Half Blood [melez] Sayfaya git: 1, 2, 3 ... 5, 6, 7, Sonraki |
|
Yazar
Mesaj
uzun zamandır bir FanFic yazmak istiyordum. Umarım beğenirsiniz.
İşteee ilk FanFic'im(in ilk bölümü) :
Half Blood [Melez]
BÖLÜM 1: “3 yıl 364 gün”
Zzzzrrrrrrrr... Zzrrrrrrr...
Rüyamı bölen bu jenerik müzik, cep telefonuma kurduğum alarmın devreye girdiği, yani saatlerin 7.00'yi gösterdiğinin habercisiydi. Beynimin bu sese dayanamayacak kadar uyuştuğunu hissettiğimde zar zor ayağa kalktım, masama doğru birkaç adım sendeledim ve alarmı kapadım. Kupkuru dudaklarımı ıslatmak için banyoya doğru yürüdüm. O sırada gözüm uzun koridorun dibinde asılı duran takvime kaydı. "12 Eylül Pazartesi"... Evet, okulun ilk günüydü ama gittiğim koskoca okulun genelinden farklı olarak içimde bir kıpırtı bile hissetmiyordum. Hatta "Pazartesi"nin "P"si bile bana lanet okutmaya yeter gibiydi. Yüzümü biraz serinlettikten sonra gardırobumdan eski püskü okul formalarımı alıp bir çırpıda üstüme geçirdim, aynaya bir göz attım... Yeşil, solgun gözlerim dirseklerime kadar uzanan, hafif nemli, sarı saçlarımla yarılanmıştı. (güya)"tasarruf edip" 3 yıldır yeni etek almadığımız için simsiyah, eski eteğim üstümde kısacık duruyordu. Bir an kendimi yepyeni giysilerle hayal ettim, gözlerim buğulandı. Aslında bunların pek bir önemi yoktu... Hiçbir şeyin önemi yoktu... Önem vermeye değecek bir şey yoktu...
İçindeki kitaplardan gülle gibi olmuş çantamı zar zor omzuma geçirdim, okulun ilk günü olmasına rağmen daha uyanmamış olan abime [üniversite 3. sınıfta] bir göz atıp koca evimizin önündeki sokağa adımımı attım. Eylül’ün ilk 12 günü çok soğuk geçiyordu. Son sürat yağan yağmurdan korunma çabasıyla kitaplarımı kafamın üzerinde tutmaya başladım, lacivert hırkama sıkıca sarındım ve dişlerimin takırdamasını önlemeye çalıştım ama işe yaramıyordu. Hırka incecikti ve kitapları tutmam saçlarımın yarısını koruyabiliyordu ancak... Tam şöyle kalın, keçi postundan oluşan hayallere dalmıştım ki komşu evden çıkan bir oğlan gözüme takıldı. Okulumuzun forması vardı üstünde(benimkinden çok daha temizdi) ve yaşıtım(14) gibi görünüyordu. Çantasını omuzlamış gelirken onu şöyle bir süzdüm. Açık mavi gözleri ve aynı benim saçım gibi onları yarılayan kapkara dağınık saçlara sahipti. Şapkası yoktu ve ıslanmayı aldırmıyordu. Omzuna kadar uzanan saçları sırılsıklam olmuştu. Tam iyice dalmıştım ki bir korna sesi duyuldu, çocuk hareketlenmeye başladı. Büyük adımlarla yola doğru ilerliyordu. Yolun ucuna baktığımda neden hareketlendiğini anlayıp ben de o tarafa doğru koşmaya başladım. Servisimiz gelmişti.
Kendimi servisin içine attım ve serviste bulunan ısıyı yeterince hızla vücuduma çekmeye çabaladım. Servis ikimiz dışında bomboştu. Tabii bu servise kayıtlı olan diğer öğrencilerin anormalliğinden değildi; okulun ilk gününde herkesin anne-babası onları okula götürüyordu. Benim annem babam yoktu. Nasıl öldüklerini bilmiyordum.” Herhalde 4 yıl önceki kazadandır”… Böyle düşünmem biraz garipti, biliyorum. Şöyle açıklayabilirim; benim hatırlayabileceğim anı sayısı 3 yıl 364 gün kapsamında… Dört yıl önce bir parkın ortasında yatar halde gözlerimi açmışım. Nerde olduğumu anlamam çok uzun sürmüş ama sonra anlamışım ki Dünya’daymışım… Evet, o gün sanki Dünya’da olmamam gerekiyormuş gibi herkesi sorgulamışım. Garip ama gerçek ki, o günü de hatırlamıyorum. Bu yüzden bir kazada hafıza kaybı geçirdiğimi düşünüyorum.
Acaba çocuk neden servisteydi? Biraz duraksadıktan sonra çocuk hakkındaki varsayımlarımı tekrar gözden geçirdim. Çocuğun da annesi babası yoktur belki… ya da evinde pek değerli görülmüyordur. Bir nedeni olmalıydı ki yüzü asıktı. “Neyse” dedim kendi kendime, “beni ilgilendirmez…” İncecik, beyaz, uzun bir çift çorap dışında çıplak olan bacaklarımı ısıtmak için debelendiğim yarım saatlik bir yolculuk sonunda servisin kapısı hafif bir “ccsss” sesi ile açıldı.
Servisin etrafını sarmış küçük gölcüklerin üzerinden kaldırıma atladığımda (okulun kocaman tören alanından duyulduğu kadarıyla) İstiklal Marşı’nın ortalarına gelinmişti. Çocuk atladıktan sonra servis arkasında yoğun bir egzoz kokusu bırakarak ortadan kayboldu. Kötü kokudan öksürerek uzun çitin kapısını ittirdim--, açılmadı. Çocuk geldi itti--, o da açamadı! Bir an göz göze geldik, ikimiz de belli belirsiz gülümsedik. Gülünç bir durumdu bu… Okulun ilk günü, hala yavaşça devam eden yağmurun altında sırılsıklam halde yapayalnızdık.
Çocuk kısık sesiyle, “ Şimdi ne yapacağız?” diye sordu.
“Bilmiyorum…” dedim aynı derecede sessizlikle. O sırada aklıma bir fikir geldi, “Aslında--… her ne kadar bizim okulun kurallarına aykırı olsa da[büyük ihtimalle okula yeni gelmişti, bilmiyordu] çitlere tırmanabiliriz.
“Bu yasak mı?!” dedi şaşkınlıkla[evet, bilmiyordu.].
“Evet… Bu okulda çok acımasız kurallar ve aynı derecede acımasız cezalar vardır. Hadememiz de çok acımasızdır. Yani törene gecikmemiz için alacağımız ceza daha da ağır hale gelecek--… ama biz bu kurala karşı gelmek zorundayız...”
“Galiba…”
“Hem…” dedim usulca, “bizi yakalayamazlar öyle değil mi? Tırmandıktan sonra okul kalabalığının arasına karışırız.”
Çantalarımızı yerden aldık ve büyük gayretle çitin arkasına fırlattık. Sonra bir an birbirimize baktık ve tırmanmaya başladık. Parmaklarımızı bulduğumuz boşlukları geçiriyor, adım adım tırmanıyorduk. Sonunda çitin ucuna geldik, derin bir nefes aldık ve kendimizi yere attık. Çantalarımızın üstüne düştük, yani üstümüz fazla ıslanmadı.
Çantalarımızı yüklenmeden önce gülümseyerek, “Başardık” dedim, “Operasyonun ilk bölümü başarılı oldu.”
Sessiz sessiz güldü, “Hadi o zaman ikinci aşamaya…-” gözleri düştü “bu arada şey… adın nedir?”
Şaşırdım, “Su… Senin?”
“Tunç…”
Bir an ikimiz de duraksadık. Sonra, her yere yayılmış su gölcüklerine dikkat ederek koşmaya başladık. Kalın lacivert birer leke gibi görünen öğrenciler görevli öğretmenlerle okulun kapısına doğru ilerliyorlardı. Her iki adımda bir başka ağacın, bankın, çöp kutusunun vs. arkasına saklanarak topluluğa yetiştik. Ama topluluğun arasında kaybolmadan önce birbirimize el sallamayı da unutmadık.
Bu çocukta hayatımda daha önce sezmediğim bir sıcaklık hissetmiştim.
Kim bilir belki çekilişte aynı sınıfa düşeriz, belki de şu hatırladığım 3 yıl 364 günlük yaşamımda ilk defa önem vermeye değecek bir şey bulabilmişimdir…
İşteee ilk FanFic'im(in ilk bölümü) :
Half Blood [Melez]
BÖLÜM 1: “3 yıl 364 gün”
Zzzzrrrrrrrr... Zzrrrrrrr...
Rüyamı bölen bu jenerik müzik, cep telefonuma kurduğum alarmın devreye girdiği, yani saatlerin 7.00'yi gösterdiğinin habercisiydi. Beynimin bu sese dayanamayacak kadar uyuştuğunu hissettiğimde zar zor ayağa kalktım, masama doğru birkaç adım sendeledim ve alarmı kapadım. Kupkuru dudaklarımı ıslatmak için banyoya doğru yürüdüm. O sırada gözüm uzun koridorun dibinde asılı duran takvime kaydı. "12 Eylül Pazartesi"... Evet, okulun ilk günüydü ama gittiğim koskoca okulun genelinden farklı olarak içimde bir kıpırtı bile hissetmiyordum. Hatta "Pazartesi"nin "P"si bile bana lanet okutmaya yeter gibiydi. Yüzümü biraz serinlettikten sonra gardırobumdan eski püskü okul formalarımı alıp bir çırpıda üstüme geçirdim, aynaya bir göz attım... Yeşil, solgun gözlerim dirseklerime kadar uzanan, hafif nemli, sarı saçlarımla yarılanmıştı. (güya)"tasarruf edip" 3 yıldır yeni etek almadığımız için simsiyah, eski eteğim üstümde kısacık duruyordu. Bir an kendimi yepyeni giysilerle hayal ettim, gözlerim buğulandı. Aslında bunların pek bir önemi yoktu... Hiçbir şeyin önemi yoktu... Önem vermeye değecek bir şey yoktu...
İçindeki kitaplardan gülle gibi olmuş çantamı zar zor omzuma geçirdim, okulun ilk günü olmasına rağmen daha uyanmamış olan abime [üniversite 3. sınıfta] bir göz atıp koca evimizin önündeki sokağa adımımı attım. Eylül’ün ilk 12 günü çok soğuk geçiyordu. Son sürat yağan yağmurdan korunma çabasıyla kitaplarımı kafamın üzerinde tutmaya başladım, lacivert hırkama sıkıca sarındım ve dişlerimin takırdamasını önlemeye çalıştım ama işe yaramıyordu. Hırka incecikti ve kitapları tutmam saçlarımın yarısını koruyabiliyordu ancak... Tam şöyle kalın, keçi postundan oluşan hayallere dalmıştım ki komşu evden çıkan bir oğlan gözüme takıldı. Okulumuzun forması vardı üstünde(benimkinden çok daha temizdi) ve yaşıtım(14) gibi görünüyordu. Çantasını omuzlamış gelirken onu şöyle bir süzdüm. Açık mavi gözleri ve aynı benim saçım gibi onları yarılayan kapkara dağınık saçlara sahipti. Şapkası yoktu ve ıslanmayı aldırmıyordu. Omzuna kadar uzanan saçları sırılsıklam olmuştu. Tam iyice dalmıştım ki bir korna sesi duyuldu, çocuk hareketlenmeye başladı. Büyük adımlarla yola doğru ilerliyordu. Yolun ucuna baktığımda neden hareketlendiğini anlayıp ben de o tarafa doğru koşmaya başladım. Servisimiz gelmişti.
Kendimi servisin içine attım ve serviste bulunan ısıyı yeterince hızla vücuduma çekmeye çabaladım. Servis ikimiz dışında bomboştu. Tabii bu servise kayıtlı olan diğer öğrencilerin anormalliğinden değildi; okulun ilk gününde herkesin anne-babası onları okula götürüyordu. Benim annem babam yoktu. Nasıl öldüklerini bilmiyordum.” Herhalde 4 yıl önceki kazadandır”… Böyle düşünmem biraz garipti, biliyorum. Şöyle açıklayabilirim; benim hatırlayabileceğim anı sayısı 3 yıl 364 gün kapsamında… Dört yıl önce bir parkın ortasında yatar halde gözlerimi açmışım. Nerde olduğumu anlamam çok uzun sürmüş ama sonra anlamışım ki Dünya’daymışım… Evet, o gün sanki Dünya’da olmamam gerekiyormuş gibi herkesi sorgulamışım. Garip ama gerçek ki, o günü de hatırlamıyorum. Bu yüzden bir kazada hafıza kaybı geçirdiğimi düşünüyorum.
Acaba çocuk neden servisteydi? Biraz duraksadıktan sonra çocuk hakkındaki varsayımlarımı tekrar gözden geçirdim. Çocuğun da annesi babası yoktur belki… ya da evinde pek değerli görülmüyordur. Bir nedeni olmalıydı ki yüzü asıktı. “Neyse” dedim kendi kendime, “beni ilgilendirmez…” İncecik, beyaz, uzun bir çift çorap dışında çıplak olan bacaklarımı ısıtmak için debelendiğim yarım saatlik bir yolculuk sonunda servisin kapısı hafif bir “ccsss” sesi ile açıldı.
Servisin etrafını sarmış küçük gölcüklerin üzerinden kaldırıma atladığımda (okulun kocaman tören alanından duyulduğu kadarıyla) İstiklal Marşı’nın ortalarına gelinmişti. Çocuk atladıktan sonra servis arkasında yoğun bir egzoz kokusu bırakarak ortadan kayboldu. Kötü kokudan öksürerek uzun çitin kapısını ittirdim--, açılmadı. Çocuk geldi itti--, o da açamadı! Bir an göz göze geldik, ikimiz de belli belirsiz gülümsedik. Gülünç bir durumdu bu… Okulun ilk günü, hala yavaşça devam eden yağmurun altında sırılsıklam halde yapayalnızdık.
Çocuk kısık sesiyle, “ Şimdi ne yapacağız?” diye sordu.
“Bilmiyorum…” dedim aynı derecede sessizlikle. O sırada aklıma bir fikir geldi, “Aslında--… her ne kadar bizim okulun kurallarına aykırı olsa da[büyük ihtimalle okula yeni gelmişti, bilmiyordu] çitlere tırmanabiliriz.
“Bu yasak mı?!” dedi şaşkınlıkla[evet, bilmiyordu.].
“Evet… Bu okulda çok acımasız kurallar ve aynı derecede acımasız cezalar vardır. Hadememiz de çok acımasızdır. Yani törene gecikmemiz için alacağımız ceza daha da ağır hale gelecek--… ama biz bu kurala karşı gelmek zorundayız...”
“Galiba…”
“Hem…” dedim usulca, “bizi yakalayamazlar öyle değil mi? Tırmandıktan sonra okul kalabalığının arasına karışırız.”
Çantalarımızı yerden aldık ve büyük gayretle çitin arkasına fırlattık. Sonra bir an birbirimize baktık ve tırmanmaya başladık. Parmaklarımızı bulduğumuz boşlukları geçiriyor, adım adım tırmanıyorduk. Sonunda çitin ucuna geldik, derin bir nefes aldık ve kendimizi yere attık. Çantalarımızın üstüne düştük, yani üstümüz fazla ıslanmadı.
Çantalarımızı yüklenmeden önce gülümseyerek, “Başardık” dedim, “Operasyonun ilk bölümü başarılı oldu.”
Sessiz sessiz güldü, “Hadi o zaman ikinci aşamaya…-” gözleri düştü “bu arada şey… adın nedir?”
Şaşırdım, “Su… Senin?”
“Tunç…”
Bir an ikimiz de duraksadık. Sonra, her yere yayılmış su gölcüklerine dikkat ederek koşmaya başladık. Kalın lacivert birer leke gibi görünen öğrenciler görevli öğretmenlerle okulun kapısına doğru ilerliyorlardı. Her iki adımda bir başka ağacın, bankın, çöp kutusunun vs. arkasına saklanarak topluluğa yetiştik. Ama topluluğun arasında kaybolmadan önce birbirimize el sallamayı da unutmadık.
Bu çocukta hayatımda daha önce sezmediğim bir sıcaklık hissetmiştim.
Kim bilir belki çekilişte aynı sınıfa düşeriz, belki de şu hatırladığım 3 yıl 364 günlük yaşamımda ilk defa önem vermeye değecek bir şey bulabilmişimdir…
Çok güzel başlamışsın.. Ama bir yeri anlamadım. Kız hafıza kaybı yaşadım herhalde diyor... kendimi Dünya'da buldum falan diyor... Bu abi olayı nerden çıkıyor peki.. Ya da ben yanlış anladım. O'nun dışında beğendim okumaya çalışacağım...
1. sayfa (Toplam 7 sayfa) [ 65 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |