(serena) bir fen lisesi öyküsü(21. bölüm)--YENİ-- Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3 ... 11, 12, 13, Sonraki |
Yazar
Mesaj
hiç sorun değil canım sen yazmayı bırakmada ben beklerim yeni bölümü koyduğunda haber verirsen ö.m ile çok da sevinirim. tabi vaktin olursa .
ygs-lys konusu daha önemli tabiki ama ; sen basarılı olacak bir öğrencisin zaten, bu anlaşılıyor hemen
kolay gelsin canım
ygs-lys konusu daha önemli tabiki ama ; sen basarılı olacak bir öğrencisin zaten, bu anlaşılıyor hemen
kolay gelsin canım
Nemesis Divinaya sonsuz tesekkürlerimi sunarım ....cici kyo'm seviyorum seni...
_______________________
ya çok güzel olmuş çok begendim kıskanmalımıyım seni ???
kim kazık atacak acaba yiğite ??
Enesden mi gelecek bu kazık acaba ??? off bir an önce defterin ve bilgisayarın birbirine kavuşur umarım O__0
eee sende zamanı telafi etmek için 2 bölm birden koyarsın belki nedersin??
xxxx
olmazsss mı ??? yüzsüzlük mü ettim etmedim dimi....
ay ne çok soru sormuşum ya
kim kazık atacak acaba yiğite ??
Enesden mi gelecek bu kazık acaba ??? off bir an önce defterin ve bilgisayarın birbirine kavuşur umarım O__0
eee sende zamanı telafi etmek için 2 bölm birden koyarsın belki nedersin??
xxxx
olmazsss mı ??? yüzsüzlük mü ettim etmedim dimi....
Spoiler:
ay ne çok soru sormuşum ya
Nemesis Divinaya sonsuz tesekkürlerimi sunarım ....cici kyo'm seviyorum seni...
_______________________
Bölüm 6)a-b
Alev, tiksinir gibi fırlattı dergiyi odanın diğer yanına. Koyu kızıl, neredeyse kahverengi, uzun ve hafif dalgalı saçlarını sert bir hareketle yeşil gözlerinin önünden kaldırdı. Ranzanın kenarından kafasını uzatıp başına bela olan ağaca baktı. Tüm bunlar, bu acayip karmaşa, sırf egzotik olsun diye romanını bir ağacın tepesinde okuma merakından olmuştu zaten. Üç senedir bu okulda okuyordu ve böylesi bir şey, bu denli rezil bir olay ilk kez başına geliyordu.
Koyu renkli dolgun dudaklarını hafifçe araladı. Duvarlara küfretmek istedi. Ama vazgeçti. “Duvarların ne suçu var” diye sordu kendi kendine, ellerini bembeyaz teninde gezdirirken.
Yani anlamıyordu, böyle bir şey nasıl olabilirdi ki? Biri, hangi akla hizmet kalkıp fotoğrafını çekebilir, sonra da bunu bir Yarışmaya yollayıp ödül alabilirdi? En kötüsü de hangi , beyninin gelişimi tamamlanmamış ilkel yaratık bunu kendinden habersiz yapabilirdi!? Gerçi böyle düşünüp durmanın kendinden başka kime zararı vardı ki? O yaptığının bedelini ödemedikten sonra, ki ödeyeceğini ya da ödemek istese de ödeyebilecek herhangi bir koşul bulabileceğini sanmıyordu, ne anlamı vardı? Ona konuşması yada açıklaması için fırsat vermemişti ama aklı bunun mantıklı bir açıklaması olamayacağından emindi. Yani böyle bir tesadüf olabilir miydi? O makine fotoğrafları kendi kendine çekmemişti ya. Demek ki biri suçluydu ve günah keçisi çoktan ilan edilmişti bile.
Her şeyden öte arkadaşları arasındaki gururuydu asıl sorun. Çoğusu buna katıla katıla gülmüş ve saf yerine konduğunu apaçık söylemişti yüzüne. Belki gerçekten öyleydi. Belki sahiden de saf yerine konulacak bir duruma girmiş olabilirdi ama bunu herkesin öğrenmesi mi lazımdı? Bunu da millete duyuran gene o olmuştu. “Yani adil bir yargılama” diye düşündü. Suçu bir tane değildi ki! Aslında suçunun kaç tane olduğu da çok mühim değildi. Yiğit onun gözünde ukala, insanları peşinden sürüklemeyi seven, kendini beğenmiş bir son sınıf öğrencisiydi ve öyle de kalacak gibiydi. En azından ona olan siniri geçene kadar.
“Sanatkar ha?” diye söylendi. “Affedersin ama sanat bunun neresinde biri gösterebilir mi?”
Sonra buzun üzerindeki mükemmel kayışını sergileyen resme baktı. Bir süre inceler gibi yaptıktan sonra “tamam biraz estetik var” diye somurttu. “Ama o da sırf vücudundan kaynaklanıyo estetik yapmayı bildiğinden falan değil.”
Ardından dergiyi aldı ve dışarı çıktı. Bahçede, neredeyse kimsenin olmadığı bir yere gitti ve resmi yere fırlattı. Sonra ona bakarak ”sen pisliğin tekisin!” diye bağırdı. Resmin etrafında dönerek hakaretler yağdırmaya devam etti.
“Sen hayatımda gördüğüm en ukala tipsin! İnsanların hayatını berbat etmeyi en iyi beceren kendini beğenmiş bir zavallısın! Türünün son örneği ve-“
“Sanırım bu iltifatlar banaydı” diye bir ses böldü hakaret faslını.Alev hiç bozuntuya vermemeye çalışarak arkasına döndü. Yiğit’in karşısında duruyor olması onu ziyadesiyle utandırmıştı fakat belli etmedi.
“Evet sana. Ama iltifat olduğu konusunda yanıldın. Yani insanlar genelde güzel şeyleri iltifat olarak algılarlar ama fesatlık senin mayanda olduğu için…” dedi pişkin pişkin.
“Bak aslında işin aslını bilmiyorsun” dedi Yiğit.
“Anlat o zaman! Ağzını açıp açıklama zahmetinde bulunmadın ki hiç”
“E, tamam. Fırsatım olmadı diyelim” dedi Yiğit şaşkın şaşkın.
“Dinliyorum”
“Sonunda” diye iç geçirdi Yiğit. Ve anlatmaya başladı.
“Aslında böyle fotoğrafa falan yeteneğim yoktur ama yarışmayı ve ödülü duyunca şansımı deneyeyim dedim. Tabii şansımın olduğuna da inanmıyordum. Bahçeye çıkıp ne gördüysem çektim. Anlayacağın özellikle seni dikizlediğim falan yoktu. Hatta senin o fotoğrafta olduğunu bile bilmiyordum ve yolladığım birçok fotoğraftan biriydi o. Eh, sonrasını biliyorsun.”
Alev tepki vermemeye çalıştı. Söyledikleri doğruysa ki hiç yalanmış gibi gelmemişti, çocuğun pek de suçu yoktu. Yiğit onun tereddüt ettiğini fark edince
“Ödülün yarısını ister misin?” dedi bir çırpıda.”
“Ne?”
“500 lira. Bu, anlaşma yapmaya yeter mi?”
Alev şaşkındı. Aslında hiç de fena gelmiyordu kulağa.
“Evet sanırım… Sanırım anlaşabiliriz.”
“Tamam, ben gidiyorum. Sen resmime hakaret etmeye devam et”
Alev kulaklarının yandığını fark etti. Şimdi cidden pişmanlık duyuyordu ama gurur meselesine dönmüştü bir kere iş. Yiğit’in gülümseyerek yavaş yavaş gidişini izledi. Adımlarını o kadar seyrek atıyordu ki sanki gitmek istemiyor gibiydi. Belki de Alev öyle görmek istiyordu. Belki…
Yiğit yavaşça uzaklaşırken ardına dönüvermek istiyordu ama bunun için bir bahanesi yoktu. O yüzdem adımlarını bu denli yavaş atıyordu zaten. Aklına bir şey gelsin diye uyuşuklanıyordu ama gelmemişti işte. Bir an duraksadı. Başını doksan derece kadar çevirdi. Alt dudağını ısırdı. Kahretsin. Heyecanlanmıştı. Ne diye böyle yapma gereği duymuştu ki şimdi…? Neden illa konuşmak istiyordu..? Sonra bir anda ardına döndü ve “dersler nasıl gidiyo?” diye sordu.
İkisi de şaşkın şaşkın bakınıyorlardı. Alev daha farklı bir şey beklemişti aslında.
“İyi” dedi hiç düşünmeden. Galiba şimdi de kendisi bir şey söylemeliydi.
“Senin?”
“Benim… Biliyorsun… Öss yakın… Ve iyi. Yani…” iyice çuvalladığını düşündü. Bir türlü iki kelimeyi yan yana koyamamıştı. “Aslında buraya göre normal” dedi sonunda. Okula doğru baktı. Sonra “Ama ne de olsa burası fen lisesi değil mi? Buraya göre normal olmak birçok yere göre iyiyim demektir.”
“Belki.” Dedi Alev donuk bir ifadeyle. “Ama her zaman değil.”
“Değil mi? Neden?”
“Çünkü” dedi Alev birkaç adım ötedeki duvarın üzerine oturarak. “Biz sadece ek puan açısından avantajlıyız. O kadar sıkıyorlar ki ÖSS için yeterince hazırlanamıyoruz. Ha olmuyor mu oluyor tabii ki. Sonuçta herkes buraya gelirken seçilerek geliyor. Okulun kazandırdığı fazla bir şey olduğunu sanmıyorum. Kısacası idealleri yüksek olanlar buraya gelmemeli bence.”
Yiğit etkilenmişti bu kendine güvenen konuşmadan.
“Yani… Senin ideallerin yüksek değil, öyle mi?”
“Tabi ki yüksek. Sadece bunları üç yıl önce düşünemedim o kadar”
“Boşversene o zamanlar resmen çocuktuk” dedi Yiğit gözlerini kısıp bir şeyler hatırlamaya çalışır gibi. “ Ben sonuçlarımın geldiği günü dün gibi hatırlıyorum. Tercihlerimi babam ve öğretmenim birlikte yapmışlardı. Herhalde beni bir yetişkin olarak görseler kağıdı elime verip seçimde tamamen özgür olmamı isterlerdi.”
“Ne yani tercihlerini hiç bilmiyor muydun? Yani sana hiç sormadılar mı?”
“Yok o kadar da değil. Ben zaten burayı istiyordum. İlk tercihime buranın yazılmasını istedim gerisini onlar halletti işte.”
Yiğit başını öne eğdi ve güldü. Ayağıyla yerdeki taşlardan birini iteledi.
“Vay be on dört yaşındaydım.Şimdi on sekiz. Koca adam olmuşum”
Alev alaycı gözlerle Yiğit’e baktı.
“Evet görünürde koca adam olmuşsun ama hala neyi nasıl yapacağını bilmiyorsun” dedi. “Fotoğraf çekerken nereyi çektiğine dikkat etmek gibi.”
“Bir dakika” dedi Yiğit sözünü kesercesine. “Bu konuda anlaştık sanıyordum.”
“Evet anlaştık ama sadece para konusunda. Sana olan kızgınlığım 500 lirayla geçmez.”
“Ne?” dedi Yiğit. “Daha fazla mı istiyorsun? Hepsini mi?”
Alev gülmeye başladı.
“Tabi ki hayır! NE kadar verirsen ver fark etmez. Sana gerçekten çok kızdım. Bu parayla halledilecek bir şey değil. Hem…”
Alev durup gözlerini Yiğit’e dikti.
“Yani illa ki anlaşmak zorunda değiliz değil mi? Seninle iyi geçinmem gerekmiyor sonuçta.”
Alev, tiksinir gibi fırlattı dergiyi odanın diğer yanına. Koyu kızıl, neredeyse kahverengi, uzun ve hafif dalgalı saçlarını sert bir hareketle yeşil gözlerinin önünden kaldırdı. Ranzanın kenarından kafasını uzatıp başına bela olan ağaca baktı. Tüm bunlar, bu acayip karmaşa, sırf egzotik olsun diye romanını bir ağacın tepesinde okuma merakından olmuştu zaten. Üç senedir bu okulda okuyordu ve böylesi bir şey, bu denli rezil bir olay ilk kez başına geliyordu.
Koyu renkli dolgun dudaklarını hafifçe araladı. Duvarlara küfretmek istedi. Ama vazgeçti. “Duvarların ne suçu var” diye sordu kendi kendine, ellerini bembeyaz teninde gezdirirken.
Yani anlamıyordu, böyle bir şey nasıl olabilirdi ki? Biri, hangi akla hizmet kalkıp fotoğrafını çekebilir, sonra da bunu bir Yarışmaya yollayıp ödül alabilirdi? En kötüsü de hangi , beyninin gelişimi tamamlanmamış ilkel yaratık bunu kendinden habersiz yapabilirdi!? Gerçi böyle düşünüp durmanın kendinden başka kime zararı vardı ki? O yaptığının bedelini ödemedikten sonra, ki ödeyeceğini ya da ödemek istese de ödeyebilecek herhangi bir koşul bulabileceğini sanmıyordu, ne anlamı vardı? Ona konuşması yada açıklaması için fırsat vermemişti ama aklı bunun mantıklı bir açıklaması olamayacağından emindi. Yani böyle bir tesadüf olabilir miydi? O makine fotoğrafları kendi kendine çekmemişti ya. Demek ki biri suçluydu ve günah keçisi çoktan ilan edilmişti bile.
Her şeyden öte arkadaşları arasındaki gururuydu asıl sorun. Çoğusu buna katıla katıla gülmüş ve saf yerine konduğunu apaçık söylemişti yüzüne. Belki gerçekten öyleydi. Belki sahiden de saf yerine konulacak bir duruma girmiş olabilirdi ama bunu herkesin öğrenmesi mi lazımdı? Bunu da millete duyuran gene o olmuştu. “Yani adil bir yargılama” diye düşündü. Suçu bir tane değildi ki! Aslında suçunun kaç tane olduğu da çok mühim değildi. Yiğit onun gözünde ukala, insanları peşinden sürüklemeyi seven, kendini beğenmiş bir son sınıf öğrencisiydi ve öyle de kalacak gibiydi. En azından ona olan siniri geçene kadar.
“Sanatkar ha?” diye söylendi. “Affedersin ama sanat bunun neresinde biri gösterebilir mi?”
Sonra buzun üzerindeki mükemmel kayışını sergileyen resme baktı. Bir süre inceler gibi yaptıktan sonra “tamam biraz estetik var” diye somurttu. “Ama o da sırf vücudundan kaynaklanıyo estetik yapmayı bildiğinden falan değil.”
Ardından dergiyi aldı ve dışarı çıktı. Bahçede, neredeyse kimsenin olmadığı bir yere gitti ve resmi yere fırlattı. Sonra ona bakarak ”sen pisliğin tekisin!” diye bağırdı. Resmin etrafında dönerek hakaretler yağdırmaya devam etti.
“Sen hayatımda gördüğüm en ukala tipsin! İnsanların hayatını berbat etmeyi en iyi beceren kendini beğenmiş bir zavallısın! Türünün son örneği ve-“
“Sanırım bu iltifatlar banaydı” diye bir ses böldü hakaret faslını.Alev hiç bozuntuya vermemeye çalışarak arkasına döndü. Yiğit’in karşısında duruyor olması onu ziyadesiyle utandırmıştı fakat belli etmedi.
“Evet sana. Ama iltifat olduğu konusunda yanıldın. Yani insanlar genelde güzel şeyleri iltifat olarak algılarlar ama fesatlık senin mayanda olduğu için…” dedi pişkin pişkin.
“Bak aslında işin aslını bilmiyorsun” dedi Yiğit.
“Anlat o zaman! Ağzını açıp açıklama zahmetinde bulunmadın ki hiç”
“E, tamam. Fırsatım olmadı diyelim” dedi Yiğit şaşkın şaşkın.
“Dinliyorum”
“Sonunda” diye iç geçirdi Yiğit. Ve anlatmaya başladı.
“Aslında böyle fotoğrafa falan yeteneğim yoktur ama yarışmayı ve ödülü duyunca şansımı deneyeyim dedim. Tabii şansımın olduğuna da inanmıyordum. Bahçeye çıkıp ne gördüysem çektim. Anlayacağın özellikle seni dikizlediğim falan yoktu. Hatta senin o fotoğrafta olduğunu bile bilmiyordum ve yolladığım birçok fotoğraftan biriydi o. Eh, sonrasını biliyorsun.”
Alev tepki vermemeye çalıştı. Söyledikleri doğruysa ki hiç yalanmış gibi gelmemişti, çocuğun pek de suçu yoktu. Yiğit onun tereddüt ettiğini fark edince
“Ödülün yarısını ister misin?” dedi bir çırpıda.”
“Ne?”
“500 lira. Bu, anlaşma yapmaya yeter mi?”
Alev şaşkındı. Aslında hiç de fena gelmiyordu kulağa.
“Evet sanırım… Sanırım anlaşabiliriz.”
“Tamam, ben gidiyorum. Sen resmime hakaret etmeye devam et”
Alev kulaklarının yandığını fark etti. Şimdi cidden pişmanlık duyuyordu ama gurur meselesine dönmüştü bir kere iş. Yiğit’in gülümseyerek yavaş yavaş gidişini izledi. Adımlarını o kadar seyrek atıyordu ki sanki gitmek istemiyor gibiydi. Belki de Alev öyle görmek istiyordu. Belki…
Yiğit yavaşça uzaklaşırken ardına dönüvermek istiyordu ama bunun için bir bahanesi yoktu. O yüzdem adımlarını bu denli yavaş atıyordu zaten. Aklına bir şey gelsin diye uyuşuklanıyordu ama gelmemişti işte. Bir an duraksadı. Başını doksan derece kadar çevirdi. Alt dudağını ısırdı. Kahretsin. Heyecanlanmıştı. Ne diye böyle yapma gereği duymuştu ki şimdi…? Neden illa konuşmak istiyordu..? Sonra bir anda ardına döndü ve “dersler nasıl gidiyo?” diye sordu.
İkisi de şaşkın şaşkın bakınıyorlardı. Alev daha farklı bir şey beklemişti aslında.
“İyi” dedi hiç düşünmeden. Galiba şimdi de kendisi bir şey söylemeliydi.
“Senin?”
“Benim… Biliyorsun… Öss yakın… Ve iyi. Yani…” iyice çuvalladığını düşündü. Bir türlü iki kelimeyi yan yana koyamamıştı. “Aslında buraya göre normal” dedi sonunda. Okula doğru baktı. Sonra “Ama ne de olsa burası fen lisesi değil mi? Buraya göre normal olmak birçok yere göre iyiyim demektir.”
“Belki.” Dedi Alev donuk bir ifadeyle. “Ama her zaman değil.”
“Değil mi? Neden?”
“Çünkü” dedi Alev birkaç adım ötedeki duvarın üzerine oturarak. “Biz sadece ek puan açısından avantajlıyız. O kadar sıkıyorlar ki ÖSS için yeterince hazırlanamıyoruz. Ha olmuyor mu oluyor tabii ki. Sonuçta herkes buraya gelirken seçilerek geliyor. Okulun kazandırdığı fazla bir şey olduğunu sanmıyorum. Kısacası idealleri yüksek olanlar buraya gelmemeli bence.”
Yiğit etkilenmişti bu kendine güvenen konuşmadan.
“Yani… Senin ideallerin yüksek değil, öyle mi?”
“Tabi ki yüksek. Sadece bunları üç yıl önce düşünemedim o kadar”
“Boşversene o zamanlar resmen çocuktuk” dedi Yiğit gözlerini kısıp bir şeyler hatırlamaya çalışır gibi. “ Ben sonuçlarımın geldiği günü dün gibi hatırlıyorum. Tercihlerimi babam ve öğretmenim birlikte yapmışlardı. Herhalde beni bir yetişkin olarak görseler kağıdı elime verip seçimde tamamen özgür olmamı isterlerdi.”
“Ne yani tercihlerini hiç bilmiyor muydun? Yani sana hiç sormadılar mı?”
“Yok o kadar da değil. Ben zaten burayı istiyordum. İlk tercihime buranın yazılmasını istedim gerisini onlar halletti işte.”
Yiğit başını öne eğdi ve güldü. Ayağıyla yerdeki taşlardan birini iteledi.
“Vay be on dört yaşındaydım.Şimdi on sekiz. Koca adam olmuşum”
Alev alaycı gözlerle Yiğit’e baktı.
“Evet görünürde koca adam olmuşsun ama hala neyi nasıl yapacağını bilmiyorsun” dedi. “Fotoğraf çekerken nereyi çektiğine dikkat etmek gibi.”
“Bir dakika” dedi Yiğit sözünü kesercesine. “Bu konuda anlaştık sanıyordum.”
“Evet anlaştık ama sadece para konusunda. Sana olan kızgınlığım 500 lirayla geçmez.”
“Ne?” dedi Yiğit. “Daha fazla mı istiyorsun? Hepsini mi?”
Alev gülmeye başladı.
“Tabi ki hayır! NE kadar verirsen ver fark etmez. Sana gerçekten çok kızdım. Bu parayla halledilecek bir şey değil. Hem…”
Alev durup gözlerini Yiğit’e dikti.
“Yani illa ki anlaşmak zorunda değiliz değil mi? Seninle iyi geçinmem gerekmiyor sonuçta.”
2. sayfa (Toplam 13 sayfa) [ 125 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |