Aequalitas et Ordo / 1. Bölüm - Kapılar |
Yazar
Mesaj
Bu benim bilim kurgu türünde yazdığım ilk uzun soluklu hikayem olacak sanırım, bu yüzden arada saçmalayabileceğime inanıyorum Umarım beğenirsiniz, şimdilik giriş bölümüyle biraz olayları açıklayıp sonrasında hikayeye başlayacağım. Keyifli okumalar.
Giriş
30. yüzyılın başlarına gelinmiştir. Teknolojik anlamda kayda değer en büyük gelişme beyin naklidir. O da tamamıyla nakil değil, beynin hafıza bölümü yani hippocampus’daki bilgilerin nakledilmesidir. Tabi bu iş için seçilen bilgileri içeren beyinler, ölmüş ama tüm fikirleri net olarak topluma aktarılması gerekilen kişilerdir. Dünya tarihi, eski bilimler ve daha pek çok konuda bilgi bu yolla aktarılmaktadır. Tabi nesilden nesile devredilecek bu bilgileri kabul edebilecek kişiler, IQ düzeyi çok yüksek kişiler olmalıdır. Bu şartı karşılayan ve on altı, on yedi yaşına kadar eğitim gören, vücudunu ve zihnini bu anıları taşımaya hazırlanan gençler, gerekli yaşa geldiklerinde yapılan aktarımla bu anıların ve bilgilerin sorumluluğunu üstlenmekte ve ihtiyaç durumunda toplum için bu bilgileri kullanmaktadırlar.
Aktarımdan önce bir sınavdan geçen adaylar eğer başarılı olurlarsa gelecekleri kesinleşir. Aktarım yapıldıktan sonra ise yirmi yaşına kadar da bu bilgileri kontrol etmek üzerine eğitim gören adaylar yirmi yaşının sonuda hazır hale gelirler. Bu insanlara Latince seçilmiş anlamına gelen "Prefect" adı verilir. Bu ünvanı alabilmek için yirmi yaşına gelmiş ve nakili başarıyla atlatabilmiş olmak gereklidir. Hala eğitimde olan adaylara ise aday anlamına gelen "discupule" kelimesiyle seslenilir.
Her nesilde ne fazla iki Prefect olur. İlk baştan beri bu iki Prefect, kendisine ham olarak verilen fikri geliştiririr ve yaşadıkları dönem boyunca önemli gelişmeleri hatırlar ve bilgileri geliştirirler. Ölen Prefect'in hippocampus'una depoladığı bilgiler ise eğitimini bitirmiş olan diğer kuşak Prefectlere devredilir. Bu sayede bilgiler kaybolmuyor ve katlanarak genişler. Prefectler engin bilgileri ve insanlık tarihine dair birçok konuda söz sahibi olabilmeleri nedeniyle üst düzey kişilerdir.
30. yüzyılın dünyasına gelirsek, Dünya üç kısıma ayrılmış durumdadır. Bu durum 25. yüzyılın sonuna doğru meydana gelen Taraflar Savaşı'nın sonunda ortaya çıktı. Taraflar Savaşı "Düzenciler" ve "düzen karşıtları" arasında meydana geldi. Savaştan önce asıl amaç Dünya ülkelerini tek bir çatı altında toplamaktı, fakat sonradan her ülkenin birbirleriyle olan siyasal sorunları hep beraber yaşamalarına engel oldu. Bu yeni düzeni destekleyenler ve desteklemeyenler millet farklı olmaksızın ikiye ayrıldılar ve aralarında büyük bir savaş patla verdi.
Yine de Düzenciler daha önceden güçlü olan ve gücü elinde bulundurmaya devam etmek isteyen devletlerin insanlarının çoğunluklu olarak bulunduğu bir taraftı. Bu kurulacak mega devlette kast sistemine maruz kalacaklarını ve durumlarının kötüleşeceğini anlayan daha orta sınıf ve geri devletlerde yaşayan insanlar ise Düzen Karşıtları’nı oluşturarak bu projeye karşı koymaya çalıştılar. Çıkan savaşta kullanılan çok sayıda kimyasal silah dünyadaki ekolojik dengeyi bozdu ve bazı bölgeleri yaşanmaz duruma getirdi.
Düzen karşıtlarının ağır bir yenilgiye uğratılmasının üzerine Düzenciler Amerika Kıtasını kaplayacak büyüklükte bir mega devlet kurdular. Düzen Karşıtları ise eski Avrupa ve Asya kıtaları üzerinde kalan coğrafyada kolonileştiler fakat yenilgilerinin yaralarını sarmaları uzun sürdü.
Üçüncü Bölge ise iki tarafın da girmeye çekindiği tehlikeli bir alandı. Radyasyonun en çok nüfuz ettiği yerlerde hayvanlar ve geride kalmayı tercih eden bazı insanlar mutasyon sonucunda değişim geçirdiler. Batı ülkeleri bu yaratıkların kolonileştiği Avustralya ve Güney Afrika ( ki mutasyon geçiren canlılar en iyi buranın koşullarına uyum sağlayabildiler) yı dev bir elektirikli kürenin içerisine aldı. Bu sayede bölgedeki radyasyon ve mutantlar ne Düzencilerin ne de Düzen Karşıtları’nın bulunduğu bölgelere sızamıyordu. Ancak elektirikli kürenin kumandasını elinde bulunduran Düzenciler bu durumu bir koz olarak kullandılar.
İşte bütün bu teknolojik gelişmeler ve bilgi nakli gibi yenilikler Düzencilerin kurduğu ve yönettiği mega ülkede meydana geldi. Düzenciler bu mega ülkeye yine latince de aynı anlama gelen "Magna Regionem" adını verdiler. Yönetim şekli demokrasi gibi görünen bu devletin başındaki insanlar bile Prefectlere saygı duymaktadırlar. Hatta büyük kararlar alınırken önceki dönemlere dair bilgileri nedeniyle alınan kararlar Prefectlerin onayını gerektirmektedir. Ancak Prefectlerin edindiği birçok bilgi çok gizli devlet sırlarıdır.
Taraflar Savaşının üzerinden uzun zaman geçtiği için Manga Regionem toplumu bu savaşı hatırlamamaktadır. Hatırlayanların anıları ise itinayla silinmiştir. Manga Regionem’in başındakiler, Düzen Karşıtları’nın varlığına ve mutasyon olaylarına dair her türlü bilgiyi halktan saklamaktadır.
Bu bilgilere erişebilenler yalnızca Prefectler ve sınırlı sayıda yetkili kişilerdir.
Magna Regionem’de, ironik olması nedeniyle bir zamanlar ölü bir dil olan ve birçok dilin anası olan Latince konuşuluyordu. İnsanlar ailelerinin onlara verdikleri isimlerin önüne yetiştirildikleri işin ünvanlarını ve karışıklık olmaması amacıyla sonuna da bir numara alıyorlardı. Her insan beş yaşından sonra beyin taramasından geçiriliyor ve yatkın olduğu iş ve IQ su tespit edilip bu iş için yetiştiriliyordu. Toplumun sloganı "Aequalitas et Ordo" idi. Yani Eşitlik ve düzen...
Giriş
30. yüzyılın başlarına gelinmiştir. Teknolojik anlamda kayda değer en büyük gelişme beyin naklidir. O da tamamıyla nakil değil, beynin hafıza bölümü yani hippocampus’daki bilgilerin nakledilmesidir. Tabi bu iş için seçilen bilgileri içeren beyinler, ölmüş ama tüm fikirleri net olarak topluma aktarılması gerekilen kişilerdir. Dünya tarihi, eski bilimler ve daha pek çok konuda bilgi bu yolla aktarılmaktadır. Tabi nesilden nesile devredilecek bu bilgileri kabul edebilecek kişiler, IQ düzeyi çok yüksek kişiler olmalıdır. Bu şartı karşılayan ve on altı, on yedi yaşına kadar eğitim gören, vücudunu ve zihnini bu anıları taşımaya hazırlanan gençler, gerekli yaşa geldiklerinde yapılan aktarımla bu anıların ve bilgilerin sorumluluğunu üstlenmekte ve ihtiyaç durumunda toplum için bu bilgileri kullanmaktadırlar.
Aktarımdan önce bir sınavdan geçen adaylar eğer başarılı olurlarsa gelecekleri kesinleşir. Aktarım yapıldıktan sonra ise yirmi yaşına kadar da bu bilgileri kontrol etmek üzerine eğitim gören adaylar yirmi yaşının sonuda hazır hale gelirler. Bu insanlara Latince seçilmiş anlamına gelen "Prefect" adı verilir. Bu ünvanı alabilmek için yirmi yaşına gelmiş ve nakili başarıyla atlatabilmiş olmak gereklidir. Hala eğitimde olan adaylara ise aday anlamına gelen "discupule" kelimesiyle seslenilir.
Her nesilde ne fazla iki Prefect olur. İlk baştan beri bu iki Prefect, kendisine ham olarak verilen fikri geliştiririr ve yaşadıkları dönem boyunca önemli gelişmeleri hatırlar ve bilgileri geliştirirler. Ölen Prefect'in hippocampus'una depoladığı bilgiler ise eğitimini bitirmiş olan diğer kuşak Prefectlere devredilir. Bu sayede bilgiler kaybolmuyor ve katlanarak genişler. Prefectler engin bilgileri ve insanlık tarihine dair birçok konuda söz sahibi olabilmeleri nedeniyle üst düzey kişilerdir.
30. yüzyılın dünyasına gelirsek, Dünya üç kısıma ayrılmış durumdadır. Bu durum 25. yüzyılın sonuna doğru meydana gelen Taraflar Savaşı'nın sonunda ortaya çıktı. Taraflar Savaşı "Düzenciler" ve "düzen karşıtları" arasında meydana geldi. Savaştan önce asıl amaç Dünya ülkelerini tek bir çatı altında toplamaktı, fakat sonradan her ülkenin birbirleriyle olan siyasal sorunları hep beraber yaşamalarına engel oldu. Bu yeni düzeni destekleyenler ve desteklemeyenler millet farklı olmaksızın ikiye ayrıldılar ve aralarında büyük bir savaş patla verdi.
Yine de Düzenciler daha önceden güçlü olan ve gücü elinde bulundurmaya devam etmek isteyen devletlerin insanlarının çoğunluklu olarak bulunduğu bir taraftı. Bu kurulacak mega devlette kast sistemine maruz kalacaklarını ve durumlarının kötüleşeceğini anlayan daha orta sınıf ve geri devletlerde yaşayan insanlar ise Düzen Karşıtları’nı oluşturarak bu projeye karşı koymaya çalıştılar. Çıkan savaşta kullanılan çok sayıda kimyasal silah dünyadaki ekolojik dengeyi bozdu ve bazı bölgeleri yaşanmaz duruma getirdi.
Düzen karşıtlarının ağır bir yenilgiye uğratılmasının üzerine Düzenciler Amerika Kıtasını kaplayacak büyüklükte bir mega devlet kurdular. Düzen Karşıtları ise eski Avrupa ve Asya kıtaları üzerinde kalan coğrafyada kolonileştiler fakat yenilgilerinin yaralarını sarmaları uzun sürdü.
Üçüncü Bölge ise iki tarafın da girmeye çekindiği tehlikeli bir alandı. Radyasyonun en çok nüfuz ettiği yerlerde hayvanlar ve geride kalmayı tercih eden bazı insanlar mutasyon sonucunda değişim geçirdiler. Batı ülkeleri bu yaratıkların kolonileştiği Avustralya ve Güney Afrika ( ki mutasyon geçiren canlılar en iyi buranın koşullarına uyum sağlayabildiler) yı dev bir elektirikli kürenin içerisine aldı. Bu sayede bölgedeki radyasyon ve mutantlar ne Düzencilerin ne de Düzen Karşıtları’nın bulunduğu bölgelere sızamıyordu. Ancak elektirikli kürenin kumandasını elinde bulunduran Düzenciler bu durumu bir koz olarak kullandılar.
İşte bütün bu teknolojik gelişmeler ve bilgi nakli gibi yenilikler Düzencilerin kurduğu ve yönettiği mega ülkede meydana geldi. Düzenciler bu mega ülkeye yine latince de aynı anlama gelen "Magna Regionem" adını verdiler. Yönetim şekli demokrasi gibi görünen bu devletin başındaki insanlar bile Prefectlere saygı duymaktadırlar. Hatta büyük kararlar alınırken önceki dönemlere dair bilgileri nedeniyle alınan kararlar Prefectlerin onayını gerektirmektedir. Ancak Prefectlerin edindiği birçok bilgi çok gizli devlet sırlarıdır.
Taraflar Savaşının üzerinden uzun zaman geçtiği için Manga Regionem toplumu bu savaşı hatırlamamaktadır. Hatırlayanların anıları ise itinayla silinmiştir. Manga Regionem’in başındakiler, Düzen Karşıtları’nın varlığına ve mutasyon olaylarına dair her türlü bilgiyi halktan saklamaktadır.
Bu bilgilere erişebilenler yalnızca Prefectler ve sınırlı sayıda yetkili kişilerdir.
Magna Regionem’de, ironik olması nedeniyle bir zamanlar ölü bir dil olan ve birçok dilin anası olan Latince konuşuluyordu. İnsanlar ailelerinin onlara verdikleri isimlerin önüne yetiştirildikleri işin ünvanlarını ve karışıklık olmaması amacıyla sonuna da bir numara alıyorlardı. Her insan beş yaşından sonra beyin taramasından geçiriliyor ve yatkın olduğu iş ve IQ su tespit edilip bu iş için yetiştiriliyordu. Toplumun sloganı "Aequalitas et Ordo" idi. Yani Eşitlik ve düzen...
Bu mesaja teşekkür edenler (5 kişi): Kawa No Uta, Tifa, Desdemona, DeNNiS-SaMa, Balera Silence
Woo-hoo! Ouff bayıldım. Sadece hikayenin background unu vermiş olsan da bu bile beni heyecanlandırmaya yetti! Lütfen ff ni bitirene kadar banlanma. Latince, Bilimkurgu ve politik kurgu... güzele benziyor. Hmm, cyberpunk ta olcak mı? Bi de yaşını merak ettim. )
@Balera Silence,
Okuduğunuz için teşkkürler, beğenmenize sevindim. Şehri cyberpunk tadında hayal ettim ben. Genel olarak da distopik takılalım beri dedim Şu sıralar on altı yaş civarlarında sürünmekteyim.
@DeNNiS-SaMa,
Okuduğunuz için teşekkürler.
1.Bölüm: Kapılar
Genel Nakil Ve Eğitim, kısaca GNE binasının en üst katına yükselen asansörün içerisindeki heyecan elle tutulabilir nitelikteydi. Asansörün mekanik sistemlerini harekete geçiren enerji, aynı zamanda bu seksen katlı gökdelenin dış cephesini aydınlatan spot ışıklarını da beslediği için, bisiklet tekerliği benzeri kentin ortasında yükselen bu heybetli yapı, Cumhuriyetin yani Magna Regionem’in diğer şehirlerden de rahatlıkla görülebilen demir, çelik ve kablolardan oluşmuş bir efsanesiydi.
Cumhuriyetin kalbi olan Cordis her zaman bu yapıyla gurur duyardı. Zaten Cordis’i metropol yapan da elbette ki nakil binasının namıydı. Ve şimdi de nakil binasının tepesine tırmanan asansörün içindeki dört kişiden üçü birbirlerine belli etmeseler bile aynı şeyi düşünüyorlardı; Yeterlilik Sınavı.
Biri ise diğerlerine aldırış etmeye tenezzül bile etmeden, kafasını asansörün bütün şehri ayaklarının altına seren camdan kenarlarına dayamış dalgınca gri bulutları izliyordu. Aslında Veesna dışarıdan bakıldığında sıradan bir genç kız gibi görünebilirdi.
Sarıya kaçan perçemli saçları, çilleri, standartlara uygun vücudu ve giydiği sade giysilerle sıradan görünmeye özellikle dikkat ediyormuş gibi bir havası vardı. Fakat bu sanrıya kapılmak gerçekleri sonradan öğrenenler için kendilerini oldukça aptal hissettirebilirdi.
Fakat Veesna’nın yanında endişeli bir surat ifadesiyle dudaklarını kemiren genç adam “gerçekten” sıradanın oldukça dışında bir görüntüye sahipti. Molere morumsu siyah kıvırcık saçları, içlerinde kendini beğenmişlik okunan büyük ve uzun kirpikli gözleri ve yaşıtlarına göre biraz daha yapılı vücuduyla sayesinde başını her türlü beladan kurtarabilecek yeryüzüne inmiş bir meleğin saflığını temsil eden bir heykele benziyordu. Giydiği altın işlemeli siyah takım da iddialı davranışlarıyla paralel bir uyum içerisindeydi.
Asansörün sonuncu kata vardığını bildiren metalik unisex ses, Veesna’nın başını camdan kaldırıp ifadesiz bir yüzle kapıya doğru yönelmesine neden oldu. Sırtında eğitmeninin gözlerini hissedebiliyordu. On yılını harcadığı, uğruna bütün hayallerinden vazgeçtiği ve yıllarca eğitimini aldığı bu iş, bugün söyleyeceği tek bir yanlış sözcükle sona erebilirdi. Böyle bir şey olması durumunda ne yapacağını hayal bile edemiyordu Veesna. Yıllarca koşullandırıldığı tek şey buydu. Bir Prefect olmak.
En sonunda herkes asansörü boşalttığında, kapılar usulca kapandı. Ancak Veesna dikkatini arkasında kapanan değil, önünde yükselen kapıya yöneltmişti. Neredeyse her konutta bulabileceğiz türden hidroelektrikle çalışan buhar basınçlı kapılardandı bu kapı da. Ancak boyutu ve içine açıldığı yer bakımından kainatta eşine benzerine rastlanmayan bilgilerle donatılmıştı.
Bir yüzyılda sabitlenmiş insan ömrünün yüz katı daha yaşlıydı bu kapının ardındakiler. Ve her yüzyılda bu kapılardan geçebilmek sadece iki ölümlüye nasip olurdu. Bu iki ölümlü hayatlarını değiştirecek tek adımı atarken, aynı zamanda yüce bir ulusun, birleşmiş insanlığın tüm tarihsel yükünü de omuzlarına alırlardı. Bu bir ayrıcalıktı, aynı zamanda da bir lanet. En azından Veesna böyle düşünüyordu.
Molere’in suratında ise kibrin notaları yankılanıyor, gözlerinden sonsuz bir kendine güven okunuyordu. Veesna bu konuda bir yorum yapmadı. Molere’in bu hallerine alışıktı. İkisi de beş yaşından itibaren yan yana ve aynı koşullarda büyütülmüştü. Ancak ikisinin de birbirlerinden bu kadar zıt karakterli oluşları ilk bakışta dikkat çekerdi. Bakıcıları bile bu duruma şaşırmışlardı.
Veesna hep iddiasız bir çocuktu. Sessiz fakat müthiş bir gözlem yeteneğine sahipti. Bir Prefect olarak eğitilmek üzere seçilmesinin tek nedeni olması gerektiği gibi sınırlarını zorlayan bir IQ seviyesine sahip olması değil, aynı zamanda bastırılmış hırslarla dolu ve kafasına koyduğunu uygulamaktan çekinmeyen bir çocuk olmasından kaynaklanıyordu. Veesna çevresine hep siyah bir dumanla kaplıymışçasına bilinmezlik sinyalleri yayardı. Zekanın ve umursamazlığın okunduğu güçlü gözleri, insanların kendisine bakmaktan korkmasına neden olurdu. Bu yüzden yalnız ve anlaşılmaz bir genç kadına dönüşmüştü.
Molere ise Veesna’nın zıttı, istediği şeyleri elde edebilmek için cazibesini kullanmak konusunda uzman, şımartılmayı seven ve özgüveni çoğu zaman sağduyusunu bastıran bir çocuktu küçükken. Onda şeytan tüyü vardı. Bakıcıların göz bebeği, şirin ve zeki Molere’di o. Şimdi ise Molere bunun çok ötesinde, güçlü ve karşı konulamazdı. Onun IQ seviyesi Veesna’dan sadece bir puan düşük ya da çevresi kendisine hayran kişilerle dolu olsa da Molere yanında duran genç kadını her zaman kıskanmıştı.
Şimdi bu iki karşıt çırak gerçek rütbelerini almak için yan yana geldikleri bu kapının önünde tüm düşüncelerden soyutlanmış halde kabullerini bekliyorlardı. Eğitmenleri artık yanlarında değildi. İçeridekiler onların rütbelerini aşan bir gizliliğe sahipti.
Molere yavaşça kıpırdanıp dayanamayarak sessizliği bozdu. “O ihtiyar bunaklar bize neler soracaklar acaba?”
Veesna cevap vermedi. Yanıtını bilmediği soruları cevaplamak ona göre de değildi zaten. Molere onun bu huyuna alışık olduğundan cevap vermemesine aldırmayarak tekrar konuştu.
“İddiaya varım bunu senden önce bitireceğim.” Bunu söylerken bir yandan da ona bir çocuk ifadesi katan çarpık gülümsemesi belirmişti yüzünde.
Veesna da alayla gülümsedi. “On yıldır her gün aynı şeyi söylüyorsun ve bugüne kadar da sözlerden öteye gidemedin Molere.”
Genç adam gülümseyişini bozmadan cevapladı. “Her şeyin bir ilki vardır.”
Bu küçük konuşmaları ise önlerindeki kapının mekanik bir ses çıkararak hareket etmeye başlamasıyla yarıda kesildi. Kapını ardından göz alıcı bir ışık süzmesi dışarıya sızıyordu.
“Bu ışığı gördün mü işin içinde bir iş var demektir zaten.” diye söylendi Molere kendi kendine.
Sonrasında ise kulaklarına dolan ses adeta vücutlarında dolaşıp, içlerine işledi. “Her şeyin başladığı ve son bulacağı yere hoş geldiniz Prefect adayları.”
Okuduğunuz için teşkkürler, beğenmenize sevindim. Şehri cyberpunk tadında hayal ettim ben. Genel olarak da distopik takılalım beri dedim Şu sıralar on altı yaş civarlarında sürünmekteyim.
@DeNNiS-SaMa,
Okuduğunuz için teşekkürler.
1.Bölüm: Kapılar
Genel Nakil Ve Eğitim, kısaca GNE binasının en üst katına yükselen asansörün içerisindeki heyecan elle tutulabilir nitelikteydi. Asansörün mekanik sistemlerini harekete geçiren enerji, aynı zamanda bu seksen katlı gökdelenin dış cephesini aydınlatan spot ışıklarını da beslediği için, bisiklet tekerliği benzeri kentin ortasında yükselen bu heybetli yapı, Cumhuriyetin yani Magna Regionem’in diğer şehirlerden de rahatlıkla görülebilen demir, çelik ve kablolardan oluşmuş bir efsanesiydi.
Cumhuriyetin kalbi olan Cordis her zaman bu yapıyla gurur duyardı. Zaten Cordis’i metropol yapan da elbette ki nakil binasının namıydı. Ve şimdi de nakil binasının tepesine tırmanan asansörün içindeki dört kişiden üçü birbirlerine belli etmeseler bile aynı şeyi düşünüyorlardı; Yeterlilik Sınavı.
Biri ise diğerlerine aldırış etmeye tenezzül bile etmeden, kafasını asansörün bütün şehri ayaklarının altına seren camdan kenarlarına dayamış dalgınca gri bulutları izliyordu. Aslında Veesna dışarıdan bakıldığında sıradan bir genç kız gibi görünebilirdi.
Sarıya kaçan perçemli saçları, çilleri, standartlara uygun vücudu ve giydiği sade giysilerle sıradan görünmeye özellikle dikkat ediyormuş gibi bir havası vardı. Fakat bu sanrıya kapılmak gerçekleri sonradan öğrenenler için kendilerini oldukça aptal hissettirebilirdi.
Fakat Veesna’nın yanında endişeli bir surat ifadesiyle dudaklarını kemiren genç adam “gerçekten” sıradanın oldukça dışında bir görüntüye sahipti. Molere morumsu siyah kıvırcık saçları, içlerinde kendini beğenmişlik okunan büyük ve uzun kirpikli gözleri ve yaşıtlarına göre biraz daha yapılı vücuduyla sayesinde başını her türlü beladan kurtarabilecek yeryüzüne inmiş bir meleğin saflığını temsil eden bir heykele benziyordu. Giydiği altın işlemeli siyah takım da iddialı davranışlarıyla paralel bir uyum içerisindeydi.
Asansörün sonuncu kata vardığını bildiren metalik unisex ses, Veesna’nın başını camdan kaldırıp ifadesiz bir yüzle kapıya doğru yönelmesine neden oldu. Sırtında eğitmeninin gözlerini hissedebiliyordu. On yılını harcadığı, uğruna bütün hayallerinden vazgeçtiği ve yıllarca eğitimini aldığı bu iş, bugün söyleyeceği tek bir yanlış sözcükle sona erebilirdi. Böyle bir şey olması durumunda ne yapacağını hayal bile edemiyordu Veesna. Yıllarca koşullandırıldığı tek şey buydu. Bir Prefect olmak.
En sonunda herkes asansörü boşalttığında, kapılar usulca kapandı. Ancak Veesna dikkatini arkasında kapanan değil, önünde yükselen kapıya yöneltmişti. Neredeyse her konutta bulabileceğiz türden hidroelektrikle çalışan buhar basınçlı kapılardandı bu kapı da. Ancak boyutu ve içine açıldığı yer bakımından kainatta eşine benzerine rastlanmayan bilgilerle donatılmıştı.
Bir yüzyılda sabitlenmiş insan ömrünün yüz katı daha yaşlıydı bu kapının ardındakiler. Ve her yüzyılda bu kapılardan geçebilmek sadece iki ölümlüye nasip olurdu. Bu iki ölümlü hayatlarını değiştirecek tek adımı atarken, aynı zamanda yüce bir ulusun, birleşmiş insanlığın tüm tarihsel yükünü de omuzlarına alırlardı. Bu bir ayrıcalıktı, aynı zamanda da bir lanet. En azından Veesna böyle düşünüyordu.
Molere’in suratında ise kibrin notaları yankılanıyor, gözlerinden sonsuz bir kendine güven okunuyordu. Veesna bu konuda bir yorum yapmadı. Molere’in bu hallerine alışıktı. İkisi de beş yaşından itibaren yan yana ve aynı koşullarda büyütülmüştü. Ancak ikisinin de birbirlerinden bu kadar zıt karakterli oluşları ilk bakışta dikkat çekerdi. Bakıcıları bile bu duruma şaşırmışlardı.
Veesna hep iddiasız bir çocuktu. Sessiz fakat müthiş bir gözlem yeteneğine sahipti. Bir Prefect olarak eğitilmek üzere seçilmesinin tek nedeni olması gerektiği gibi sınırlarını zorlayan bir IQ seviyesine sahip olması değil, aynı zamanda bastırılmış hırslarla dolu ve kafasına koyduğunu uygulamaktan çekinmeyen bir çocuk olmasından kaynaklanıyordu. Veesna çevresine hep siyah bir dumanla kaplıymışçasına bilinmezlik sinyalleri yayardı. Zekanın ve umursamazlığın okunduğu güçlü gözleri, insanların kendisine bakmaktan korkmasına neden olurdu. Bu yüzden yalnız ve anlaşılmaz bir genç kadına dönüşmüştü.
Molere ise Veesna’nın zıttı, istediği şeyleri elde edebilmek için cazibesini kullanmak konusunda uzman, şımartılmayı seven ve özgüveni çoğu zaman sağduyusunu bastıran bir çocuktu küçükken. Onda şeytan tüyü vardı. Bakıcıların göz bebeği, şirin ve zeki Molere’di o. Şimdi ise Molere bunun çok ötesinde, güçlü ve karşı konulamazdı. Onun IQ seviyesi Veesna’dan sadece bir puan düşük ya da çevresi kendisine hayran kişilerle dolu olsa da Molere yanında duran genç kadını her zaman kıskanmıştı.
Şimdi bu iki karşıt çırak gerçek rütbelerini almak için yan yana geldikleri bu kapının önünde tüm düşüncelerden soyutlanmış halde kabullerini bekliyorlardı. Eğitmenleri artık yanlarında değildi. İçeridekiler onların rütbelerini aşan bir gizliliğe sahipti.
Molere yavaşça kıpırdanıp dayanamayarak sessizliği bozdu. “O ihtiyar bunaklar bize neler soracaklar acaba?”
Veesna cevap vermedi. Yanıtını bilmediği soruları cevaplamak ona göre de değildi zaten. Molere onun bu huyuna alışık olduğundan cevap vermemesine aldırmayarak tekrar konuştu.
“İddiaya varım bunu senden önce bitireceğim.” Bunu söylerken bir yandan da ona bir çocuk ifadesi katan çarpık gülümsemesi belirmişti yüzünde.
Veesna da alayla gülümsedi. “On yıldır her gün aynı şeyi söylüyorsun ve bugüne kadar da sözlerden öteye gidemedin Molere.”
Genç adam gülümseyişini bozmadan cevapladı. “Her şeyin bir ilki vardır.”
Bu küçük konuşmaları ise önlerindeki kapının mekanik bir ses çıkararak hareket etmeye başlamasıyla yarıda kesildi. Kapını ardından göz alıcı bir ışık süzmesi dışarıya sızıyordu.
“Bu ışığı gördün mü işin içinde bir iş var demektir zaten.” diye söylendi Molere kendi kendine.
Sonrasında ise kulaklarına dolan ses adeta vücutlarında dolaşıp, içlerine işledi. “Her şeyin başladığı ve son bulacağı yere hoş geldiniz Prefect adayları.”
Bu mesaja teşekkür edenler (2 kişi): Kawa No Uta, Desdemona
Oha 16. yaşına göre çok iyi. ben de yazarım ama be kadar iyi olduğu tartışılır. Cinsiyet? İsim?
Ayriyetten, devamını 44 gözle bekliyorumm. )Cyberpunk a bayılırım.
Ayriyetten, devamını 44 gözle bekliyorumm. )Cyberpunk a bayılırım.
okudum cok ıyı gıdıyorsn ancak molere nın sonda bu ısın icinde bla bla cumlesı hıc hosuma gıtmedı resmen anımelerde turkce cevırılerdekı sacmalıklar geldı aklıma alınmada daha cool bı sey seceblrdn bıraz alaturka cumle gıbı
wwwoooowww!!! çok beğendim kurgun çok iyi yaratıcısın harikasın takipçinim
*TRUST&BETRAYAL*
[img]http://www.imgplace.com/[/img]
[img]http://www.imgplace.com/[/img]
1. sayfa (Toplam 1 sayfa) [ 10 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |