American Mcgee`s Alice Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3, Sonraki |
Yazar
Mesaj
The Path in sadece İlk Bakışını okumuştum sonra tamamen aklımdan çıkmıştı... A Vampyre Story adlı bir oyun oynayınca aklımdan çıkmaması mümkün değil zaten Bu oyuna bakmadıysan mutlaka ama mutlaka oynamanı öneririm Vampir olduğunu bilmeyen ve bir Baron tarafından kaleye kapatılmış bir kadının hikayesi... Trajikomik bir Adventure oyunu.. Kahramanımız Mona o kadar safki içtiği kanı şarap sanıyor, aynadaki görüntüsüne bakıp harika yağlı boya tablosu yorumunda bulunuyor
İncelemesini paylaşmak istedim...
Bir vampir hikayesi
Oyunumuz uçüncü kişi görüş açısından oynan bir Point&Click macera oyunu. Kontrolümüzde ise Mona LaFitte adında bir vampirella (Elbette sağ omzunda oturarak ona yoldaşlık eden yarasa dostu Froderick'i saymazsak olmaz) var ve oyunun konusu da Draxsylvania diye bir yerde geçiyor. Mona bir opera sarkıcısı ve Paris'e gidip orada şarkı söylemek de en büyük arzusu; fakat Shrowdy Von Kiefer adında bir vampir tarafından kaleye kapatılmış ve haliyle dışarı çıkmasına da izin yok. Fakat günün biri Shrowdy ülkedeki bazı vampir avcıları tarafından öldürülüyor ve nihayet Mona'nın da bu tutsaklıktan kurtulma vakti geliyor. Oyunumuz da tam burada başlıyor ve Mona'yı kaleden dışarıya çıkartmaya çalıştığınız bir senaryoyla işe koyuluyorsunuz.
Kahramanımız Mona bir vampir olmasının avantajlarını pek çok defa kullanıyor ve siz de oyun içerisinde buna şahit olup bunlardan faydalanıyorsunuz. Nedir bunlar? Birincisi Mona bir vampir ve aynı zamanda yarasaya dönüşebiliyor. Bu sayede Mona için aslında gidilemeyecek bir yer yok anlamı da çıkartılabilir. Fakat ne yazık ki uçabiliyor olmasına rağmen onu pencereden bile dışarı çıkartamıyoruz, çünkü bulunduğu kalenin etrafı Shrowdy tarafından bir lanetle tamamen izole edilmiş ve bu yüzden Mona'nın dışarı çıkma gibi bir şansı yok. Madem öyle siz de etraftaki bulmacaları çözerek ve diğer insanlarla konuşarak kaleden nasıl çıkılacağının, daha doğrusu öncelikle üzerinizdeki bu lanetten nasıl kurtulacağınızın yolunu arıyorsunuz. Mona'nın diğer özelliklerini sıralamaya devam ettiğimizde kendisinin çok güzel bir sese sahip olduğunu ve olaylara çok sempatik yaklaştığından söz etmek gerekir; zaten ilk birkaç dakikada hafif utangaç tavrından, mimiklerinden ve tepkilerinden bunu fark edeceksiniz. Bunda her ne kadar Froderick'in de çok çok büyük etkisi olsa da Mona gerçekten de uzun süredir bir oyunda yalnız olduğumu bana hissettirmeyen, dolu dolu bir karakter. Herhangi bir konu hakkında konuşurken yanında Froderick ile birlikte yorumlarda bulunuyorlar; tabii Froderick biraz daha lafını esirgemeyen bir tip, aralarındaki diyaloglar tekrar tekrar dinlenesi derecede zevkli. Oyunun neredeyse tamamında Mona'nın vücuduyla verdiği tepkiler ise asla birbirine tekrar etmiyor; adeta bir film gibi baştan sona kadar Mona'nın her hareketi bilinçli.
Oyunun mekanlarında dolaşırken özellikle ilk dikkat edeceğiniz şey elbette ki grafikler olacaktır. A Vampyre Story'nin en büyük artılarından birini de bu oluşturuyor, ki tamamı el çizimi olan bu mekanlar oyunda inanılmaz bir atmosfer oluşturuyor. Genellikle koyu tonların hakim olduğu renklerle oluşturulmuş genel oyun dünyasında fazlasıyla bir kasvet var; fakat bu negatif bir özellik değil, aksine oyunun kendi içinde daha da bir yoğun yapıya bürünmesine sebebiyet vermiş. Grafiklerin çoğunlukla bu şekilde oluşu gözlerinizi fazla da yormuyor, zaten ekranda tıklayarak hareket ettirdiğiniz ana karakter Mona dışında bazı ufak tefek detayları da saymazsak hemen hemen her şey sabit. sırf bu nedenle grafiklerden biraz da sade olduğu şeklinde bahsetmek de olası. Bu sadeliğin getirisi de yanınıza almanız gereken cisimleri ararken çok da zorlanmıyor olmanızdır. Her ne kadar çoğunlukla oyun dünyasının birer parçasıymış gibi görünse de yatağın altında duran bir şişe veya aynanın önündeki kutu kendini belli ediyor. Piksel avcılığı yapmıyor oluşunuz bu bakımdan büyük de bir avantaj. Kaldı ki A Vampyre Story hiç de bunu amaçlamamıştı; yapımcıların asıl yolundan çıktıkları eski Curse of the Monkey Island'den de bunu iyi biçimde hatırlıyoruz.
Oynanış olarak A Vampyre Story size genel kalıpların çok dışında bir şey sunmuyor; fakat yapılması gerekenlerin de hakkını veriyor. Oyun dünyası ile olan etkileşiminiz genel olarak sağ tık, sol tık ve space tuşu ile sağlanmış. Buna göre sol tık ile tıkladığınız bir yere, eğer kullanılabilir bir cisim veya insan değilse Mona yürüyerek gidiyor. yürüme esnasında Space'e basarsanız anında oraya varmış oluyorsunuz. Sağ tık ise ekran geçişlerini anında gerçekleştirmek için kullanılıyor. yürüme işinin böylesine aşırı kolaylaştırılmış olmasının en büyük nedeni Mona'nın adeta kaplumbağa hızıyla hareket ediyor olması. Bununla beraber sol tıkla bir cismin üzerine tıkladığınızda dört farklı etkileşim şıkkı çıkıyor. Bunlar aracılığıyla konuşabilir, inceleyebilir, üzerine uçabilir veya cebinize atabilirsiniz. Kullanımı kolay olsa da bir süre alışmakta zorluk çekebileceğiniz özelliğini tıkladıktan sonra parmağınızı çekerseniz bu menünün kayboluyor olması oluşturuyor.
Envanterinize alacağınız cisimlerde kısmen de olsa hoş bir yöntem izlemiş yapımcılar. Buna göre karakterimiz Mona ağır olduğunu düşündüğu veya yanında taşımak istemediği cisimleri aklının bir köşesine not ediyor ve bunu yaparken de aynı zamanda bu cisimleri envanterine işliyor. Daha sonra o cismin kullanılmasını gerektiren bir durumla karşılaştığında yarasa haline bürünüp gidip o cismi alıp geliyor ve kullanıyor. Envantere koyduğunuz cisimleri birbirleriyle kullanıp yeni cisimler elde etmeseniz bile onların farklı kullanım yanlarını ortaya çıkarıyorsunuz. Örneğin Froderick'i bazı cisimlerle kullanıp aynı anda başka yerlerdeki olayları da kontrol altında tutabiliyorsunuz. Bulmaca yapısı bakımından A Vampyre Story, kısmen kısıtlı bir ortamda fazla ama zor olmayan bir yelpazede önünüze seriliyor. Elde edeceğiniz cisimleri bir yerlerde kullanmanıza ve karşınızdakilerle konuşmanıza dayalı ilerleyiş gösteriyorlar ve, söylediğim gibi, bulmacaların sıklığı nedeniyle onları çözerek devam etmeniz gerektiği için oyun sizi özellikle zorlamamaya çalışıyor.
Sesleriyle de A Vampyre Story'nin oldukça iyi bir oyun olduğunu söylemek mümkün. En çok sesini duyduğunuz karakter olan Mona'nın seslendirmesi bir harika. Verdiği tepkiler inanılmaz. Diyaloglar zaten aşırı eğlenceli ve güldürücü. Froderick ile birlikte Mona'nın konuşmaları, bulundukları durumu değerlendiriş tarzları ve Froderick'in esprileriyle Mona'nın kıkırdaması tam anlamıyla efsanevi. İki seneden fazladır, Sam&Max'i saymazsak, bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum desem abartmam. Tek kötü yanı A Vampyre Story'nin de bölümlere bölünerek piyasaya çıkarılacak olması ve bu nedenle ilk bölümün nispeten kısa tutulması diyebilirim. Ama şu da var ki Bill Tiller ve eski LucasArts gerçekten bu işin nasıl yapılması gerektiğini hiç sulandırmadan ortaya koyan belki de yegane topluluk. A Vampyre Story ise zaten kaliteli yapımların çok nadir piyasaya çıktığı macera türünün günümüzdeki en iyi örneklerinden birisi. Hem türe ısınmak isteyenlere, hem de bu işin ustalarına (ki onlara bu oyunu önermek bile hata) kesinlikle önerdiğim, yılın uzak ara farkla en kaliteli macera oyunu.
İncelemesini paylaşmak istedim...
Bir vampir hikayesi
Oyunumuz uçüncü kişi görüş açısından oynan bir Point&Click macera oyunu. Kontrolümüzde ise Mona LaFitte adında bir vampirella (Elbette sağ omzunda oturarak ona yoldaşlık eden yarasa dostu Froderick'i saymazsak olmaz) var ve oyunun konusu da Draxsylvania diye bir yerde geçiyor. Mona bir opera sarkıcısı ve Paris'e gidip orada şarkı söylemek de en büyük arzusu; fakat Shrowdy Von Kiefer adında bir vampir tarafından kaleye kapatılmış ve haliyle dışarı çıkmasına da izin yok. Fakat günün biri Shrowdy ülkedeki bazı vampir avcıları tarafından öldürülüyor ve nihayet Mona'nın da bu tutsaklıktan kurtulma vakti geliyor. Oyunumuz da tam burada başlıyor ve Mona'yı kaleden dışarıya çıkartmaya çalıştığınız bir senaryoyla işe koyuluyorsunuz.
Kahramanımız Mona bir vampir olmasının avantajlarını pek çok defa kullanıyor ve siz de oyun içerisinde buna şahit olup bunlardan faydalanıyorsunuz. Nedir bunlar? Birincisi Mona bir vampir ve aynı zamanda yarasaya dönüşebiliyor. Bu sayede Mona için aslında gidilemeyecek bir yer yok anlamı da çıkartılabilir. Fakat ne yazık ki uçabiliyor olmasına rağmen onu pencereden bile dışarı çıkartamıyoruz, çünkü bulunduğu kalenin etrafı Shrowdy tarafından bir lanetle tamamen izole edilmiş ve bu yüzden Mona'nın dışarı çıkma gibi bir şansı yok. Madem öyle siz de etraftaki bulmacaları çözerek ve diğer insanlarla konuşarak kaleden nasıl çıkılacağının, daha doğrusu öncelikle üzerinizdeki bu lanetten nasıl kurtulacağınızın yolunu arıyorsunuz. Mona'nın diğer özelliklerini sıralamaya devam ettiğimizde kendisinin çok güzel bir sese sahip olduğunu ve olaylara çok sempatik yaklaştığından söz etmek gerekir; zaten ilk birkaç dakikada hafif utangaç tavrından, mimiklerinden ve tepkilerinden bunu fark edeceksiniz. Bunda her ne kadar Froderick'in de çok çok büyük etkisi olsa da Mona gerçekten de uzun süredir bir oyunda yalnız olduğumu bana hissettirmeyen, dolu dolu bir karakter. Herhangi bir konu hakkında konuşurken yanında Froderick ile birlikte yorumlarda bulunuyorlar; tabii Froderick biraz daha lafını esirgemeyen bir tip, aralarındaki diyaloglar tekrar tekrar dinlenesi derecede zevkli. Oyunun neredeyse tamamında Mona'nın vücuduyla verdiği tepkiler ise asla birbirine tekrar etmiyor; adeta bir film gibi baştan sona kadar Mona'nın her hareketi bilinçli.
Oyunun mekanlarında dolaşırken özellikle ilk dikkat edeceğiniz şey elbette ki grafikler olacaktır. A Vampyre Story'nin en büyük artılarından birini de bu oluşturuyor, ki tamamı el çizimi olan bu mekanlar oyunda inanılmaz bir atmosfer oluşturuyor. Genellikle koyu tonların hakim olduğu renklerle oluşturulmuş genel oyun dünyasında fazlasıyla bir kasvet var; fakat bu negatif bir özellik değil, aksine oyunun kendi içinde daha da bir yoğun yapıya bürünmesine sebebiyet vermiş. Grafiklerin çoğunlukla bu şekilde oluşu gözlerinizi fazla da yormuyor, zaten ekranda tıklayarak hareket ettirdiğiniz ana karakter Mona dışında bazı ufak tefek detayları da saymazsak hemen hemen her şey sabit. sırf bu nedenle grafiklerden biraz da sade olduğu şeklinde bahsetmek de olası. Bu sadeliğin getirisi de yanınıza almanız gereken cisimleri ararken çok da zorlanmıyor olmanızdır. Her ne kadar çoğunlukla oyun dünyasının birer parçasıymış gibi görünse de yatağın altında duran bir şişe veya aynanın önündeki kutu kendini belli ediyor. Piksel avcılığı yapmıyor oluşunuz bu bakımdan büyük de bir avantaj. Kaldı ki A Vampyre Story hiç de bunu amaçlamamıştı; yapımcıların asıl yolundan çıktıkları eski Curse of the Monkey Island'den de bunu iyi biçimde hatırlıyoruz.
Oynanış olarak A Vampyre Story size genel kalıpların çok dışında bir şey sunmuyor; fakat yapılması gerekenlerin de hakkını veriyor. Oyun dünyası ile olan etkileşiminiz genel olarak sağ tık, sol tık ve space tuşu ile sağlanmış. Buna göre sol tık ile tıkladığınız bir yere, eğer kullanılabilir bir cisim veya insan değilse Mona yürüyerek gidiyor. yürüme esnasında Space'e basarsanız anında oraya varmış oluyorsunuz. Sağ tık ise ekran geçişlerini anında gerçekleştirmek için kullanılıyor. yürüme işinin böylesine aşırı kolaylaştırılmış olmasının en büyük nedeni Mona'nın adeta kaplumbağa hızıyla hareket ediyor olması. Bununla beraber sol tıkla bir cismin üzerine tıkladığınızda dört farklı etkileşim şıkkı çıkıyor. Bunlar aracılığıyla konuşabilir, inceleyebilir, üzerine uçabilir veya cebinize atabilirsiniz. Kullanımı kolay olsa da bir süre alışmakta zorluk çekebileceğiniz özelliğini tıkladıktan sonra parmağınızı çekerseniz bu menünün kayboluyor olması oluşturuyor.
Envanterinize alacağınız cisimlerde kısmen de olsa hoş bir yöntem izlemiş yapımcılar. Buna göre karakterimiz Mona ağır olduğunu düşündüğu veya yanında taşımak istemediği cisimleri aklının bir köşesine not ediyor ve bunu yaparken de aynı zamanda bu cisimleri envanterine işliyor. Daha sonra o cismin kullanılmasını gerektiren bir durumla karşılaştığında yarasa haline bürünüp gidip o cismi alıp geliyor ve kullanıyor. Envantere koyduğunuz cisimleri birbirleriyle kullanıp yeni cisimler elde etmeseniz bile onların farklı kullanım yanlarını ortaya çıkarıyorsunuz. Örneğin Froderick'i bazı cisimlerle kullanıp aynı anda başka yerlerdeki olayları da kontrol altında tutabiliyorsunuz. Bulmaca yapısı bakımından A Vampyre Story, kısmen kısıtlı bir ortamda fazla ama zor olmayan bir yelpazede önünüze seriliyor. Elde edeceğiniz cisimleri bir yerlerde kullanmanıza ve karşınızdakilerle konuşmanıza dayalı ilerleyiş gösteriyorlar ve, söylediğim gibi, bulmacaların sıklığı nedeniyle onları çözerek devam etmeniz gerektiği için oyun sizi özellikle zorlamamaya çalışıyor.
Sesleriyle de A Vampyre Story'nin oldukça iyi bir oyun olduğunu söylemek mümkün. En çok sesini duyduğunuz karakter olan Mona'nın seslendirmesi bir harika. Verdiği tepkiler inanılmaz. Diyaloglar zaten aşırı eğlenceli ve güldürücü. Froderick ile birlikte Mona'nın konuşmaları, bulundukları durumu değerlendiriş tarzları ve Froderick'in esprileriyle Mona'nın kıkırdaması tam anlamıyla efsanevi. İki seneden fazladır, Sam&Max'i saymazsak, bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum desem abartmam. Tek kötü yanı A Vampyre Story'nin de bölümlere bölünerek piyasaya çıkarılacak olması ve bu nedenle ilk bölümün nispeten kısa tutulması diyebilirim. Ama şu da var ki Bill Tiller ve eski LucasArts gerçekten bu işin nasıl yapılması gerektiğini hiç sulandırmadan ortaya koyan belki de yegane topluluk. A Vampyre Story ise zaten kaliteli yapımların çok nadir piyasaya çıktığı macera türünün günümüzdeki en iyi örneklerinden birisi. Hem türe ısınmak isteyenlere, hem de bu işin ustalarına (ki onlara bu oyunu önermek bile hata) kesinlikle önerdiğim, yılın uzak ara farkla en kaliteli macera oyunu.
My Rollerblades... My LOVE!...
Eğer Rüzgarı Hissedemiyorsan;Kanatların Hiç Bir Önemi Yoktur!..
A Vampyre Story oyununu bilmez olur muyum ama ne yazık ki oynamak eylemine bir türlü geçemeyip, çarpık dekorların arasında gömülmüş kurgusu komik öyküye bir türlü başlayamadım. Ama yeniden hatırlattın bana, teşekkürler. Yakın bir zamanda hemen ışıksız gecelerimde ortamdan soyutlanıp bu oyunun hikayesine doymayı düşünüyorum.
Benimde aklıma eskilerden bir kaç oyun geldi onları aktarayım. Eminim oynamışsındır ama yine de incele istersen.
Oddworld Serileri. Abe'nin garip aksanı ve komik hikayesi ile başlar yolculuğumuz. Mistizim ile bilim kurgu arasında kalmış bir dokuya sahip. Eski bir oyun olsa da tekrar ve tekrar oynanabilir. Ara video müzikleri ise müthiştir.
İkinci bi oyun ise Scrapland. "A little more wicked sci-fi" . Herhalde çıktığı yılın en eğlenceli oyunlarından biriydi. Yine American Mcgee yapımı olan bu oyun sonrasında artık Mcgee'nin elinden babam çıksa yerim demeye başladım . Scrapland nerden mi geliyor? Para biriminden
Ve diğer unutamadığım bir oyun. The Longest Journey . İkinci oyunu olan Dreamfall ilki kadar etkilemedi ne yazıkki ama yine de onunda kendi türünde oyunlara nazaran ayrıcalıkları var. Bu oyunu mutlaka tatmak gerek. Hikayesi içinde masalsı dokusunun bir kez zihninizi ürpertmesine izin verin.
Dreamfall
Benimde aklıma eskilerden bir kaç oyun geldi onları aktarayım. Eminim oynamışsındır ama yine de incele istersen.
Oddworld Serileri. Abe'nin garip aksanı ve komik hikayesi ile başlar yolculuğumuz. Mistizim ile bilim kurgu arasında kalmış bir dokuya sahip. Eski bir oyun olsa da tekrar ve tekrar oynanabilir. Ara video müzikleri ise müthiştir.
İkinci bi oyun ise Scrapland. "A little more wicked sci-fi" . Herhalde çıktığı yılın en eğlenceli oyunlarından biriydi. Yine American Mcgee yapımı olan bu oyun sonrasında artık Mcgee'nin elinden babam çıksa yerim demeye başladım . Scrapland nerden mi geliyor? Para biriminden
Ve diğer unutamadığım bir oyun. The Longest Journey . İkinci oyunu olan Dreamfall ilki kadar etkilemedi ne yazıkki ama yine de onunda kendi türünde oyunlara nazaran ayrıcalıkları var. Bu oyunu mutlaka tatmak gerek. Hikayesi içinde masalsı dokusunun bir kez zihninizi ürpertmesine izin verin.
Dreamfall
şiddet sorununu çözemiyorsa kesinlikle eksik kullandığındandır
Scrapland' i oynamadım... Dreamfall ilede LEVEL dergisi aracılığıyla tanıştım...Kısa bi zaman önce yani... Tam sürüm klasik oyunlar veriyorlardı her ay. Hala veriyorlarmı bilmiyorum.. Oddworld... Bu seriyi bilgisayarımdan asla kaldırmadığımı söylesem yeterince açık olurmuyum... Belki o kadar iyi olmayabilir ama bu tür oyunlara Oddworld ile başladım ben Ondan sonra Grim Fandango ve American Mcgee'nin oyunları derken kendimi adventure den ayıramaz oldum... Bu oyunları ayrı ayrı veya toplu olarak ayrı bir başlık altında toplasaydık daha iyi olur aslında. Sitedeki herkez görmüş olur. Bu başlığa pek fazla kişi bakmıyor heralde...
My Rollerblades... My LOVE!...
Eğer Rüzgarı Hissedemiyorsan;Kanatların Hiç Bir Önemi Yoktur!..
Tek tek oyunlar için açılan başlıkların paylaşım açısından işe yarayabileceğini sanmıyorum, çünki bu yolla çok kişi toplanamıyor. Onun yerine dediğin gibi toplu bir başlıkta: Mesela bir action-adventure başlığı tarz bir şey açılıp oradan bir doyum alınabilir.
Ben artık oyun dergilerini takip edemiyorum. Level eskiden sevdiğim bir dergiydi. Tabi biliyorsun onlarında kadroları iyice dağıldı. Yazılarını ise artık beğenmiyorum. Zaten eskidende Ali Aksöz için alırdım. Yeni bir tarz var fazla tiye alan ve sanırım birbirlerinin tarzlarından iyiyce etkilenmişler. Bir ara Oyungezer okudum hatta komiktir frp ve anime meselelerinde birbirlerine karşı hafif rekabetleri olduğu hissine kapılmaktayım. Son iki senedir Conlarda bile daha aktifler. =).
Ben artık oyun dergilerini takip edemiyorum. Level eskiden sevdiğim bir dergiydi. Tabi biliyorsun onlarında kadroları iyice dağıldı. Yazılarını ise artık beğenmiyorum. Zaten eskidende Ali Aksöz için alırdım. Yeni bir tarz var fazla tiye alan ve sanırım birbirlerinin tarzlarından iyiyce etkilenmişler. Bir ara Oyungezer okudum hatta komiktir frp ve anime meselelerinde birbirlerine karşı hafif rekabetleri olduğu hissine kapılmaktayım. Son iki senedir Conlarda bile daha aktifler. =).
şiddet sorununu çözemiyorsa kesinlikle eksik kullandığındandır
Oyungezerin 4-5 sayısı dışında okumadım. Bu yüzden çok yorum yapamıyacağım ama Level'in yeni kadro ve sayfa dizaynına bakınca Oyungezer daha takip edilebilir geliyor. Hele Level'de bir Elif modası varki sorma. Forumlarında bile Elif yukarı, Elif aşşağı. Bu duruma çok gülüyorum . Oyungezerin forumlarını da takip ediyorum, Level'inkine göre daha iyi bir tasarımı var. Fakat pc oyun dünyasına ilgimin az olmasından oralarda da çok aktif bir üye değilim. Uzaktan okumayı tercih ediyorum genelde.
Bir de Oyungezerin sevdiğim yanı Frp ve Anime ile daha içli dışlı olmaları. Level bu durumdan rahatsız olmuş olacak ki kendileri de son dönemlerde bu konularda biraz daha hareketlendirler.
Ekleme: Rpg, action-adventure, fps (ve bir kaç gerçek zamanlı strateji) takip ettiğim türler.
Bir de Oyungezerin sevdiğim yanı Frp ve Anime ile daha içli dışlı olmaları. Level bu durumdan rahatsız olmuş olacak ki kendileri de son dönemlerde bu konularda biraz daha hareketlendirler.
Ekleme: Rpg, action-adventure, fps (ve bir kaç gerçek zamanlı strateji) takip ettiğim türler.
şiddet sorununu çözemiyorsa kesinlikle eksik kullandığındandır
2. sayfa (Toplam 3 sayfa) [ 26 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |