Storm Alchemist: Friendship Sayfaya git: Önceki, 1, 2 |
Yazar
Mesaj
okurken hepsi gözümün önünde canlandı XD fanfiction olarak değil ama senaryo yazarı olarak çok başarılı olabilirsin bence XD çok güzel devam etmelisin ^^
Taka; Uchiha Sasuke'nin Itachi'yi bulmak ve başka insanların savaşına karışmasını engellemek amacıyla kurduğu gruptur.Suigetsu , Karin , Jugo ve Sasuke'den oluşur.Onlar Konoha'yı yıkmayı amaçlayanlardır.
Kender karanlıkta sessizce ilerledi ve yavaşça büyücüye yaklaştı.büyücü arkasında birisinin olduğunu sezinlemişti "kim o!" diye tısladı.asasını eline aldı.arkasındaki kişiyi görmek için ışığı yakacaktı ama o daha "şirak" diyemeden kender şrrrrraaaaakkk! diye tokadı basıp kaçıverdi..
Kender karanlıkta sessizce ilerledi ve yavaşça büyücüye yaklaştı.büyücü arkasında birisinin olduğunu sezinlemişti "kim o!" diye tısladı.asasını eline aldı.arkasındaki kişiyi görmek için ışığı yakacaktı ama o daha "şirak" diyemeden kender şrrrrraaaaakkk! diye tokadı basıp kaçıverdi..
Beni yanlış anladın ^^ beğendim ben XD betimlemelerden çok gözümüzde direkt canlanacak şekilde anlatmışsın , özellikle anime ter damlası vs şekillerde.bence güzel olmuş ^^
Taka; Uchiha Sasuke'nin Itachi'yi bulmak ve başka insanların savaşına karışmasını engellemek amacıyla kurduğu gruptur.Suigetsu , Karin , Jugo ve Sasuke'den oluşur.Onlar Konoha'yı yıkmayı amaçlayanlardır.
Kender karanlıkta sessizce ilerledi ve yavaşça büyücüye yaklaştı.büyücü arkasında birisinin olduğunu sezinlemişti "kim o!" diye tısladı.asasını eline aldı.arkasındaki kişiyi görmek için ışığı yakacaktı ama o daha "şirak" diyemeden kender şrrrrraaaaakkk! diye tokadı basıp kaçıverdi..
Kender karanlıkta sessizce ilerledi ve yavaşça büyücüye yaklaştı.büyücü arkasında birisinin olduğunu sezinlemişti "kim o!" diye tısladı.asasını eline aldı.arkasındaki kişiyi görmek için ışığı yakacaktı ama o daha "şirak" diyemeden kender şrrrrraaaaakkk! diye tokadı basıp kaçıverdi..
haaa tamam rahatladım o zaman.
bu arada fma da edward ve alphonse'un ulusal simyacılık sınavına girdiği bölümü hatırlayan varsa söyleyebilir mi? şimdi onu yazıcam da. (not: fma da yanlız fma:brotherhood'ta deil.)
***
ikinci bölümden alıntı:
‘’Rhea.’’ Dedi Mustang.
‘’Hmph?’’
‘’Ulusal simyagerlik sınavına girmeden önce hastalığının tam olarak ne olduğunu öğrenmek için hastaneye götürülmene karar verdim.’’
Şaşkınlıktan ağzımdaki çikolatalı sütü Mustang’in suratına püskürttüm.
‘’NEE?! HAYIR ASLA! HASTANEYE YATMAK İÇİN ÇOK GENCİM!’’ diye bağırdım histerik bir şekilde kollarımı sallayarak. beni hastaneye götürmek için cesedimi çiğnemeleri gerekirdi. (ironik değil mi? ceset haline gelmişsem zaten hastaneye götürmeleri manasız olurdu, yani KESİNLİKLE gitmeyecektim.)
***
bu arada fma da edward ve alphonse'un ulusal simyacılık sınavına girdiği bölümü hatırlayan varsa söyleyebilir mi? şimdi onu yazıcam da. (not: fma da yanlız fma:brotherhood'ta deil.)
***
ikinci bölümden alıntı:
‘’Rhea.’’ Dedi Mustang.
‘’Hmph?’’
‘’Ulusal simyagerlik sınavına girmeden önce hastalığının tam olarak ne olduğunu öğrenmek için hastaneye götürülmene karar verdim.’’
Şaşkınlıktan ağzımdaki çikolatalı sütü Mustang’in suratına püskürttüm.
‘’NEE?! HAYIR ASLA! HASTANEYE YATMAK İÇİN ÇOK GENCİM!’’ diye bağırdım histerik bir şekilde kollarımı sallayarak. beni hastaneye götürmek için cesedimi çiğnemeleri gerekirdi. (ironik değil mi? ceset haline gelmişsem zaten hastaneye götürmeleri manasız olurdu, yani KESİNLİKLE gitmeyecektim.)
***
bleach mangasından spoiler olabilir
2.Bölüm
‘’İnsan dönüşümü mü yaptınız?! Ve vücutlarınızı geri almak için Felsefe Taşı’nı mı arıyorsunuz?!’’ diye viyakladım.
‘’Evet ama Kutuplarda duymamış birkaç kişi kalmış olabilir biraz daha bağır istersen.’’ Diye tısladı Edward.
Küçük bir kafede Al, Ed ve ben oturuyorduk. Bütün hikayesini anlatmıştı bana. Ve şimdi haklı olarak benimde ona anlatmam gerekiyordu. İç çektim.
‘’Altı yaşımdayken Hermes beni açlıktan ölmek üzereyken buldu.’’ Edward’ın gözleri büyüdü, tepki vermesine fırsat tanımadan devam ettim:
‘’Bana baktı ve bana sokakta nasıl yaşayacağımı öğretti.’’ Gözlerimi içtiğim kola bardağına diktim
‘’Ki bu da çalmak demek. Birkaç kez tutuklandım ama kimse ismimi bilmiyor. Her zaman tutuklanınca onlara uydurma bir isim söylerdim. Ayrıca büyük soygunlara kalkışmadan önce saç rengimi siyah yapardım. Çünkü kızıl saçlı pek fazla kimse yok ve hemen göze batıyor.’’
‘’Hmm soygun ha? İlginç…’’
‘’Kimseye söylemeyeceksin değil mi?’’
‘’Tabii ki de söylemeyeceğim. Bundan sonra birbirimize güvenmemiz gerek. Sen bizim tüm sırlarımızı biliyorsun, biz de senin. Ve bunları kimseye sölemeyeceğiz.’’
‘’Tamam.’’ Dedim rahatlayıp arkama yaslanarak. ‘’Zaten istesem de soyadımı söyleyemem biliyor musun? Gerçek ismimi bilmiyorum. Rhea ismini bana Hermes verdi. Yunan mitorolojisinden. Zeus ve Hera’nın annesiydi sanırım.’’ Dedim hatırlamaya çalışarak.
‘’Ah, kendi ismim çok basit geldi bana şimdi.’’ Dedi gülerek.
‘’Onun dışında pek bir şey bilmiyorum. Altı yaşımdan önceki hafızamdan bazı kesitler yaşıyorum bazen. Bir ses, bir koku, bir görüntü… böyle şeyler bana geçmişimden birkaç sahneyi hatırlatabilyor. Sen geçit dediğinde de böyle oldu.’’ Edward’ın yüzünde ciddi bir ifade vardı şimdi.
‘’Birde arada sırada kan kusuyorum işte.’’ Dedim basit bir şeymiş gibi omuz silkip.
‘’Biraz sonra Mustang’in ofisine gideceğiz.’’ Dedi saatine bakıp kafasını oturduğumuz masaya vurdu.
‘’Harika.’’ Dedim homur homur.
‘’O kadar da kötü biri değildir belki…’’ dedi Al.
Edward başını masadan kaldırdı (başını masaya vurduğunda tekrar kaldırmaya gerek duymamıştı.) bir an göz göze geldik.
ikimiz de aynı anda kahkahalara boğulduk.
‘’Heh-hee çok şakacısın Al.’’ Dedim gülmekten gözlerimde oluşan yaşları silerek.
***
Mustang’in ofisinde oturuyorduk.
Ben ayaklarımı sehpaya uzatmıştım ve esniyordum. Bir yandan da çikolatalı süt içiyordum-çikolatalı herşeye bayılırım.
‘’Rhea.’’ Dedi Mustang.
‘’Hmph?’’
‘’Ulusal simyagerlik sınavına girmeden önce hastalığının tam olarak ne olduğunu öğrenmek için hastaneye götürülmene karar verdim.’’
Şaşkınlıktan içtiğim çikolatalı sütü Mustang’in suratına püskürttüm.
‘’NEE?! HAYIR ASLA! HASTANEYE YATMAK İÇİN ÇOK GENCİM!’’ diye bağırdım histerik bir şekilde kollarımı sallayarak. beni hastaneye götürmek için cesedimi çiğnemeleri gerekirdi. (ironik değil mi? ceset haline gelmişsem zaten hastaneye götürmeleri manasız olurdu, yani KESİNLİKLE gitmeyecektim.)
Daha hiçbiri dediğime tepki veremeden hızla koşup (daha önce dediğim gibi, anormal sayılabilecek bir hızdı bu.) Mustang’in ofisinin penceresini açtım ve…
Aşağıya atladım.
Bundan sonra olabilecekler:
A) Aşağıya düşüp kafamı kırıp öldüm, bu fanficte burda bitti.
B) Aşağıya düşüp bacaklarımı kırdım, mecburen hastaneye kaldırıldım.
C) Aşağıya dört ayak üstüne güzel bir iniş yaptım, yanağımdaki ufak bir kesik dışında yaram yok.
C şıkkını seçenleri alkışlıyoruz…
Aşağıya düşerken bir ağaç dalının yanağımı sıyırmasıyla oluşan bir kesik dışında sapasağlamdım ve dört ayak üstüne güzel bir iniş yaptım. Çünkü kediler dört ayak üstüne düşer. Bu düşünceyle kendi kendime hafifçe güldüm. Edward kafasını açık pencereden çıkarıp bana sesleniyordu. Çömeldiğim yerden kalkıp ordu binasının bahçesindeki ağaçlardan birinin tepesine ceketimi çıkarıp astım. Bu onları bir süre oyalayabilirdi. Çünkü ağacın tepesine barkaç saniye içinde çıkıp ceketimi asmıştım ancak birkaç saniye çıkma olayı sadece bana özeldi muhtemelen.
Ağaçtan atlayıp yine dört ayak üzerine düşüp ordu binasının bahçesini çevreleyen gri duvarlardan birine tırmanmaya çalıştım. Evet normal insanlardan güçlüyüm ama bu duvar beni bile aşıyordu. Ellerimi birbirine vurup duvara koydum ve duvarda küçük çıkıntılar oluştu (o gün duvarı yıkacak kadar şeytani bir ruh hali içinde değildim) çıkıntıları kullanarak duvara tırmandım. Bu sırada arkamda ayak sesleri ve bağrışmalar duyuyordum. ‘Çok geç’ dedim kendi kendime, şarkı söyler gibi. Bu sırada askeri üniformalı tanımadığım birkaç kişi duvarın dibinde toplanmış ve beni gördüklerini Mustang, Ed ve Alphonse’a haber veriyorlardı. (duvar 5 metre falandı, ve çıkıntıları çoktan yok etmiştim, tırmanma şansları hiç yoktu.) Bu grup sarışın, kahverengi gözlü bir kadın, mavi gözlü sarı saçlı uzun bir adam, siyah saçlı ufak tefek başka bir adam ve dikkat edemediğim birkaç kişiden daha oluşuyordu. Muhtemelen hiçbiri simyacı değildi ve Mustang Elric kardeşlerle birlikte bahçenin taaa öbür ucundan buraya koşuyordu –ceket tuzağı işe yaramıştı- diğer tarafa atlamadan önce duvarın dibindeki askerlere bkıp dil çıkardım ve;
‘’EZİKLER!!’’ diye bağırıp öbür tarafa atladım. İnsanları sinirlendirmeyi GERÇEKTEN seviyorum.
Sokaklarda hızla koşuyordum ki, meydan gibi bir yere geldim. Daire şeklindeydi ve etrafta birkaç dükkan sıralanmıştı. Ortada ağzından sular akan beyaz mermer bir yunus heykeliyle birkaç bank yer alıyordu. Huzurlu bir yerdi. İç çekip bir banka oturdum.Arkamdan ayak sesleri duydum.
Yok artık.
Daha ne olduğunu anlamadan ayaklarım yerden kesildi. (Y.N.:ichigo rukia’yı idamdan tutarken sougyoku’nun tepesinde tutuyordu ya? O şekil.)
‘’N’OLUYO YA?!’’ diye viyakladım.
Ah tam adamı bulmuştu beni. Kafamı çevirdiğimde Roy Mustang yüzünde kendini beğenmiş gülümsemesiyle bana bakıyordu.
‘’BIRAK BENİİİİ! HAYIR HAYIR HAYIIIIIR! HASTANEYE GİTMİYORUUUUM!’’ debelenip duruyordum, ama beni hiç dinlemiyordu. Eh, ben kendimi dinletmeyi bilirim ama.
Debelenmekten vazgeçtim ve yüzüme korkmuş bir ifade yerleştirip (baya inandırıcıydım çünkü bir hırsızsanız iyi rol yapmanız gerekir) parmağımı ona doğrulttum ve; ’’İMDAT! SAPIK!’’ diye bağırdım.
Dışarıdan manzaraya bakan birinin göreceği manzara şu; ordudan bir adam (kimse ordudakileri pek sevmezdi, ki bu o an benim gayet işime geliyordu) yanağını yaraladığı küçük ve savunmasız bir kızı (o an ceketimi çıkardığım için erkek sanılma olasılığım pek yoktu.) havaya kaldırmış ve zorla götürmek üzere.
Meydandaki bütün insanlar gözlerini Mustang’a dikmişti (istersem baya yüksek ve tiz bir sesle bağırabilirim.) ve pek dostça gözükmüyorlardı. Mustang anında elini kemerimden çekti ve yere düştüm. Hemen kalkıp tek katlı dükkanların çatılarında çatıdan çatıya zıplayarak oradan hızla uzaklaştım. Geriye bakma gereği bile duymadım. Hermes ve benim genelde takıldığımız bir ara sokağa gidene kadar durmadım. Hermes ordaydı, çoğu bizim eserimiz olan grafitilerle dolu sokağın duvarına yaslanmış küçük bir ateşin başında tanrı bilir nerden çaldığı bir mangayı almış okuyordu. Dikildiğim çatıda beni görmedi, mangaya öylesine dalmıştı ki. . .
‘’Herm!’’ dedim beni farketmesi için yanına atlarken.
‘’Altı harfli bir ismin neresini kısalttın Rhea? Benim adım Hermes. Heeeğğğrmeeeeeeğğs.’’ Dedi sesini inceltip benim taklidimi yaparak. Gülmemi tutmaya çalışıp başarısız oldum.
‘’Vaaaay!’’ dedim şokla. ‘’Bleach’in yeni bölümünü ne ara buldun?’’
‘’Çıktığı an çaldım’’ dedi gururla gülümseyerek. ‘’Ah halibel’e bayılıyoruuuum…’’ dedi hayal kurarak. Ne hayal kurduğunu düşünmek bile istemiyordum.
‘’Sapık.’’ Dedim sırıtıp başına vurarak.
‘’Her sağlıklı genç erkek Hallibel’i sever Rhea. O kadar-’’
‘’-Tamam, tamam! Devamını duymak istemiyorum!’’ dedim gülerek. O okumaya devam ederken bende tersten bakıp okumaya çalışıyordum.
‘’Hmmm, Hitsugaya’yla mı dövüşüyor?’’ dedim meraklı meraklı.
‘’Evvet!’’ dedi coşkuyla.
‘’Bence Halibel yenecek.’’ Dedim feminist düşünerek.
‘’Neden? Hitsugaya yenecek kesinlikle. Hallibel o kadar güçlü bir kaptanı yenemez. Hemde o bir kız.’’ Dedi. Pfff. Bariz cinsiyet ayrımı.
Biraz daha Bleach muhabbeti yaptıktan sonra sırtımı duvara yasladım.
‘’Hey! Senin Ulusal simyager sınavına falan girmen gerekmiyor muydu?’’ dedi Hermes, muhtemelen Hallibel’li hayallerinden yani kendini kurtarmıştı.
‘’Sınavlar iki gün sonra.’’ Dedim düşüncelere dalarak.
‘’Eğer ben ulusal simyager olursam… Senin ve bütün çetenin düşmanı olacağım.’’ Dedim dizlerimi göğsüme çekip ellerimi dizlerime sararak.
‘’Sen hiçbir zaman benim düşmanım olmayacaksın.’’ Dedi beni göğsüne çekip kollarını bana doladı.
İç çektim.
‘’Ayrıca eğer sağlığına kavuşmak için ne yaparsan yap seni destekliyorum tamam mı? Bunu aklından çıkarma.’’ Dedi sertçe. Gülümsemekten kendimi alamadım. Aramızda kan bağı olmaması abim olmasını asla engelleyemezdi.
‘’Mustang beni hastaneye götürüp hastalığımı belirlemeye çalışacaklarını söyledi.’’ Dedim endişeyle biraz daha kıvrılıp.
‘’O zaman bırak yapsınlar.’’ Dedi yumuşakça.
‘’Söylemesi kolay! Hastanelerden ne kadar nefret ettiğimi bilirsin! … Ayrıca orada neden bu kadar güçlü ve hızlı olduğumu araştırırlarsa ne olacak?!’’
‘’Paranoyaklaşma Rhea. Muhtemelen sadece seni muayene edip birkaç kan örneği alacaklardır.’’
‘’Böğğğ. Kan örneği eşittir iğne. İĞNEDEN NEFRET EDERİİİM!’’
Hermes gülüyordu. Ensesine vurdum, gülmeyi hemen kesti.
***
Mustang’in ofisindeydik. Yine.
Masasından tehlikeli bir ifadeyle bakarken ben masum gözükmeye çalışıyordum.
‘’İnsanları sapık olmadığıma inandırmamak için bir buçuk saat uğraştım Rhea. Bir buçuk saat.’’
Koltukta kaybolabilmeyi dileyerek oturduğum yerde biraz daha büzüştüm. Gerçi o kadar ufak tefeğim ki gerçekten istesem belki de koltukta kaybolabilirdim.
‘’Bak Mustang-’’
‘’-Yarbay Mustang’’
‘’Hı-hı o dediğinden. Bak, zaten hastaneye gideceğim, bu benim için yeterli bir ceza değil mi?’’ dedim ona kedi yavrusu gibi bir bakış atarak.
Kaşlarından birini kaldırdı. ‘’Öyle mi?’’
Bilge bilge başımı salladım. ‘’İnan bana, öyle.’’
‘’Peki o zaman. Sen hastanedeyken Elric’ler Shou Tucker’ın evinde kalacaklar. Hayat diken simyacı Shou Tucker.’’
Edward’ın nefesini tuttuğunu duydum.
***
2.Bölüm
‘’İnsan dönüşümü mü yaptınız?! Ve vücutlarınızı geri almak için Felsefe Taşı’nı mı arıyorsunuz?!’’ diye viyakladım.
‘’Evet ama Kutuplarda duymamış birkaç kişi kalmış olabilir biraz daha bağır istersen.’’ Diye tısladı Edward.
Küçük bir kafede Al, Ed ve ben oturuyorduk. Bütün hikayesini anlatmıştı bana. Ve şimdi haklı olarak benimde ona anlatmam gerekiyordu. İç çektim.
‘’Altı yaşımdayken Hermes beni açlıktan ölmek üzereyken buldu.’’ Edward’ın gözleri büyüdü, tepki vermesine fırsat tanımadan devam ettim:
‘’Bana baktı ve bana sokakta nasıl yaşayacağımı öğretti.’’ Gözlerimi içtiğim kola bardağına diktim
‘’Ki bu da çalmak demek. Birkaç kez tutuklandım ama kimse ismimi bilmiyor. Her zaman tutuklanınca onlara uydurma bir isim söylerdim. Ayrıca büyük soygunlara kalkışmadan önce saç rengimi siyah yapardım. Çünkü kızıl saçlı pek fazla kimse yok ve hemen göze batıyor.’’
‘’Hmm soygun ha? İlginç…’’
‘’Kimseye söylemeyeceksin değil mi?’’
‘’Tabii ki de söylemeyeceğim. Bundan sonra birbirimize güvenmemiz gerek. Sen bizim tüm sırlarımızı biliyorsun, biz de senin. Ve bunları kimseye sölemeyeceğiz.’’
‘’Tamam.’’ Dedim rahatlayıp arkama yaslanarak. ‘’Zaten istesem de soyadımı söyleyemem biliyor musun? Gerçek ismimi bilmiyorum. Rhea ismini bana Hermes verdi. Yunan mitorolojisinden. Zeus ve Hera’nın annesiydi sanırım.’’ Dedim hatırlamaya çalışarak.
‘’Ah, kendi ismim çok basit geldi bana şimdi.’’ Dedi gülerek.
‘’Onun dışında pek bir şey bilmiyorum. Altı yaşımdan önceki hafızamdan bazı kesitler yaşıyorum bazen. Bir ses, bir koku, bir görüntü… böyle şeyler bana geçmişimden birkaç sahneyi hatırlatabilyor. Sen geçit dediğinde de böyle oldu.’’ Edward’ın yüzünde ciddi bir ifade vardı şimdi.
‘’Birde arada sırada kan kusuyorum işte.’’ Dedim basit bir şeymiş gibi omuz silkip.
‘’Biraz sonra Mustang’in ofisine gideceğiz.’’ Dedi saatine bakıp kafasını oturduğumuz masaya vurdu.
‘’Harika.’’ Dedim homur homur.
‘’O kadar da kötü biri değildir belki…’’ dedi Al.
Edward başını masadan kaldırdı (başını masaya vurduğunda tekrar kaldırmaya gerek duymamıştı.) bir an göz göze geldik.
ikimiz de aynı anda kahkahalara boğulduk.
‘’Heh-hee çok şakacısın Al.’’ Dedim gülmekten gözlerimde oluşan yaşları silerek.
***
Mustang’in ofisinde oturuyorduk.
Ben ayaklarımı sehpaya uzatmıştım ve esniyordum. Bir yandan da çikolatalı süt içiyordum-çikolatalı herşeye bayılırım.
‘’Rhea.’’ Dedi Mustang.
‘’Hmph?’’
‘’Ulusal simyagerlik sınavına girmeden önce hastalığının tam olarak ne olduğunu öğrenmek için hastaneye götürülmene karar verdim.’’
Şaşkınlıktan içtiğim çikolatalı sütü Mustang’in suratına püskürttüm.
‘’NEE?! HAYIR ASLA! HASTANEYE YATMAK İÇİN ÇOK GENCİM!’’ diye bağırdım histerik bir şekilde kollarımı sallayarak. beni hastaneye götürmek için cesedimi çiğnemeleri gerekirdi. (ironik değil mi? ceset haline gelmişsem zaten hastaneye götürmeleri manasız olurdu, yani KESİNLİKLE gitmeyecektim.)
Daha hiçbiri dediğime tepki veremeden hızla koşup (daha önce dediğim gibi, anormal sayılabilecek bir hızdı bu.) Mustang’in ofisinin penceresini açtım ve…
Aşağıya atladım.
Bundan sonra olabilecekler:
A) Aşağıya düşüp kafamı kırıp öldüm, bu fanficte burda bitti.
B) Aşağıya düşüp bacaklarımı kırdım, mecburen hastaneye kaldırıldım.
C) Aşağıya dört ayak üstüne güzel bir iniş yaptım, yanağımdaki ufak bir kesik dışında yaram yok.
C şıkkını seçenleri alkışlıyoruz…
Aşağıya düşerken bir ağaç dalının yanağımı sıyırmasıyla oluşan bir kesik dışında sapasağlamdım ve dört ayak üstüne güzel bir iniş yaptım. Çünkü kediler dört ayak üstüne düşer. Bu düşünceyle kendi kendime hafifçe güldüm. Edward kafasını açık pencereden çıkarıp bana sesleniyordu. Çömeldiğim yerden kalkıp ordu binasının bahçesindeki ağaçlardan birinin tepesine ceketimi çıkarıp astım. Bu onları bir süre oyalayabilirdi. Çünkü ağacın tepesine barkaç saniye içinde çıkıp ceketimi asmıştım ancak birkaç saniye çıkma olayı sadece bana özeldi muhtemelen.
Ağaçtan atlayıp yine dört ayak üzerine düşüp ordu binasının bahçesini çevreleyen gri duvarlardan birine tırmanmaya çalıştım. Evet normal insanlardan güçlüyüm ama bu duvar beni bile aşıyordu. Ellerimi birbirine vurup duvara koydum ve duvarda küçük çıkıntılar oluştu (o gün duvarı yıkacak kadar şeytani bir ruh hali içinde değildim) çıkıntıları kullanarak duvara tırmandım. Bu sırada arkamda ayak sesleri ve bağrışmalar duyuyordum. ‘Çok geç’ dedim kendi kendime, şarkı söyler gibi. Bu sırada askeri üniformalı tanımadığım birkaç kişi duvarın dibinde toplanmış ve beni gördüklerini Mustang, Ed ve Alphonse’a haber veriyorlardı. (duvar 5 metre falandı, ve çıkıntıları çoktan yok etmiştim, tırmanma şansları hiç yoktu.) Bu grup sarışın, kahverengi gözlü bir kadın, mavi gözlü sarı saçlı uzun bir adam, siyah saçlı ufak tefek başka bir adam ve dikkat edemediğim birkaç kişiden daha oluşuyordu. Muhtemelen hiçbiri simyacı değildi ve Mustang Elric kardeşlerle birlikte bahçenin taaa öbür ucundan buraya koşuyordu –ceket tuzağı işe yaramıştı- diğer tarafa atlamadan önce duvarın dibindeki askerlere bkıp dil çıkardım ve;
‘’EZİKLER!!’’ diye bağırıp öbür tarafa atladım. İnsanları sinirlendirmeyi GERÇEKTEN seviyorum.
Sokaklarda hızla koşuyordum ki, meydan gibi bir yere geldim. Daire şeklindeydi ve etrafta birkaç dükkan sıralanmıştı. Ortada ağzından sular akan beyaz mermer bir yunus heykeliyle birkaç bank yer alıyordu. Huzurlu bir yerdi. İç çekip bir banka oturdum.Arkamdan ayak sesleri duydum.
Yok artık.
Daha ne olduğunu anlamadan ayaklarım yerden kesildi. (Y.N.:ichigo rukia’yı idamdan tutarken sougyoku’nun tepesinde tutuyordu ya? O şekil.)
‘’N’OLUYO YA?!’’ diye viyakladım.
Ah tam adamı bulmuştu beni. Kafamı çevirdiğimde Roy Mustang yüzünde kendini beğenmiş gülümsemesiyle bana bakıyordu.
‘’BIRAK BENİİİİ! HAYIR HAYIR HAYIIIIIR! HASTANEYE GİTMİYORUUUUM!’’ debelenip duruyordum, ama beni hiç dinlemiyordu. Eh, ben kendimi dinletmeyi bilirim ama.
Debelenmekten vazgeçtim ve yüzüme korkmuş bir ifade yerleştirip (baya inandırıcıydım çünkü bir hırsızsanız iyi rol yapmanız gerekir) parmağımı ona doğrulttum ve; ’’İMDAT! SAPIK!’’ diye bağırdım.
Dışarıdan manzaraya bakan birinin göreceği manzara şu; ordudan bir adam (kimse ordudakileri pek sevmezdi, ki bu o an benim gayet işime geliyordu) yanağını yaraladığı küçük ve savunmasız bir kızı (o an ceketimi çıkardığım için erkek sanılma olasılığım pek yoktu.) havaya kaldırmış ve zorla götürmek üzere.
Meydandaki bütün insanlar gözlerini Mustang’a dikmişti (istersem baya yüksek ve tiz bir sesle bağırabilirim.) ve pek dostça gözükmüyorlardı. Mustang anında elini kemerimden çekti ve yere düştüm. Hemen kalkıp tek katlı dükkanların çatılarında çatıdan çatıya zıplayarak oradan hızla uzaklaştım. Geriye bakma gereği bile duymadım. Hermes ve benim genelde takıldığımız bir ara sokağa gidene kadar durmadım. Hermes ordaydı, çoğu bizim eserimiz olan grafitilerle dolu sokağın duvarına yaslanmış küçük bir ateşin başında tanrı bilir nerden çaldığı bir mangayı almış okuyordu. Dikildiğim çatıda beni görmedi, mangaya öylesine dalmıştı ki. . .
‘’Herm!’’ dedim beni farketmesi için yanına atlarken.
‘’Altı harfli bir ismin neresini kısalttın Rhea? Benim adım Hermes. Heeeğğğrmeeeeeeğğs.’’ Dedi sesini inceltip benim taklidimi yaparak. Gülmemi tutmaya çalışıp başarısız oldum.
‘’Vaaaay!’’ dedim şokla. ‘’Bleach’in yeni bölümünü ne ara buldun?’’
‘’Çıktığı an çaldım’’ dedi gururla gülümseyerek. ‘’Ah halibel’e bayılıyoruuuum…’’ dedi hayal kurarak. Ne hayal kurduğunu düşünmek bile istemiyordum.
‘’Sapık.’’ Dedim sırıtıp başına vurarak.
‘’Her sağlıklı genç erkek Hallibel’i sever Rhea. O kadar-’’
‘’-Tamam, tamam! Devamını duymak istemiyorum!’’ dedim gülerek. O okumaya devam ederken bende tersten bakıp okumaya çalışıyordum.
‘’Hmmm, Hitsugaya’yla mı dövüşüyor?’’ dedim meraklı meraklı.
‘’Evvet!’’ dedi coşkuyla.
‘’Bence Halibel yenecek.’’ Dedim feminist düşünerek.
‘’Neden? Hitsugaya yenecek kesinlikle. Hallibel o kadar güçlü bir kaptanı yenemez. Hemde o bir kız.’’ Dedi. Pfff. Bariz cinsiyet ayrımı.
Biraz daha Bleach muhabbeti yaptıktan sonra sırtımı duvara yasladım.
‘’Hey! Senin Ulusal simyager sınavına falan girmen gerekmiyor muydu?’’ dedi Hermes, muhtemelen Hallibel’li hayallerinden yani kendini kurtarmıştı.
‘’Sınavlar iki gün sonra.’’ Dedim düşüncelere dalarak.
‘’Eğer ben ulusal simyager olursam… Senin ve bütün çetenin düşmanı olacağım.’’ Dedim dizlerimi göğsüme çekip ellerimi dizlerime sararak.
‘’Sen hiçbir zaman benim düşmanım olmayacaksın.’’ Dedi beni göğsüne çekip kollarını bana doladı.
İç çektim.
‘’Ayrıca eğer sağlığına kavuşmak için ne yaparsan yap seni destekliyorum tamam mı? Bunu aklından çıkarma.’’ Dedi sertçe. Gülümsemekten kendimi alamadım. Aramızda kan bağı olmaması abim olmasını asla engelleyemezdi.
‘’Mustang beni hastaneye götürüp hastalığımı belirlemeye çalışacaklarını söyledi.’’ Dedim endişeyle biraz daha kıvrılıp.
‘’O zaman bırak yapsınlar.’’ Dedi yumuşakça.
‘’Söylemesi kolay! Hastanelerden ne kadar nefret ettiğimi bilirsin! … Ayrıca orada neden bu kadar güçlü ve hızlı olduğumu araştırırlarsa ne olacak?!’’
‘’Paranoyaklaşma Rhea. Muhtemelen sadece seni muayene edip birkaç kan örneği alacaklardır.’’
‘’Böğğğ. Kan örneği eşittir iğne. İĞNEDEN NEFRET EDERİİİM!’’
Hermes gülüyordu. Ensesine vurdum, gülmeyi hemen kesti.
***
Mustang’in ofisindeydik. Yine.
Masasından tehlikeli bir ifadeyle bakarken ben masum gözükmeye çalışıyordum.
‘’İnsanları sapık olmadığıma inandırmamak için bir buçuk saat uğraştım Rhea. Bir buçuk saat.’’
Koltukta kaybolabilmeyi dileyerek oturduğum yerde biraz daha büzüştüm. Gerçi o kadar ufak tefeğim ki gerçekten istesem belki de koltukta kaybolabilirdim.
‘’Bak Mustang-’’
‘’-Yarbay Mustang’’
‘’Hı-hı o dediğinden. Bak, zaten hastaneye gideceğim, bu benim için yeterli bir ceza değil mi?’’ dedim ona kedi yavrusu gibi bir bakış atarak.
Kaşlarından birini kaldırdı. ‘’Öyle mi?’’
Bilge bilge başımı salladım. ‘’İnan bana, öyle.’’
‘’Peki o zaman. Sen hastanedeyken Elric’ler Shou Tucker’ın evinde kalacaklar. Hayat diken simyacı Shou Tucker.’’
Edward’ın nefesini tuttuğunu duydum.
***
Hey, cidden çok hoşuma gitti. Aslında FMA hakkında fazla bir bilgim yoktur. En fazla 15 bölüm falan izlemişliğim vardır, ama yine de çok zevkle okudum. Aslında beni FMA izlemeye yöneltti diyebilirim. Eline sağlık, yeni bölümleri bekliyorum..
Bu arada, ufak bir ayrıntı ama ben yine de söyleyeyim 2. bölümün başına Bleach için spoiler uyarısı koy .
Bu arada, ufak bir ayrıntı ama ben yine de söyleyeyim 2. bölümün başına Bleach için spoiler uyarısı koy .
2. sayfa (Toplam 2 sayfa) [ 19 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |