Vampir'in Hediyesi-4.bölüm Sayfaya git: 1, 2, 3 ... 5, 6, 7, Sonraki |
Yazar
Mesaj
Yepyeni bir hikaye, daha 10-15 dk önce yazdım ve sıcağı sıcağına heyecanla sizlerle paylşmak istedim..Uamarım Beğenirsiniz.. Değişik bişi olck sanırım
---------------------------------------------------------------
Olması çok zor olan olaylara ne deniyordu? İmkansız.. Peki ya bu imkansız gözüyle bakılan olaylar gerçekleşirse buna ne deniyordu? Mucize değil mi?..
Evet, az önce bu son dediğim olay gerçekleşti bir mucize oldu, ve ben ölmekten son dakikada kurtuldum. Ama kardeşimi, kuzenimi ve en yakın arkadaşımı da kaybettim. Hepsi öldüler, başka bir dünyaya göç ettiler ve beni burada tek başıma bıraktılar. “Sonsuz” ve zorunlu bir yalnızlığa…
Bir Hafta Öncesi;
Sanova’nın günlüğünden
Adım Sanova, yaşım yirmi, güzelim, keskin mavi gözlere ve koyu kahve dalgalı saçlara sahibim, upuzun güzel saçlara… İnsanlara neşe ve ışık saçan
bir görünümüm, delidolu bir kişiliğim ve hayat dolu bir kalbim var, attığı her saniyenin değerini biliyorum ve ona göre yaşıyorum, saatin her tik tak edişi benim ömrümden kopup giden ve bir daha geri dönmeyecek bir dilim gibi sanki… Bir haftalığına sakin, herkeslerden uzak ve ormanlık bir alanda olan arkadaşımın evine geldim. Biraz kafamı dinlemek istediğim için geldim daha çok… Çünkü okulum daha yeni bitti ve iş hayatına hemen atılmaktansa şöyle sessiz, güzel bir tatil geçirmek istedim.Şu an üç katlı, lüks özel korumalı(arkadaşım evin çevresinde kurt adamlar ve vampirlerin olduğunu iddia ediyor da…) harika bir evdeyim, ev mi? Şato demek daha doğru olur. Yanımda kardeşimle kuzenimi de getirdim. Ben ve kardeşim öksüzüz, kuzeniminse nerde olduğunu umursamayacak tarzda ebeveynleri var. Yani her ikisi de bana emanet. Çok küçük olmasalar da sonuçta ben onların ablasıyım. Arkadaşım gerçekten çok zengin, evde onunla yaşayan hizmetlilere de izin verdik. Aslında evin zırhlı gibi olması her ne kadar vampirlerden olmasa da ormandaki vahşi hayvanlara ve kötü insanlara karşı içimizde bir güven oluşturuyor. Diyeceksiniz ki arkadaşının yani Mandela’nın o yerde ne işi var? Neden öyle bir yerde yaşıyor? Mandela bir ot bilimcisi zehirli ve etobur gibi daha korkunç şeylerin merakçısı desek daha doğru olur. Mandela her ne kadar uzaktan kısa boylu, zayıf çelimsiz bir şey gibi görünse de aslında o koca gözlüklerinin altında muhteşem renk değiştiren ela gözleri, biçimli burnu, şeffaf denilebilecek kadar beyaz teniyle kendine has bi çekiciliğe sahip. Tabi beline kadar uzanan siyah saçları da göz ardı etmemek lazım, çok sağlıklılar e o kadar bakıma gayet doğal. Onun herkeslerden uzak yaşamına uzaktan ilkel gözüyle bakanlar yakından ne kadar kıskanacaklarını asla tahmin bile edemezler.
---------------------------------------------------------------
Olması çok zor olan olaylara ne deniyordu? İmkansız.. Peki ya bu imkansız gözüyle bakılan olaylar gerçekleşirse buna ne deniyordu? Mucize değil mi?..
Evet, az önce bu son dediğim olay gerçekleşti bir mucize oldu, ve ben ölmekten son dakikada kurtuldum. Ama kardeşimi, kuzenimi ve en yakın arkadaşımı da kaybettim. Hepsi öldüler, başka bir dünyaya göç ettiler ve beni burada tek başıma bıraktılar. “Sonsuz” ve zorunlu bir yalnızlığa…
Bir Hafta Öncesi;
Sanova’nın günlüğünden
Adım Sanova, yaşım yirmi, güzelim, keskin mavi gözlere ve koyu kahve dalgalı saçlara sahibim, upuzun güzel saçlara… İnsanlara neşe ve ışık saçan
bir görünümüm, delidolu bir kişiliğim ve hayat dolu bir kalbim var, attığı her saniyenin değerini biliyorum ve ona göre yaşıyorum, saatin her tik tak edişi benim ömrümden kopup giden ve bir daha geri dönmeyecek bir dilim gibi sanki… Bir haftalığına sakin, herkeslerden uzak ve ormanlık bir alanda olan arkadaşımın evine geldim. Biraz kafamı dinlemek istediğim için geldim daha çok… Çünkü okulum daha yeni bitti ve iş hayatına hemen atılmaktansa şöyle sessiz, güzel bir tatil geçirmek istedim.Şu an üç katlı, lüks özel korumalı(arkadaşım evin çevresinde kurt adamlar ve vampirlerin olduğunu iddia ediyor da…) harika bir evdeyim, ev mi? Şato demek daha doğru olur. Yanımda kardeşimle kuzenimi de getirdim. Ben ve kardeşim öksüzüz, kuzeniminse nerde olduğunu umursamayacak tarzda ebeveynleri var. Yani her ikisi de bana emanet. Çok küçük olmasalar da sonuçta ben onların ablasıyım. Arkadaşım gerçekten çok zengin, evde onunla yaşayan hizmetlilere de izin verdik. Aslında evin zırhlı gibi olması her ne kadar vampirlerden olmasa da ormandaki vahşi hayvanlara ve kötü insanlara karşı içimizde bir güven oluşturuyor. Diyeceksiniz ki arkadaşının yani Mandela’nın o yerde ne işi var? Neden öyle bir yerde yaşıyor? Mandela bir ot bilimcisi zehirli ve etobur gibi daha korkunç şeylerin merakçısı desek daha doğru olur. Mandela her ne kadar uzaktan kısa boylu, zayıf çelimsiz bir şey gibi görünse de aslında o koca gözlüklerinin altında muhteşem renk değiştiren ela gözleri, biçimli burnu, şeffaf denilebilecek kadar beyaz teniyle kendine has bi çekiciliğe sahip. Tabi beline kadar uzanan siyah saçları da göz ardı etmemek lazım, çok sağlıklılar e o kadar bakıma gayet doğal. Onun herkeslerden uzak yaşamına uzaktan ilkel gözüyle bakanlar yakından ne kadar kıskanacaklarını asla tahmin bile edemezler.
durmak yok yola devöm okudum çok ilginç ve güzel geldi yazarsan devam ederim okumaya
[Bağlantı]
fan art sayfam
fan art sayfam
26 Tem 2008 10:09
2. kısmı, yazarın ağzından.. umarım beğenirsiniz ..
Mandela bağırdı; “Bu ne ya? Bir çeşit köstebeğe benziyor.Nasıl girdin sen buraya?” derken kaşlarını indirmiş, şefkatle kirpiye benzettiği cismi inceliyordu. Gittikçe yakınlaştı ve yavaşça masanın üstünde bulduğu kalemlerden birini alıp ona dokundu. Mandela’nın ne yapacağı belli olmuyordu ve sinirli bir kişiliğe sahipti. Ama kimse onu bu huyu için suçlayamazdı ve değiştirmeye çalışmazdı. Kız konuşacak birilerini bulduğu anda o ana kadar doldurduğu sinir küpünü adeta kusuyordu, bütün enerjisini adım adım boşaltıyordu. Onu tanımayan birisi ona fena halde sinir olabilirdi ve bir süre sonrada onu öldürmek isteyeceği aşikardı. Karina, Mandela’nın kendi tokasına sanki çok önemli bir şeymiş gibi hassasça yaklaşmasını ve dokunması görünce şok oldu. On yedi yaşındaki genç kız girdiği gülme krizinden sonunda çıkabilip “Hayret bir şeysin Mand, iki dakikada tokamla nasıl bir ilişki kurdun.” demeyi başarabildi. Mandela onu duymadı bile, o kadar yoğunlaşmıştı “kirpiye” (: Sonra üst kattaki odalardan birinden “KUZEN NERDESİN HEMEN BURAYAA GELLL!!!”. Karina hemen şu gülme havalarından kurtulup “Yine ne yaptım acaba?” diye düşünürken birden terlediğini fark etti ve şu saçmalığa bir son vermek için tokasını hızla alıp jet gibi merdivenleri tırmalamaya koyuldu. Sanova ablasının azabı, şeytanınkinden sonra en korktuğuydu. Karina tanrı inancına sahip değildi. Ne de olsa herkes neye tapmak isteğinde özgürdü. Sanova’yla aralarında sadece üç yaş olmasına ve Karina’nın hiçbir zaman karşısında beş yaş büyük biri bile olsa ona abla veya ağabey gibi bir hitap biçimiyle havalara sokacak tipten biri olmamasına karşın ona demek zorundaydı. Gerçekten Sanova’dan korkulurdu. Kız Uzakdoğu sporlarında dehşetti, “hıyaa haa..” demesiyle kendini yerde bulurdun. En kötüsü ise sivri dili ve her zaman hazır cevaplılığa hazır konumda bulunan çenesiydi.
“Ne yaptığınızı zannediyorsunuz siz? Hemen şu an başka biri olsaydı bizi kapı dışarı eder ve ölüme terk ederdi. Bakın Karin, Mahnt(Sanova’nın on sekiz yaşındaki erkek kardeşi.) bunlar oyuncak değil, onları işkence ederek öldüremezsiniz.” Gittikçe sakinleşen bir ses tonuyla söylüyordu bunları. Çocukların öldürdüğü şey ise sadece Sa len-mas ormanlarında bulunan küçük jelibonlara benzeyen doğaüstü yaratıklardı, daha milyonlarcası vardı ormanda ve Karina’yla Mahnt’te onların delirtecek seviyede sürekli çıkardıkları tiz çığlıklara dayanamamış adeta onlardan intikam alırmışçasına bir tenekede son ses iğrenç gürültülü bir şarkıya devamlı başa dönecek bir şekilde ayarlanmış müzik çalarla yalnız bırakmışlardı. Mirinler(Bahsedilen doğaüstü yaratıkların tümüne verilen ad.) o sesle duvarlara çarpa çarpa havasızlıktan ölmüşlerdi. Çoğu insanın gözünde bunlar böcek gibi önemsiz, yaşaması bile çok saçma ve gereksiz olan hayvanlardı. Bazıları Mirinleri hayvan sınıfına bile koymuyordu. Hatta Karin gibi zaten Tanrı’nın varlığını sorgulayanlar iyice bunlardan nefret ediyordu belki de onların varlığı gözlerini korkutuyor ve böyle şeyler yaparak kendilerini kandırıyorlardı. Bir Mirin topluluğunu aslında eve hapsetmek yasak bir şeydi ancak Mandela işi gereği bunları incelemek için izinliydi. Mandela otların yanında otlarla beslenen garip şeylerle de ilgileniyordu örneğin Mirin gibi şeylere… Peki ya bazı insanlar neden onların adını bile ağızlarına almak istemiyordu? Çünkü korkuyorlardı; rahatları bozulacak, dünyanın dengesi altüst olacak diye ödleri kopuyordu. Oysaki bu sevimli yaratıkların üç santimetrelik küçük yeşil, kırmızı ve mor tonlarında insan görünümünde ve anatomik ve beyin yapısıyla da bizlere çok benzer olmasından ve binlerce yıldır sadece çığlıklarını daha aza veya yukarı çıkarmayı öğrenebildiklerinden başka ne suçları vardı ki?.. He birde her Mirinin kendi boyu kadar yukarı UÇABİLMESİNDEN…
Mandela bağırdı; “Bu ne ya? Bir çeşit köstebeğe benziyor.Nasıl girdin sen buraya?” derken kaşlarını indirmiş, şefkatle kirpiye benzettiği cismi inceliyordu. Gittikçe yakınlaştı ve yavaşça masanın üstünde bulduğu kalemlerden birini alıp ona dokundu. Mandela’nın ne yapacağı belli olmuyordu ve sinirli bir kişiliğe sahipti. Ama kimse onu bu huyu için suçlayamazdı ve değiştirmeye çalışmazdı. Kız konuşacak birilerini bulduğu anda o ana kadar doldurduğu sinir küpünü adeta kusuyordu, bütün enerjisini adım adım boşaltıyordu. Onu tanımayan birisi ona fena halde sinir olabilirdi ve bir süre sonrada onu öldürmek isteyeceği aşikardı. Karina, Mandela’nın kendi tokasına sanki çok önemli bir şeymiş gibi hassasça yaklaşmasını ve dokunması görünce şok oldu. On yedi yaşındaki genç kız girdiği gülme krizinden sonunda çıkabilip “Hayret bir şeysin Mand, iki dakikada tokamla nasıl bir ilişki kurdun.” demeyi başarabildi. Mandela onu duymadı bile, o kadar yoğunlaşmıştı “kirpiye” (: Sonra üst kattaki odalardan birinden “KUZEN NERDESİN HEMEN BURAYAA GELLL!!!”. Karina hemen şu gülme havalarından kurtulup “Yine ne yaptım acaba?” diye düşünürken birden terlediğini fark etti ve şu saçmalığa bir son vermek için tokasını hızla alıp jet gibi merdivenleri tırmalamaya koyuldu. Sanova ablasının azabı, şeytanınkinden sonra en korktuğuydu. Karina tanrı inancına sahip değildi. Ne de olsa herkes neye tapmak isteğinde özgürdü. Sanova’yla aralarında sadece üç yaş olmasına ve Karina’nın hiçbir zaman karşısında beş yaş büyük biri bile olsa ona abla veya ağabey gibi bir hitap biçimiyle havalara sokacak tipten biri olmamasına karşın ona demek zorundaydı. Gerçekten Sanova’dan korkulurdu. Kız Uzakdoğu sporlarında dehşetti, “hıyaa haa..” demesiyle kendini yerde bulurdun. En kötüsü ise sivri dili ve her zaman hazır cevaplılığa hazır konumda bulunan çenesiydi.
“Ne yaptığınızı zannediyorsunuz siz? Hemen şu an başka biri olsaydı bizi kapı dışarı eder ve ölüme terk ederdi. Bakın Karin, Mahnt(Sanova’nın on sekiz yaşındaki erkek kardeşi.) bunlar oyuncak değil, onları işkence ederek öldüremezsiniz.” Gittikçe sakinleşen bir ses tonuyla söylüyordu bunları. Çocukların öldürdüğü şey ise sadece Sa len-mas ormanlarında bulunan küçük jelibonlara benzeyen doğaüstü yaratıklardı, daha milyonlarcası vardı ormanda ve Karina’yla Mahnt’te onların delirtecek seviyede sürekli çıkardıkları tiz çığlıklara dayanamamış adeta onlardan intikam alırmışçasına bir tenekede son ses iğrenç gürültülü bir şarkıya devamlı başa dönecek bir şekilde ayarlanmış müzik çalarla yalnız bırakmışlardı. Mirinler(Bahsedilen doğaüstü yaratıkların tümüne verilen ad.) o sesle duvarlara çarpa çarpa havasızlıktan ölmüşlerdi. Çoğu insanın gözünde bunlar böcek gibi önemsiz, yaşaması bile çok saçma ve gereksiz olan hayvanlardı. Bazıları Mirinleri hayvan sınıfına bile koymuyordu. Hatta Karin gibi zaten Tanrı’nın varlığını sorgulayanlar iyice bunlardan nefret ediyordu belki de onların varlığı gözlerini korkutuyor ve böyle şeyler yaparak kendilerini kandırıyorlardı. Bir Mirin topluluğunu aslında eve hapsetmek yasak bir şeydi ancak Mandela işi gereği bunları incelemek için izinliydi. Mandela otların yanında otlarla beslenen garip şeylerle de ilgileniyordu örneğin Mirin gibi şeylere… Peki ya bazı insanlar neden onların adını bile ağızlarına almak istemiyordu? Çünkü korkuyorlardı; rahatları bozulacak, dünyanın dengesi altüst olacak diye ödleri kopuyordu. Oysaki bu sevimli yaratıkların üç santimetrelik küçük yeşil, kırmızı ve mor tonlarında insan görünümünde ve anatomik ve beyin yapısıyla da bizlere çok benzer olmasından ve binlerce yıldır sadece çığlıklarını daha aza veya yukarı çıkarmayı öğrenebildiklerinden başka ne suçları vardı ki?.. He birde her Mirinin kendi boyu kadar yukarı UÇABİLMESİNDEN…
1. sayfa (Toplam 7 sayfa) [ 66 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |