Kamikaze Kaitou Jeanne _Heaven Of The Dark_ Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3 ... 27, 28, 29 ... 40, 41, 42, Sonraki |
Yazar
Mesaj

Evet, arkadaşlar işte size yeni bölüm umarım beğenirsiniz^^
Kim Bu Kızlar?
Küçük, sekiz yaşından büyük göstermeyen, açık kızıl saçlı (daha çok pembe gibi görünüyordu.) bir kız çocuğu, parmaklarında yükselerek kendisinden bayağı yüksekte duran kapı ziline bastı. Rüzgâr, ipeğimsi saçlarını uçuşturuyor, meleğe benzeyen yüzüyse sabırla kapıya bakıyordu… Ama ışıldayan gözleri vardı ki onlar gerçekten tarif edilemeyecek bir ifadeyle aydınlanmıştı…
Küçük kız, kapıyı açan annesine gülümsedi ve zarifçe içeri doğru yürüdü… Annesi, kızının her zamanki gibi olduğunu düşünse de, küçük kızının yeşil gözlerinde kristalimsi bir sıvı yanağından zikzak çizerek damladı…
Küçük kız içeri doğru adeta bir ruh gibi süzüldüğünde babası, her zaman olduğu gibi “Küçük Bilim Prensesi”’yle ile şakalaşmaya başladı. Ama küçük kız asabi bir yüzle babasına bakmayı yeğliyordu yalnızca…
Küçük kız odasına gitmek için merdivenlerin tırabzanlarından çıkmaya başladı. O sırada aşağıya inmekte olan ve yürüyüşü konusunda kardeşiyle şakalaşmaya çalışan ablasına bakmadı bile… Ablası, endişeyle küçük kız kardeşinin omzuna dokunmuştu… Ve o zaman cehennemin korlarına benzeyen bir çift gözü görmüştü. Kardeşinin minik bir iblisi andıran suratında gördüğü ifadeyle şoka uğrayan abla o yüzü hafızasından asla silmemeye yemin etmişti…
İlerleyen zamanlar da Zenryou evindeki neşe şeytanın küçük ruhunu büyük bir eziyetle aldığı Mitsubachi tarafından gölgelenir. Babasının, kanıyla ıslanan duvarla, yerler ve yüzü sadistçe bir ifadeyle aydınlanmıştı… Hiç acıma hissetmeyen küçük kız beyinsel gücüyle annesinin kafasını vücudundan ayırmıştı ve kan yağmuru kızın suratına çiselemişti. Bu korkunç manzaraya tanık olan ablası korkunç bir feryatla ortalığı yarmıştı… O kızın veya o yaratığın kardeşi olmadığını biliyordu… Küçük kız kardeş, Küçük Bilim Prensesi asla böyle bir şey yapmazdı çünkü…
… Ve pembe saçlı kızla yaşıt gibi görünen şarap rengi kızıl saçlarıyla geceye ışık saçan bir kız daha geldi eve… Biricik kuzeniyle kıran kırana savaştı… Kuzeninin tıpkı anne, baba ve ablasını öldürdüğü gibi kendisini de öldürmek istediğini biliyordu cesur küçük. Ve pembe saçlı kızın içindeki karanlığı mühürleyecek üç kelimeyi söyledi… Pembe saçlı kız, kızıl saçlı kıza lanetler ve küfürler yağdırdı. Ama sonra yüzü o eski masum ifadesini aldı. Titrek bir sesle kızıl saçlı kıza seslendi:
- Hatsu…
O gece ay büyüleyici ışığıyla kızların evini aydınlatıyordu. Küçük Getsu o tatlı sesiyle, “Umudun Balığı” adlı şarkıyı söylüyordu. Mitsu, yine harıl harıl eski ansiklopedileri karıştırıyor, Hatsu da bir takım egzersizler yaparak kaslarını ısındırıyordu. Bahçelerindeki kiraz ağacının pembe yaprakları rüzgârla, bir masal gibi önlerinden uçtu. Güllerin beyaz, pembe ve kızıl yaprakları onların etrafında döndü ve o mis kokularıyla hepsinin farklı bir düş görmesini sağladı. Ama işte tam o anda büyük bir negatif enerji topu kızların işlerini yarı da bölmesini sağlamıştı. Bu öyle karanlık, öyle dehşet vericiydi ki küçük Getsu korkarak ablasına sarıldı. Hatsu, onun saçlarını okşadı ve yanında olduğunu söyleyerek korkmamasını istedi. Ama o da endişelenmişti… Bu da neydi böyle? Kimsenin Mitsu’ya bakmak gibi bir şey aklına gelmemişti. O olaydan o kadar uzun yıllar geçmişti ki… Ama Mitsu bazı anıları çarpık bir şekilde hatırlıyordu. Anne, baba ve ablasını öldüren kızıl saçlı seri katili… Hatsuhikari’nin yüzünü…
Maron, yatağından huzursuzca kalktı… Tanrım! Neydi bu enerji? Kalbi hiç olmadığı gibi çarpıyordu. Yine aynı rüyayı görmüştü… Jeanne’ın yanan vücudunun yanı başında göz yaşları sel olan Noin’in dua edişini ve… Daha önce hiç görmediği karanlık kukuletalarla kaplı iki kızın da gözyaşları eşliğinde Jeanne için dua edişi… Maron, daha önce hiç böyle bir şey hatırlamıyordu. Kızların, yüzünü o siyah kukuletadan dolayı göremiyordu ama ağladıklarını bir şekilde biliyordu… İkisinin de Jeanne için Tanrı’ya yakardığını duydu:
- Tanrım! Lütfen onun canını alma! Fransa’nın, dünyanın ve insanların ona ihtiyacı var. N’olur bizim canımızı al ama o yaşasın… Jeanne yaşasın… Diye haykırıyorlardı Tanrı’ya… Ve Jeanne öldüğü zaman iki kızda derin ifadeler içere gözleriyle hiç durmadan ağlıyordu… Oradan Küçük sarışın bir kız kardan bile beyaz bir gülü Jeanne’ın idam yerine koydu. Gözyaşları küçük kızın dinecek gibi durmuyordu… Tam o sırada ona sarılan uzun kül sarısı saçlı bir kız:
- Ağlama Lily, Jeanne bizim ardından ağlamamızı istemezdi, tatlım. Ablan için güçlü olmak zorundasın bebeğim. İçimizde Jeanne’a en yakın oydu biliyorsun bir tanem. Sen güçlü bir kızsın Lilian ve ablanın bir delilik yapmasını engelleyeceksin. Elanor ve Aurélie artık bize emanet tatlım. Onlar için güçlü olmak zorundayız. Dedi.
Elanor ve Aurélie… Kimdi bu kızlar? Jeanne için onca gözyaşı dökmüşlerdi. Ve o kül sarısı saçlı kız da Aurélie için “Aramızda Jeanne’a en yakın oydu.” Demişti. Maron, bir gün Noin’in sensei olduğu zamanlar da ona bir soru sorduğunu hatırlıyordu.
- Sensei, Jeanne’ın Noin dışında hiç mi arkadaşı yoktu? Herkes Jeanne’a yüz mü çevirmişti? Diye sormuştu.
Onun derin bir hayale daldığını ve:
- Aslına bakarsan herkes ona yüz çevirmişti Maron. Yalnızca üç yakın dost şeytanın kulaklarına fısıldadığı o kötü sözleri duymamazlıktan gelmişti. Demişti.
Maron, o zaman o üç kişiye pek takılmamıştı. Biri Noin olduğu kesindi. Diğer ikisi kimdi, peki? Elanor ve Aurélie miydi acaba? Maron, hemen bundan aldığı güçle dizüstü bilgisayarını aldı ve “Aurélie, Elanor Jeanne d’Arc” yazıp gelen sonuçların hepsini incelemeye başladı. Gelen sonuçlardan bir tanesi bile istediği gibi değildi. Ama 32. Sayfaya geldiğinde o zaman bir şey buldu… Bu çok tuhaf bir şeydi.
“ Tarih kitaplarında isimleri pek yer almayan ancak Jeanne d’Arc’ın Fransa’yı kurtarmasına yardım eden iki kadın Fransız asilzadesi kahraman. Bulundukları dönmelerde saç renklerinden dolayı yargılansalar da oldukça nüfuzlu ailelere sahiptiler. Bu iki kişi, anne tarafından kuzen ve babaları da siyasi anlamda yakın birer müttefikti. Elanor de Pointe du Lac ve Aurélie Yann de la Valiéré bugün aslında azize sınıfına yükselmesi gereken Fransa’nın iki kadın kahramanıdır. Jeanne’d’Arc’ın diri diri yakılmasından sonra ikisinden de haber alınamamıştır.”
Maron, yazıyı okuyunca adeta şoke olmuştu… Ne oluyordu? Kimdi bu iki kız?
Kim Bu Kızlar?
Küçük, sekiz yaşından büyük göstermeyen, açık kızıl saçlı (daha çok pembe gibi görünüyordu.) bir kız çocuğu, parmaklarında yükselerek kendisinden bayağı yüksekte duran kapı ziline bastı. Rüzgâr, ipeğimsi saçlarını uçuşturuyor, meleğe benzeyen yüzüyse sabırla kapıya bakıyordu… Ama ışıldayan gözleri vardı ki onlar gerçekten tarif edilemeyecek bir ifadeyle aydınlanmıştı…
Küçük kız, kapıyı açan annesine gülümsedi ve zarifçe içeri doğru yürüdü… Annesi, kızının her zamanki gibi olduğunu düşünse de, küçük kızının yeşil gözlerinde kristalimsi bir sıvı yanağından zikzak çizerek damladı…
Küçük kız içeri doğru adeta bir ruh gibi süzüldüğünde babası, her zaman olduğu gibi “Küçük Bilim Prensesi”’yle ile şakalaşmaya başladı. Ama küçük kız asabi bir yüzle babasına bakmayı yeğliyordu yalnızca…
Küçük kız odasına gitmek için merdivenlerin tırabzanlarından çıkmaya başladı. O sırada aşağıya inmekte olan ve yürüyüşü konusunda kardeşiyle şakalaşmaya çalışan ablasına bakmadı bile… Ablası, endişeyle küçük kız kardeşinin omzuna dokunmuştu… Ve o zaman cehennemin korlarına benzeyen bir çift gözü görmüştü. Kardeşinin minik bir iblisi andıran suratında gördüğü ifadeyle şoka uğrayan abla o yüzü hafızasından asla silmemeye yemin etmişti…
İlerleyen zamanlar da Zenryou evindeki neşe şeytanın küçük ruhunu büyük bir eziyetle aldığı Mitsubachi tarafından gölgelenir. Babasının, kanıyla ıslanan duvarla, yerler ve yüzü sadistçe bir ifadeyle aydınlanmıştı… Hiç acıma hissetmeyen küçük kız beyinsel gücüyle annesinin kafasını vücudundan ayırmıştı ve kan yağmuru kızın suratına çiselemişti. Bu korkunç manzaraya tanık olan ablası korkunç bir feryatla ortalığı yarmıştı… O kızın veya o yaratığın kardeşi olmadığını biliyordu… Küçük kız kardeş, Küçük Bilim Prensesi asla böyle bir şey yapmazdı çünkü…
… Ve pembe saçlı kızla yaşıt gibi görünen şarap rengi kızıl saçlarıyla geceye ışık saçan bir kız daha geldi eve… Biricik kuzeniyle kıran kırana savaştı… Kuzeninin tıpkı anne, baba ve ablasını öldürdüğü gibi kendisini de öldürmek istediğini biliyordu cesur küçük. Ve pembe saçlı kızın içindeki karanlığı mühürleyecek üç kelimeyi söyledi… Pembe saçlı kız, kızıl saçlı kıza lanetler ve küfürler yağdırdı. Ama sonra yüzü o eski masum ifadesini aldı. Titrek bir sesle kızıl saçlı kıza seslendi:
- Hatsu…
O gece ay büyüleyici ışığıyla kızların evini aydınlatıyordu. Küçük Getsu o tatlı sesiyle, “Umudun Balığı” adlı şarkıyı söylüyordu. Mitsu, yine harıl harıl eski ansiklopedileri karıştırıyor, Hatsu da bir takım egzersizler yaparak kaslarını ısındırıyordu. Bahçelerindeki kiraz ağacının pembe yaprakları rüzgârla, bir masal gibi önlerinden uçtu. Güllerin beyaz, pembe ve kızıl yaprakları onların etrafında döndü ve o mis kokularıyla hepsinin farklı bir düş görmesini sağladı. Ama işte tam o anda büyük bir negatif enerji topu kızların işlerini yarı da bölmesini sağlamıştı. Bu öyle karanlık, öyle dehşet vericiydi ki küçük Getsu korkarak ablasına sarıldı. Hatsu, onun saçlarını okşadı ve yanında olduğunu söyleyerek korkmamasını istedi. Ama o da endişelenmişti… Bu da neydi böyle? Kimsenin Mitsu’ya bakmak gibi bir şey aklına gelmemişti. O olaydan o kadar uzun yıllar geçmişti ki… Ama Mitsu bazı anıları çarpık bir şekilde hatırlıyordu. Anne, baba ve ablasını öldüren kızıl saçlı seri katili… Hatsuhikari’nin yüzünü…
Maron, yatağından huzursuzca kalktı… Tanrım! Neydi bu enerji? Kalbi hiç olmadığı gibi çarpıyordu. Yine aynı rüyayı görmüştü… Jeanne’ın yanan vücudunun yanı başında göz yaşları sel olan Noin’in dua edişini ve… Daha önce hiç görmediği karanlık kukuletalarla kaplı iki kızın da gözyaşları eşliğinde Jeanne için dua edişi… Maron, daha önce hiç böyle bir şey hatırlamıyordu. Kızların, yüzünü o siyah kukuletadan dolayı göremiyordu ama ağladıklarını bir şekilde biliyordu… İkisinin de Jeanne için Tanrı’ya yakardığını duydu:
- Tanrım! Lütfen onun canını alma! Fransa’nın, dünyanın ve insanların ona ihtiyacı var. N’olur bizim canımızı al ama o yaşasın… Jeanne yaşasın… Diye haykırıyorlardı Tanrı’ya… Ve Jeanne öldüğü zaman iki kızda derin ifadeler içere gözleriyle hiç durmadan ağlıyordu… Oradan Küçük sarışın bir kız kardan bile beyaz bir gülü Jeanne’ın idam yerine koydu. Gözyaşları küçük kızın dinecek gibi durmuyordu… Tam o sırada ona sarılan uzun kül sarısı saçlı bir kız:
- Ağlama Lily, Jeanne bizim ardından ağlamamızı istemezdi, tatlım. Ablan için güçlü olmak zorundasın bebeğim. İçimizde Jeanne’a en yakın oydu biliyorsun bir tanem. Sen güçlü bir kızsın Lilian ve ablanın bir delilik yapmasını engelleyeceksin. Elanor ve Aurélie artık bize emanet tatlım. Onlar için güçlü olmak zorundayız. Dedi.
Elanor ve Aurélie… Kimdi bu kızlar? Jeanne için onca gözyaşı dökmüşlerdi. Ve o kül sarısı saçlı kız da Aurélie için “Aramızda Jeanne’a en yakın oydu.” Demişti. Maron, bir gün Noin’in sensei olduğu zamanlar da ona bir soru sorduğunu hatırlıyordu.
- Sensei, Jeanne’ın Noin dışında hiç mi arkadaşı yoktu? Herkes Jeanne’a yüz mü çevirmişti? Diye sormuştu.
Onun derin bir hayale daldığını ve:
- Aslına bakarsan herkes ona yüz çevirmişti Maron. Yalnızca üç yakın dost şeytanın kulaklarına fısıldadığı o kötü sözleri duymamazlıktan gelmişti. Demişti.
Maron, o zaman o üç kişiye pek takılmamıştı. Biri Noin olduğu kesindi. Diğer ikisi kimdi, peki? Elanor ve Aurélie miydi acaba? Maron, hemen bundan aldığı güçle dizüstü bilgisayarını aldı ve “Aurélie, Elanor Jeanne d’Arc” yazıp gelen sonuçların hepsini incelemeye başladı. Gelen sonuçlardan bir tanesi bile istediği gibi değildi. Ama 32. Sayfaya geldiğinde o zaman bir şey buldu… Bu çok tuhaf bir şeydi.
“ Tarih kitaplarında isimleri pek yer almayan ancak Jeanne d’Arc’ın Fransa’yı kurtarmasına yardım eden iki kadın Fransız asilzadesi kahraman. Bulundukları dönmelerde saç renklerinden dolayı yargılansalar da oldukça nüfuzlu ailelere sahiptiler. Bu iki kişi, anne tarafından kuzen ve babaları da siyasi anlamda yakın birer müttefikti. Elanor de Pointe du Lac ve Aurélie Yann de la Valiéré bugün aslında azize sınıfına yükselmesi gereken Fransa’nın iki kadın kahramanıdır. Jeanne’d’Arc’ın diri diri yakılmasından sonra ikisinden de haber alınamamıştır.”
Maron, yazıyı okuyunca adeta şoke olmuştu… Ne oluyordu? Kimdi bu iki kız?

Sewimlİ_HırsıZ'a bu güzel imzadan dolayı çok teşekkür eder ve minnetimi gönderirim
Spoiler:

naman nallahım buda neydi böyle! xD süperdi yaa
maron bazı soruların cevaplarını aramaya başladı sonunda XD
melüüü bi daha geciktirme bölümleri taaammı??bekleyene kadar cnm çıktı yaff
sinir küpüne döndüm beaa :S

melüüü bi daha geciktirme bölümleri taaammı??bekleyene kadar cnm çıktı yaff

Artık 'Getsu'yum, Sayonara 'Sewimlİ_HırsıZ' U_U
Naruto <3 <3 <3

Naruto <3 <3 <3



09 Arl 2008 18:00


09 Arl 2008 18:18


10 Arl 2008 20:38

10 Arl 2008 21:14, Değiştirme: 15 Arl 2008 22:30 (Toplamda 1 kere)

28. sayfa (Toplam 42 sayfa) [ 418 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |