Hürriyet gazetesi'nden eski bir haber Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3, 4, Sonraki |
Yazar
Mesaj
13 Şub 2009 19:02
inanılmaz doğrusu Bafa gölü hmm hem seviniyorum hem de üzülüyorum çünkü bafa gölü güzel bir göle benziyo ayrıca doğal yaşam alanı tabii diğer yandan çok şaşırtıcı ki bu mitolojik hikaye çoban endymion ve ay tanrıçası selene= türkiye'de bulunan bir göl ilişki gayet garip ama bu gölü görmek isterdim hmmm
A.K.U
arkadaşlar direkt olarak derman bayladı'nın say yayınları'ndan çıkan efsaneler dünyasında anadolu adlı kitabından alıntı yapıyorum:
Beşparmak Dağları'nın Uykuya Doymaz Çobanı
"Söke'den Milas' giderken, pek de büyük olmayan bir gölün batı kıyısından geçilir önce. Yol sonra sola kıvrılarak gölün güney kıyısını izler. Karşı kıyıda ise bir dağ silsilesi uzanır yüce doruklarıyla. Parmaklarını göle doğru uzatmış dev bir ele benzeyen bir dağ sırasıdır bu. Bir yekinip silkinse beri yakaya geçecek gibidir sanki.
Kıyısı çam ve zeytin ağaçlarıyla bezeli, rengi kimi zaman mavi, kimi zaman da laciverde çalan bu gölün adı Bafa Gölü'dür. Görünüşünden dolayı olacak, dağa da Beşparmak Dağları denir. Eskiden 'Latmos' diye bilinirmiş adı. Derler ki, çok eski zamanlarda, tanrısal bir aşk öyküsünün kaynağı olmuş bu dağlar. Tanrısal aşklar çoktur gerçi mitologyada, ama bir başkaymış burada geçeni. Seven bir tanrıçaymış, sevilense Latmos Dağları'nın ölümlü, bir garip çobanı. Gelgelelim "gönül ferman dinlemez." misali ay tanrıça Selene'nmin gönlü de dağ yamaçlarında sürüsünü yayıp, sonra da bir ağaç gölgesinde dinlenmeye çekilen Endymion'a akıvermiş.
Endymion geceyi mi yeğlerdi sürüsünü otlatmak için? Öyle olmalı. Yoksa ancak geceleri ortaya çıkan Ay Tanrıça başka nasıl görecekti de umarsız bir aşkla sevecekti Latmos Dağları'nın güzel çobanını?
Peki ya Endymion niye geceyi seçiyordu dersiniz? Yanıtı zor olmalı bu sorunun. Bir tanrısal varlık nasıl sevebiliyorsa ölümlüyü, ölümü yaratık da kimi zaman delicesine aşık olabilirmiş o zaman bir tanrı ya da tanrıçaya. Boşuna dememişler "aşkın gözü kördür." diye. Eros'un gözü kapalı savurduğu oklardan biri gelip Endymion'u yüreğinden vurmuşsa, suçu niye Latmos'un masum çobanına yüklemeli? Diyelim ki Endymion, nice uzun geceler Ay'a baktı da, onun binbir titreşimle göle yansıyan gümüş renkli ışıklarının ardında sezerek güzelliğini, aşık oldu tanrıçaya. Yine diyelim ki, işte o yüzden geceleyin yayarmış sürüsünü ay yüzlü tanrıçayı dileğince görsün diye.
Anlatanlar kendilerince anlatmışlar, çeşitli biçimlerde yorumlamışlar bir tanrıçayla ölümlü çoban arasındaki aşk öyküsünü. Kimileri der ki, tanrıça her gece buluşurmuş Endymion'la Latmos'un koyaklarında. Bu kaçamaklardan elli çocukları olmuş çiftin. Ama doğrusu aranırsa bu öykü uygun düşmüyor sevdalı tanrıçayla Beşparmak Dağları'nın güzel çobanına. Çocukların yeri olmamalı onların aşklarında.
Bu öykünün yakışmadığını farkedenler de olmuş ki, biraz daha yumuşatılmış efsane sonraları. Güya Selene her gece önce ışıklarıyla okşarmış Endymion'u el ayak çekilinceye değin. Sonra gümüşten bir iz bırakan arabasıyla inermiş yeryüzüne güzel çobanını tanrısal bedeniyle sarmak için. Ve onun yanında kalırmış öylece, ta ki Güneş Tanrı Helios, altından arabasıyla günün ilk ışıklarıyla yeryüzünü aydınlatmaya başlayıncaya değin, gül parmaklı Şafak Tanrıça Eos'un ardından.
Anlaşılan bu öykü de pek sinmemiş içlerine kimi yorumcuların. Öyle ya efendim! Tanrısal bir aşkı, ille de bedensel duygu düzeyine indirmek de ne oluyor? Bırakalım da romantik olsun onların aşkları, hatta platonik. Varsın bedensel hazzın yeri olmayıversin Tanrıça'nın sevdasında. Diyeceksiniz ki "peki ya Endymion'un?"
O zaman işi bir adım daha ileri götürüp, ben de şöyle diyeytim: Endymion'cuğun hiç haberi olamamış ki Tanrıça'nın sevdasından! O hep uyurmuş çünkü Beşparmak Dağları'ndaki mağarasında. Selene'yi düşünde görürmüş ancak. Ne var ki Ay Tanrıça geceleri aydınlatma görevine başlamadan önce mutlaka Karia diyarından geçer, Beşparmak Dağları'na uğrarmış. Güzel çobanın bebekler gibi masumane mışıl mışıl uyurken arada bir gülücükler fırlatmasına hayran hayran bakar, sonra da yanağına yumuşacık bir öpücük kondurup öyle çıkarmış kutsal görevine. Bu her gece böyle sürüp gidermiş. Tanrılar Endymion'a sonsuz bir uyku bağışladıkların göre - onun, dünyanın kötülük ve çirkinliklerini değil, düşler aleminin iylik ve güzelliklerini görmesini istiyorlarmış çünkü- Selene'nin bu tek taraflı, ama saf ve lekesiz, karşılığını beklemeden bir öpücük vermekle yetinen aşkı da sonsuza değin sürüp gidecekmiş böylece."
çocukluğumun en sevdiğim hikayelerinden biri. azra erhat'ın mitoloji sözlüğü'nde de bulursunuz sanıyorum benzer bir efsaneyi, nasıl olsa yazılmış en kapsamlı mitoloji hakkındaki eser azra erhat'ın sözlüğü.
sailormoon zaten bu hikayeden yola çıkılarak yapılmıştır.
not: sürç-i imla ettiysem affola!
tabi ben tüm hikayeyi yazan kadari herkes birşeyler yazmış çok hızlı yazamıyorum, kusura bakmayın
bafa gölü için yapılabilecekler ise, o kadar küçük bir arka sayfa haberi şeklinde olmamalı. halkı konuyla ilgili bilinçlendirmek lazım basın yoluyla. aynı tür kirlilik şu anda türkiye'deki pek çok göl için geçerli -ben sakarya'da okudum, ve sapanca gölü'ndeki kirliliği biliyorum. ama üniversitemiz bu konuda özel olarak kendisi uğraşıyor şu anda zaten.- aynı şeyi muğla üniversite'sinin de birileri söylemeden yapması gerekirdi. şu anda temizlenmeye başlasa bile, daha bir kaç yıl canlılık olmayacaktır gölde. bunun en büyük nedeni de, arıtmadan atık suları direkt olarak kapalı bir alana vermek. eğer atık sular verilmeseydi, sadece devr-i daim olmadığı için yosunlar ölmezd.
insanlar dokunmadığı sürece, doğa kendi kendini temizleyebilir.
tüm insanlık bir anda yeryüzünden gitse, hava 10 gün içinde, denizler 15, kara ise yaklaşık 1 yıl içinde kendi kendini temizleyebilir. benim bildiğim bu en azından..
Beşparmak Dağları'nın Uykuya Doymaz Çobanı
"Söke'den Milas' giderken, pek de büyük olmayan bir gölün batı kıyısından geçilir önce. Yol sonra sola kıvrılarak gölün güney kıyısını izler. Karşı kıyıda ise bir dağ silsilesi uzanır yüce doruklarıyla. Parmaklarını göle doğru uzatmış dev bir ele benzeyen bir dağ sırasıdır bu. Bir yekinip silkinse beri yakaya geçecek gibidir sanki.
Kıyısı çam ve zeytin ağaçlarıyla bezeli, rengi kimi zaman mavi, kimi zaman da laciverde çalan bu gölün adı Bafa Gölü'dür. Görünüşünden dolayı olacak, dağa da Beşparmak Dağları denir. Eskiden 'Latmos' diye bilinirmiş adı. Derler ki, çok eski zamanlarda, tanrısal bir aşk öyküsünün kaynağı olmuş bu dağlar. Tanrısal aşklar çoktur gerçi mitologyada, ama bir başkaymış burada geçeni. Seven bir tanrıçaymış, sevilense Latmos Dağları'nın ölümlü, bir garip çobanı. Gelgelelim "gönül ferman dinlemez." misali ay tanrıça Selene'nmin gönlü de dağ yamaçlarında sürüsünü yayıp, sonra da bir ağaç gölgesinde dinlenmeye çekilen Endymion'a akıvermiş.
Endymion geceyi mi yeğlerdi sürüsünü otlatmak için? Öyle olmalı. Yoksa ancak geceleri ortaya çıkan Ay Tanrıça başka nasıl görecekti de umarsız bir aşkla sevecekti Latmos Dağları'nın güzel çobanını?
Peki ya Endymion niye geceyi seçiyordu dersiniz? Yanıtı zor olmalı bu sorunun. Bir tanrısal varlık nasıl sevebiliyorsa ölümlüyü, ölümü yaratık da kimi zaman delicesine aşık olabilirmiş o zaman bir tanrı ya da tanrıçaya. Boşuna dememişler "aşkın gözü kördür." diye. Eros'un gözü kapalı savurduğu oklardan biri gelip Endymion'u yüreğinden vurmuşsa, suçu niye Latmos'un masum çobanına yüklemeli? Diyelim ki Endymion, nice uzun geceler Ay'a baktı da, onun binbir titreşimle göle yansıyan gümüş renkli ışıklarının ardında sezerek güzelliğini, aşık oldu tanrıçaya. Yine diyelim ki, işte o yüzden geceleyin yayarmış sürüsünü ay yüzlü tanrıçayı dileğince görsün diye.
Anlatanlar kendilerince anlatmışlar, çeşitli biçimlerde yorumlamışlar bir tanrıçayla ölümlü çoban arasındaki aşk öyküsünü. Kimileri der ki, tanrıça her gece buluşurmuş Endymion'la Latmos'un koyaklarında. Bu kaçamaklardan elli çocukları olmuş çiftin. Ama doğrusu aranırsa bu öykü uygun düşmüyor sevdalı tanrıçayla Beşparmak Dağları'nın güzel çobanına. Çocukların yeri olmamalı onların aşklarında.
Bu öykünün yakışmadığını farkedenler de olmuş ki, biraz daha yumuşatılmış efsane sonraları. Güya Selene her gece önce ışıklarıyla okşarmış Endymion'u el ayak çekilinceye değin. Sonra gümüşten bir iz bırakan arabasıyla inermiş yeryüzüne güzel çobanını tanrısal bedeniyle sarmak için. Ve onun yanında kalırmış öylece, ta ki Güneş Tanrı Helios, altından arabasıyla günün ilk ışıklarıyla yeryüzünü aydınlatmaya başlayıncaya değin, gül parmaklı Şafak Tanrıça Eos'un ardından.
Anlaşılan bu öykü de pek sinmemiş içlerine kimi yorumcuların. Öyle ya efendim! Tanrısal bir aşkı, ille de bedensel duygu düzeyine indirmek de ne oluyor? Bırakalım da romantik olsun onların aşkları, hatta platonik. Varsın bedensel hazzın yeri olmayıversin Tanrıça'nın sevdasında. Diyeceksiniz ki "peki ya Endymion'un?"
O zaman işi bir adım daha ileri götürüp, ben de şöyle diyeytim: Endymion'cuğun hiç haberi olamamış ki Tanrıça'nın sevdasından! O hep uyurmuş çünkü Beşparmak Dağları'ndaki mağarasında. Selene'yi düşünde görürmüş ancak. Ne var ki Ay Tanrıça geceleri aydınlatma görevine başlamadan önce mutlaka Karia diyarından geçer, Beşparmak Dağları'na uğrarmış. Güzel çobanın bebekler gibi masumane mışıl mışıl uyurken arada bir gülücükler fırlatmasına hayran hayran bakar, sonra da yanağına yumuşacık bir öpücük kondurup öyle çıkarmış kutsal görevine. Bu her gece böyle sürüp gidermiş. Tanrılar Endymion'a sonsuz bir uyku bağışladıkların göre - onun, dünyanın kötülük ve çirkinliklerini değil, düşler aleminin iylik ve güzelliklerini görmesini istiyorlarmış çünkü- Selene'nin bu tek taraflı, ama saf ve lekesiz, karşılığını beklemeden bir öpücük vermekle yetinen aşkı da sonsuza değin sürüp gidecekmiş böylece."
çocukluğumun en sevdiğim hikayelerinden biri. azra erhat'ın mitoloji sözlüğü'nde de bulursunuz sanıyorum benzer bir efsaneyi, nasıl olsa yazılmış en kapsamlı mitoloji hakkındaki eser azra erhat'ın sözlüğü.
sailormoon zaten bu hikayeden yola çıkılarak yapılmıştır.
not: sürç-i imla ettiysem affola!
tabi ben tüm hikayeyi yazan kadari herkes birşeyler yazmış çok hızlı yazamıyorum, kusura bakmayın
bafa gölü için yapılabilecekler ise, o kadar küçük bir arka sayfa haberi şeklinde olmamalı. halkı konuyla ilgili bilinçlendirmek lazım basın yoluyla. aynı tür kirlilik şu anda türkiye'deki pek çok göl için geçerli -ben sakarya'da okudum, ve sapanca gölü'ndeki kirliliği biliyorum. ama üniversitemiz bu konuda özel olarak kendisi uğraşıyor şu anda zaten.- aynı şeyi muğla üniversite'sinin de birileri söylemeden yapması gerekirdi. şu anda temizlenmeye başlasa bile, daha bir kaç yıl canlılık olmayacaktır gölde. bunun en büyük nedeni de, arıtmadan atık suları direkt olarak kapalı bir alana vermek. eğer atık sular verilmeseydi, sadece devr-i daim olmadığı için yosunlar ölmezd.
insanlar dokunmadığı sürece, doğa kendi kendini temizleyebilir.
tüm insanlık bir anda yeryüzünden gitse, hava 10 gün içinde, denizler 15, kara ise yaklaşık 1 yıl içinde kendi kendini temizleyebilir. benim bildiğim bu en azından..
12 Arl 2009 17:27
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Crocodile
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): C-Raito
3. sayfa (Toplam 4 sayfa) [ 38 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |