüleceğini ne kadar insanları tersleyeceğini bir düşündü. Berbat bir şey olmalıydı. Drew tarafından terslenmeden buradan gitsem diye düşündü ve
“Affedersin!” dedi ve inmeyi yeni bitirdiği merdivenleri üzgün bir şekilde hızlıca tırmandı
Kesinlikle devamını bekliyorum. Ayrıca şimdiik okumuyorum çünkü ilk -hoş huyum işte- biriksin birden okumayı daha çok istiyorum
En Kısa zamanda devamını getirmen dileğiyle
En Kısa zamanda devamını getirmen dileğiyle
Spoiler:
Appleseed XIII Ova -> PekYakında ve
Kamisama no Memo-chô Güncelleniyor...
Sadomi -> ilk 4 sayfa çıktı
Sakasama no Patema Özel; ilk 3 bölüm çıktı
Sakasama no Patema Movie çevriliyor
[Bağlantı]
Kendi Çevirilerim Aktif artık... *-*
Devamı olmaz mı hiçç!
Bölüm 3 Dışarıdaki Dünyaya Ziyaret
Drew kulaklarında resmen çınlayan bir zil sesiyle uyandı. Bunun ne olduğunu bilmiyordu. Yalnızca üzerinde sayılar ve iki tane çubuk bulunan bir cihazdan geldiğini biliyordu. Bu her neyse cihazı susturmak istiyordu rasgele elini cihazın üstüne bastırdı ve cihaz sustu.
Gözlerini zor açıyordu sanki göz kapakları birbirine uhu ile yapıştırılmıştı. Gözlerini tamamen açtığında ise gördüğü manzara karşısında ağzı açık kaldı. Yatağının hemen üstünde siyah-beyaz oldukça şık bir giysi duruyordu. Aynanın karşısına geçti, gerçekten çok pisti. Banyo yapması gerekliydi. Hızlıca banyoya yöneldi.
Banyodan çıktığında ise hemen saçlarını beyaz havluyla kuruladı ama çok darmadağın gözüküyordu. Tuvalet masasının üzerindeki tahta üzerinde dişler bulunan aleti saçına sürttü, gerçekten de işe yarıyordu saçları düzgünleşmişti. Giysilerini giydikten hemen sonra kapısı çaldı ardından açıldı. Gelen kişi Drew’e şaşkın gözlerle baktı bir saatte ne kadar da değişmişti. Sonra buraya niçin geldiğini hatırladı ve yüzündeki ciddi tavır geri geldi.
“Drew Davis, sizi müdürümüz çağırıyor. Beni takip edin…” dedi burnu havada bir vaziyette.
Drew adamı şaşkın gözlerle takip etti. Acaba buranın müdürü ona ne diyecekti. Yoksa ailesi mi bulunmuştu? Kafasında bunun gibi birçok sorular oluşmuştu. Bunların cevabını öğrenmesi içinde biran önce müdürün odasına ulaşması gerekiyordu ama önünde yürüyen adam uyuşuk uyuşuk oraya doğru ilerliyordu. Nihayet kapının önüne geldiklerinde adam çekildi ve Drew’i yalnız bıraktı. Drew titreşen elleri ile kapıyı araladı.
Gördüğü manzara çok şaşırtıcıydı. Siyah bıyıklı, beyaz saçlı bir adam karşısında duruyordu. Ayakları ise masanın üzerindeydi o derecedeydi ki Drew adamın ayaklarının kırk üç numara olduğunu dahi öğrenmişti. Adam ise Drew’i görür görmez elindeki tüttürdüğü piposunu masanın üstüne bıraktı ve ayaklarını masanın üzerinden indirdi.
“Drew… Aslında adının bu olduğundan bile emin değilim. Çünkü seni terkedilmiş bir parkın ortasında baygın bir şekilde bulmuşlar. Etrafta kimse yokmuş adını soyadını bildiğimize gelince tam ensende yazıyor.” Dedi ve Drew’e yetimhane kimliğini ve nüfus cüzdanını uzattı…
Bölüm 3 Dışarıdaki Dünyaya Ziyaret
Drew kulaklarında resmen çınlayan bir zil sesiyle uyandı. Bunun ne olduğunu bilmiyordu. Yalnızca üzerinde sayılar ve iki tane çubuk bulunan bir cihazdan geldiğini biliyordu. Bu her neyse cihazı susturmak istiyordu rasgele elini cihazın üstüne bastırdı ve cihaz sustu.
Gözlerini zor açıyordu sanki göz kapakları birbirine uhu ile yapıştırılmıştı. Gözlerini tamamen açtığında ise gördüğü manzara karşısında ağzı açık kaldı. Yatağının hemen üstünde siyah-beyaz oldukça şık bir giysi duruyordu. Aynanın karşısına geçti, gerçekten çok pisti. Banyo yapması gerekliydi. Hızlıca banyoya yöneldi.
Banyodan çıktığında ise hemen saçlarını beyaz havluyla kuruladı ama çok darmadağın gözüküyordu. Tuvalet masasının üzerindeki tahta üzerinde dişler bulunan aleti saçına sürttü, gerçekten de işe yarıyordu saçları düzgünleşmişti. Giysilerini giydikten hemen sonra kapısı çaldı ardından açıldı. Gelen kişi Drew’e şaşkın gözlerle baktı bir saatte ne kadar da değişmişti. Sonra buraya niçin geldiğini hatırladı ve yüzündeki ciddi tavır geri geldi.
“Drew Davis, sizi müdürümüz çağırıyor. Beni takip edin…” dedi burnu havada bir vaziyette.
Drew adamı şaşkın gözlerle takip etti. Acaba buranın müdürü ona ne diyecekti. Yoksa ailesi mi bulunmuştu? Kafasında bunun gibi birçok sorular oluşmuştu. Bunların cevabını öğrenmesi içinde biran önce müdürün odasına ulaşması gerekiyordu ama önünde yürüyen adam uyuşuk uyuşuk oraya doğru ilerliyordu. Nihayet kapının önüne geldiklerinde adam çekildi ve Drew’i yalnız bıraktı. Drew titreşen elleri ile kapıyı araladı.
Gördüğü manzara çok şaşırtıcıydı. Siyah bıyıklı, beyaz saçlı bir adam karşısında duruyordu. Ayakları ise masanın üzerindeydi o derecedeydi ki Drew adamın ayaklarının kırk üç numara olduğunu dahi öğrenmişti. Adam ise Drew’i görür görmez elindeki tüttürdüğü piposunu masanın üstüne bıraktı ve ayaklarını masanın üzerinden indirdi.
“Drew… Aslında adının bu olduğundan bile emin değilim. Çünkü seni terkedilmiş bir parkın ortasında baygın bir şekilde bulmuşlar. Etrafta kimse yokmuş adını soyadını bildiğimize gelince tam ensende yazıyor.” Dedi ve Drew’e yetimhane kimliğini ve nüfus cüzdanını uzattı…
2. sayfa (Toplam 3 sayfa) [ 23 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |