Diamond no Ace 2 |
Yazar
Mesaj
Serinin 2. sezonudur. Yani, kaldığı yerden devam ediyor.
Piii, birinci sezonunun sayfası yok mu imiş? Üzüldüm yahu. Henüz çok başındayım ama 4. bölümde ilginçleşti. Bence iyi bir animeyle karşı karşıyayım, referansı da sağlam zaten.
Ama tabii ki haikyuu'm ve giant killing'im daha güsel (evet, s ile)
Ama tabii ki haikyuu'm ve giant killing'im daha güsel (evet, s ile)
Biraz spoiler'lı olabilir.
Çok nazlana nazlana izledim ilk bölümlerini, zaten araya kocaman bir D.Gray Man sıkıştırdım, iki yeni bitmiş yaz animesi bir de uzun zaman beklettiğim bi' Kyokai no Kanata bile izledim. Buncağız sabırla bekledi. Daha ilk bölümlerde beni etkilemişti halbuki, hele de Eijun'un arkadaşlarından ayrıldığı istasyon sahnesi ile Koç Kataoka'nın takıma seçmediği 3. sınıflara eğilerek her şey için teşekkür ettiği sahnede bildiğiniz ağlamıştım ama niyeyse bu animeyle ilişkimi uzun bir süre mesafeli tuttum. Maçlar beni çok gerdiği için spor animelerini elimden geldiğince yavaştan alıyorum, zira en son Haikyuu'nun ilk sezonunun son bölümünü sinirimden 6 ay bekletmiştim Eniveys DGM'nin ikinci sezonunu da bitirince biraz hızlandım, İnaşiro maçı resmen üzerimden acımasız bir "feels train" şeklinde geçti ama korktuğum olmadı, bilakis beni diğer bölümleri izlemek için daha da hırslandırdı. İkinci sezona da aynı hızla daldım, kendi rekorlarımı zorlayıp (en son Naruto izlerken bu kadar çok bölümü bir güne sığdırdığımı hatırlıyorum) günde 7-8 bölümü (üstelik hafta içi) izlediğim, hatta bir akşam onun için koroyu bile astığım oldu. Yakuşi maçı da bir çeşit "feels train" olacak diye korkarken tam tersi oldu, buna rağmen sonunda en az İnaşiro maçında ağladığım kadar, hatta belki de daha fazla ağladım. Sanırım DGM bile (hele de ikinci sezonun ortaları) beni bu kadar ağlatmamıştı.
Spor animelerinden gerçekten nefret ediyorum.
Bu animenin bana kalırsa diğerlerinden en büyük farkı şu: Evet, yine çok yetenekli, doğuştan yetenekli bir eleman var ve bu elemanın devamlı rekabet halinde olduğu, kendisi gibi doğuştan yetenekli biri daha var. Ama bu kez aynı takımdalar ve farklı takımlarda şampiyonluk için değil, aynı takımda aynı pozisyon için mücadele ediyorlar. Haikyuu'da aynı takımdaki elemanların farklı pozisyonlarda birbirini tamamlamalarından ya da Kuroko'da her biri farklı yönlerden yetenekli elemanların eski defterler üzerinden farklı takımlarda mücadele etmelerinden çok daha farklı geldi bana. Yani her ne kadar Narumiya'yı dişlerimle parça pinçik etmek ve İnaşiro'yu temelden dinamitlemek için yanıp tutuşsam da malum bölümlerde, asıl rekabet Eijun'un önce kendi içinde, sonra da Furuya ile arasında yaşanıyor. Eijun'un İnaşiro travmasından sonra "yips" illetine tutulması, bu sırada Furuya'nın alıp başını gitmesi öyle acımasızca işlenmiş ki ben bir ara ciddi ciddi Furuya'ya da diş bilemeye başlamıştım. Neyse ki Yakuşi maçında o da toparladı (ve açıkçası son "inning"teki olağanüstü performansını da anmadan geçmeyelim, yiğidi öldür hakkını yeme hesabı) (o müzik neydi gıı?)
Bu animede sevmediğim kişi neredeyse yok (Narumiya dışında, Narumiya ölsün, Seido'dan selamlar). 3. sınıfların her birini ayrı ayrı seviyorum ama tabii Jesus-ehem-Chris Yuu Takigawa benim için bir yerden sonra animeyi alıp götüren eleman oldu. Yuki, Jun, Kominoto, Tanba ve de Masuda, her birini ayrı ayrı sevdim, arkalarından yırtına yırtına ağladım. (Hele Yuki. Ah Yuki) 2. sınıflar tabii ki parlamak için 3'lerin vedasını beklediler, gerçi takımın değişmez tutucusu Miyuki ve "panter" Kuramoçi her zaman ortalıktaydı ama onları da hakkıyla ancak 3'ler gidince tanıyabildim. Miyuki'yi hiç sevmeyeceğimden emindim ancak kendisi şu an Jesus-ehem-Chris'ten sonraki 2. favorim! Ayrıca gizli kahraman Şirasu, eziklense de canımızın içi olan Kawakami ve en ciddi yüz ifadelerinin naif insanı Zono kesinlikle harika tipler. 1'lerde tabii ki Bakamura'yı sevmeyeni dövüyorlar. (Bu çocuk, benim genelde animelerdeki başkişiyi pek de o kadar sevmeme prensibimi ezip geçen nadir isimlerden biri) (öyle bölümler oldu ki gözünün içine baktım, gülümsesin diye içten içe yalvardım, beni bu kadar geren başka kimse hatırlamıyorum, yips'i o mu geçirdi ben mi geçirdim karıştı bi' ara) Furuya'yı kasıntı olduğu zamanlar sevmiyorum ama "dork" halleri hoşuma gidiyor, hele de son maçta kenarda Eijun'la, oynayanlara hayvan yakıştırması yaptıkları sahnede ciddi kahkaha attırdı bana. Sevimli aslında kerata. Abisinin izinden emin adımlarla yürüyen ve bence içten içe on numara bir psikopat olup da şimdilik çaktırmayan Haruççi de bir diğer sevdiğim eleman. İki canavardan kendisine fırsat kalmayacağını anlayınca başka alanlara yönelen Tojo ve Eijun'un şamar oğlanlığından terfi edip sonunda takıma giren Kanemaru (ki kendisi benim gözümde Miyuki'den sonraki kaptandır, her türlü bahse giriyorum, mangayı okumuyorum bu arada, yazın bi' kenara, kuinşi dediydi dersiniz) da çok sevdiğim arkideşler. Tabii 2'lerden isimlerini hatırlayamadığım ama takımda kendilerince bir yerleri olan diğer tipleri saymıyorum bile. İlk geldiğinde "kötü polis" tavrıyla sinirlerimi zıplatan ama sonra Kataoka'ya hakkını veren Oçay koç, sonracıma yetenek avcısı Rei ve o animede olsaydım kesin bu olurdum dedirten panik atak insanı Oota (her an panik halinde KAWAKAMİİİ diye bağırışını çok seviyorum), ayrıca Seido dışından İzaya'nın Daiya şubesi Sanada ile sinir bozucu gülüşüyle Todoroki Raiçi (ve dahi paragöz babası), kısacası başta da belirttiğim üzere Narumiya denen insanlık faciası haricindeki herkesi ciddi ciddi seviyorum. Tabii içlerinde rüyalarıma girmeyi başaran tek kişi Jesus-ehem-Chris olsa da yukarıdakilerin isimlerini saymadan edemedim
İnaşiro maçında koltukları yumrukladığım kısımları geçersek (en son Code Geass'in travmatik finalinde koltuk yumruklamış insanım ben, düşünün) inanılmaz zevkli bir anime. Her karakterin bir amaç uğruna bu kadar kenetlenmiş olmaları, bir bölümde dünyanızı karartırken diğerinde yine güneşler açtırmaları kesinlikle kayda değer. Az biliniyor ve hak ettiği kadar izlenmiyor oluşu kesinlikle çok üzücü. Ben daha kendisini izlemezken bile, 2014'te kissanime'de, sağdaki küçük ikonunu dolduran o Bakamura gülümsemesini ne kadar beğendiğimi, "yahu beyzboldan azıcık çakıyor olsam şunu izlerdim ama gel gör ki çakmıyorum" diye hep ötelediğimi ama yine de o küçük ikonu gördükçe hevesle gülümsediğimi hatırlıyorum. Başıma gelecek varmış.
Bu arada Amerikan liginde ciddi anlamda göbekli amcaların domine ettiği bir spor dalı olsa da beyzbol aslında gayet zevkli. Hele de Koshien... Animedeki tansiyonu aratmayacak bir ortam. Ne diyeyim, Japonlar ne ederse güzel eder
Çok nazlana nazlana izledim ilk bölümlerini, zaten araya kocaman bir D.Gray Man sıkıştırdım, iki yeni bitmiş yaz animesi bir de uzun zaman beklettiğim bi' Kyokai no Kanata bile izledim. Buncağız sabırla bekledi. Daha ilk bölümlerde beni etkilemişti halbuki, hele de Eijun'un arkadaşlarından ayrıldığı istasyon sahnesi ile Koç Kataoka'nın takıma seçmediği 3. sınıflara eğilerek her şey için teşekkür ettiği sahnede bildiğiniz ağlamıştım ama niyeyse bu animeyle ilişkimi uzun bir süre mesafeli tuttum. Maçlar beni çok gerdiği için spor animelerini elimden geldiğince yavaştan alıyorum, zira en son Haikyuu'nun ilk sezonunun son bölümünü sinirimden 6 ay bekletmiştim Eniveys DGM'nin ikinci sezonunu da bitirince biraz hızlandım, İnaşiro maçı resmen üzerimden acımasız bir "feels train" şeklinde geçti ama korktuğum olmadı, bilakis beni diğer bölümleri izlemek için daha da hırslandırdı. İkinci sezona da aynı hızla daldım, kendi rekorlarımı zorlayıp (en son Naruto izlerken bu kadar çok bölümü bir güne sığdırdığımı hatırlıyorum) günde 7-8 bölümü (üstelik hafta içi) izlediğim, hatta bir akşam onun için koroyu bile astığım oldu. Yakuşi maçı da bir çeşit "feels train" olacak diye korkarken tam tersi oldu, buna rağmen sonunda en az İnaşiro maçında ağladığım kadar, hatta belki de daha fazla ağladım. Sanırım DGM bile (hele de ikinci sezonun ortaları) beni bu kadar ağlatmamıştı.
Spor animelerinden gerçekten nefret ediyorum.
Bu animenin bana kalırsa diğerlerinden en büyük farkı şu: Evet, yine çok yetenekli, doğuştan yetenekli bir eleman var ve bu elemanın devamlı rekabet halinde olduğu, kendisi gibi doğuştan yetenekli biri daha var. Ama bu kez aynı takımdalar ve farklı takımlarda şampiyonluk için değil, aynı takımda aynı pozisyon için mücadele ediyorlar. Haikyuu'da aynı takımdaki elemanların farklı pozisyonlarda birbirini tamamlamalarından ya da Kuroko'da her biri farklı yönlerden yetenekli elemanların eski defterler üzerinden farklı takımlarda mücadele etmelerinden çok daha farklı geldi bana. Yani her ne kadar Narumiya'yı dişlerimle parça pinçik etmek ve İnaşiro'yu temelden dinamitlemek için yanıp tutuşsam da malum bölümlerde, asıl rekabet Eijun'un önce kendi içinde, sonra da Furuya ile arasında yaşanıyor. Eijun'un İnaşiro travmasından sonra "yips" illetine tutulması, bu sırada Furuya'nın alıp başını gitmesi öyle acımasızca işlenmiş ki ben bir ara ciddi ciddi Furuya'ya da diş bilemeye başlamıştım. Neyse ki Yakuşi maçında o da toparladı (ve açıkçası son "inning"teki olağanüstü performansını da anmadan geçmeyelim, yiğidi öldür hakkını yeme hesabı) (o müzik neydi gıı?)
Bu animede sevmediğim kişi neredeyse yok (Narumiya dışında, Narumiya ölsün, Seido'dan selamlar). 3. sınıfların her birini ayrı ayrı seviyorum ama tabii Jesus-ehem-Chris Yuu Takigawa benim için bir yerden sonra animeyi alıp götüren eleman oldu. Yuki, Jun, Kominoto, Tanba ve de Masuda, her birini ayrı ayrı sevdim, arkalarından yırtına yırtına ağladım. (Hele Yuki. Ah Yuki) 2. sınıflar tabii ki parlamak için 3'lerin vedasını beklediler, gerçi takımın değişmez tutucusu Miyuki ve "panter" Kuramoçi her zaman ortalıktaydı ama onları da hakkıyla ancak 3'ler gidince tanıyabildim. Miyuki'yi hiç sevmeyeceğimden emindim ancak kendisi şu an Jesus-ehem-Chris'ten sonraki 2. favorim! Ayrıca gizli kahraman Şirasu, eziklense de canımızın içi olan Kawakami ve en ciddi yüz ifadelerinin naif insanı Zono kesinlikle harika tipler. 1'lerde tabii ki Bakamura'yı sevmeyeni dövüyorlar. (Bu çocuk, benim genelde animelerdeki başkişiyi pek de o kadar sevmeme prensibimi ezip geçen nadir isimlerden biri) (öyle bölümler oldu ki gözünün içine baktım, gülümsesin diye içten içe yalvardım, beni bu kadar geren başka kimse hatırlamıyorum, yips'i o mu geçirdi ben mi geçirdim karıştı bi' ara) Furuya'yı kasıntı olduğu zamanlar sevmiyorum ama "dork" halleri hoşuma gidiyor, hele de son maçta kenarda Eijun'la, oynayanlara hayvan yakıştırması yaptıkları sahnede ciddi kahkaha attırdı bana. Sevimli aslında kerata. Abisinin izinden emin adımlarla yürüyen ve bence içten içe on numara bir psikopat olup da şimdilik çaktırmayan Haruççi de bir diğer sevdiğim eleman. İki canavardan kendisine fırsat kalmayacağını anlayınca başka alanlara yönelen Tojo ve Eijun'un şamar oğlanlığından terfi edip sonunda takıma giren Kanemaru (ki kendisi benim gözümde Miyuki'den sonraki kaptandır, her türlü bahse giriyorum, mangayı okumuyorum bu arada, yazın bi' kenara, kuinşi dediydi dersiniz) da çok sevdiğim arkideşler. Tabii 2'lerden isimlerini hatırlayamadığım ama takımda kendilerince bir yerleri olan diğer tipleri saymıyorum bile. İlk geldiğinde "kötü polis" tavrıyla sinirlerimi zıplatan ama sonra Kataoka'ya hakkını veren Oçay koç, sonracıma yetenek avcısı Rei ve o animede olsaydım kesin bu olurdum dedirten panik atak insanı Oota (her an panik halinde KAWAKAMİİİ diye bağırışını çok seviyorum), ayrıca Seido dışından İzaya'nın Daiya şubesi Sanada ile sinir bozucu gülüşüyle Todoroki Raiçi (ve dahi paragöz babası), kısacası başta da belirttiğim üzere Narumiya denen insanlık faciası haricindeki herkesi ciddi ciddi seviyorum. Tabii içlerinde rüyalarıma girmeyi başaran tek kişi Jesus-ehem-Chris olsa da yukarıdakilerin isimlerini saymadan edemedim
İnaşiro maçında koltukları yumrukladığım kısımları geçersek (en son Code Geass'in travmatik finalinde koltuk yumruklamış insanım ben, düşünün) inanılmaz zevkli bir anime. Her karakterin bir amaç uğruna bu kadar kenetlenmiş olmaları, bir bölümde dünyanızı karartırken diğerinde yine güneşler açtırmaları kesinlikle kayda değer. Az biliniyor ve hak ettiği kadar izlenmiyor oluşu kesinlikle çok üzücü. Ben daha kendisini izlemezken bile, 2014'te kissanime'de, sağdaki küçük ikonunu dolduran o Bakamura gülümsemesini ne kadar beğendiğimi, "yahu beyzboldan azıcık çakıyor olsam şunu izlerdim ama gel gör ki çakmıyorum" diye hep ötelediğimi ama yine de o küçük ikonu gördükçe hevesle gülümsediğimi hatırlıyorum. Başıma gelecek varmış.
Bu arada Amerikan liginde ciddi anlamda göbekli amcaların domine ettiği bir spor dalı olsa da beyzbol aslında gayet zevkli. Hele de Koshien... Animedeki tansiyonu aratmayacak bir ortam. Ne diyeyim, Japonlar ne ederse güzel eder
1. sayfa (Toplam 1 sayfa) [ 4 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |