Ölüm (yeni bölüm geldi!) Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3 ... 6, 7, 8, 9, Sonraki |
Yazar
Mesaj
aa hepsini birden şimdi okudum, devamı nerde bunn! tanrım çok beğendm ben ya. devam devam *o*
paranoid.konata@windowslive.com ekleyeblrsn sorun yok ^___^
13 Oca 2009 19:25
hııımmm okudum .....okumaya başladığım herrkess o kadar uzun sürelerde yazıyo ki yeni bölümleri neyi okuduğumu unutuyorum bn .....
trt dizisi gibi sade ve anlamlı yapmacıklıktan uzak ama merak uyandırıcı ve....
devamı ortalıklarda olmayan bir ff gerisi yok aynı yeni bölüm gibi......
not: 4 ay sonra sene-i devriyesi olacak ama hala yeni bölümmm yok ....
trt dizisi gibi sade ve anlamlı yapmacıklıktan uzak ama merak uyandırıcı ve....
devamı ortalıklarda olmayan bir ff gerisi yok aynı yeni bölüm gibi......
not: 4 ay sonra sene-i devriyesi olacak ama hala yeni bölümmm yok ....
Nemesis Divinaya sonsuz tesekkürlerimi sunarım ....cici kyo'm seviyorum seni...
_______________________
Yeniden merhaba arkadaşlar =D Uzun bir süre ortalarda yoktum.. Ki lys çalışmaları yüzünden yaza kadar da pek olmıycam.. Burayı da unutmuşum tesadüfen buldum bu hikayemi tekrar okudum ve devam edesim geldi =D Neyse uygun bi zamanda yeni bölüm yazmaya çalışıcam özür dilerim herkesten ^^'
Bu Fanfic =)
Bu Fan Art =)
Bu da cynthia witthoft:
xD
Bu Fan Art =)
Bu da cynthia witthoft:
xD
Hücremin sağ üst köşesindeki küçük camdan gelen güneş ışınlarının gözlerimi kamaştırması uyanmamı sağladı. Hala uykum vardı ama ne ışık ne de yattığım kanepenin sertliği uyumama izin vermeyeceğe benziyordu. Kafamı kaldırıp odaya şöyle bir baktım. Boyasız gri duvarlarındaki çatlaklıklar dışında odada dikkat çekecek hiçbir şey yoktu. Bu oda ya tuvalet olurdu ya da birkaç eşya koymak amacıyla kullanılırdı. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirdim; hiçbir kaçık bu odada yatılı kalmazdı.
Kahvaltılık bir şeyler atıştırmak için kalktım. Kapıyı açmamla oturma odasından pis bir koku yayıldı. İstemsizce yüzümü buruşturdum. Eniştem oturma odasındaki kanepenin üzerinde ağzı açık bira şişeleriyle birlikte horulduyordu. Bu son 16 yıl içinde gördüğüm en iğrenç görüntü olmalıydı. Bu evde olabildiğince az durmalıydım yoksa ben de içimdeki katille birlikte koku vesilesiyle mezarı boylardım.
Eniştem üç dört saatten önce uyanmayacağa benziyordu. Ben de moralimi düzeltmek için dışarı çıktım. Evin çevresinde o kadar çok ağaç vardı ki ormanın içindeyim sandım. Otlukların içinden yürümeye devam ettim. Ne yaptığımı bilmiyordum nereye gittiğimi bilmiyordum. Sadece yürüyordum. Bünyem bu kadar yükü kaldıramıyordu. Artık hiçbir şey hissedemiyordum. Ağlayamıyordum. Sağlıklı düşünemiyordum. Delirmemeyi umuyordum sadece.
Her yer cıvıl cıvıldı. Hava çok sıcaktı. Biraz daha yürüyünce kendimi kenardaki meşe ağacının altında yatarken buldum. Uyuyakalmışım. Ayağım kaşınıyordu. Kafamı kaldırıp bakınca bunun kahverengi siyah benekli bir sincap olduğunu gördüm. Benden korkmaması ilginçti. Uzanıp hayvanı elime aldım. Tüylerini okşarken titremeyi bıraktı sanki üstünden bir yük inmiş gibiydi. Elimi kaldırıp ne olduğuna baktığımda sincap cesediyle karşılaştım. Artık ne tepki vermeliydim bilmiyordum. Ağacın yanına elimle küçük bir mezar açtım. Cesedi içine bırakarak oradan uzaklaştım.
Ertesi gün yani Pazar, teyzemin cenazesi vardı. Oraya gidersem aklımı kaybedeceğimi biliyordum. O sırada kapı açıldı, eniştem bana hüzünlü hüzünlü bakarak gelmek zorunda değilsin dedi. Gelmeyecektim zaten. Gelemezdim. Eniştem durumu anlayışla karşıladı ve kapıyı çekip gitti.
Pazartesi gelip çattı. Evin pis kokusuna hücremin boyutlarına eniştemin dengesizliğine alışmaya başlamıştım. Bugün de alışılacak yeni bir şey başlıyordu; yeni okulum! Bu sefer şansımın yaver gitmesini umuyordum. Özellikle insan ilişkileri anlamında.
Eniştem beni arabasıyla okula bıraktı. Okul biraz eskimiş görünse de kalabalıktı ve her ne kadar dökülüyor olsa da bunu o anki umudumla bunu fark etmedim. Arabadan indiğim anda zil çaldı. Enişteme alelacele hoşça kal deyip hızlı davranmaya çalıştım. Okul binasının içine girince içerinin labirentten pek de farklı olmadığını sezdim. Dar koridorlar insanın aklını karıştırmak için birebirdi. Dersin yarısı bitmeden sınıfı bulduğumu sanıyorum. Kapıyı çalıp içeri girdim. Şişmancana incecik topuklu çakma sarışın bir hoca –muhtemelen kendini öğrencileriyle aynı yaşta sanıyordu, en azından giyinişi öyle gösteriyordu- ‘Sen melek oluyorsun sanırım?’ dedi. Gömleğinin cebinden kalemini çıkartarak yoklama kağıdını düzeltti. Ben ise gülümsemeye çalışarak sınıfta boş yer olup olmadığını taradım. Tek bir boşluk vardı. O da en arkada gözlüklü inek tipli bir kızın yanıydı. Kızı biraz süzdüm. Artık insanlara kurban olarak bakmaya başlamıştım. Sanki yanıma yaklaşan herkes ölecekmiş gibi hissediyordum artık. Aklımı mı kaçırıyordum?
Hiç tepki vermeden oraya doğru yürümeye başladım ki bu yandaki fısıltıları ister istemez duymama sebep oldu. ‘Bu o’ ‘Gerçekten etrafındaki herkes ölüyor muymuş?’ ‘Bu kız kimseyi öldüremeyecek kadar güzel’ ‘Ben böyle saçmalıklara inanmıyorum’ Yerime oturduktan sonra aşırı yapılı biyoloji hocası ivmeli artış gösteren fısıltıları susturmak için tahtayı kırarcasına vurdu ve derse devam etti. Geldiğimde zaten 20 dakika kalmıştı. Bu yüzden yarısını kaçırdığım uçsuz bucaksız bir dersi dinlemek yerine sınıftakileri tek tek süzerek dersi tamamlamayı tercih ettim. İyi insanlara benziyorlardı. Bu okul eski okulum kadar iyi olmadığı için muhabbetleri de daha değişikti. Çok makara insanlara benziyorlardı. Bu okulla ilgili tek dileğim içimdeki şeyin hamlelerini yavaş yapmasıydı. Bu psikolojimi yoluna sokmak için en iyi yoldu.
Yanına oturduğum kız dedikodulardan haberdar değil gibiydi. Yanına otururken gülümsedi; ‘Ben Simge’ Önümüzde de ikizler oturuyordu. Ben oturunca arkalarını dönüp kendilerini tanıttılar. İkisini ayırmak kelebeğin iki kanadı arasındaki farkı bulmak kadar zordu. Adları da yakındı zaten. Sağdaki ‘ben Ferhat’ dedi. Diğeri de ‘ben de Serhat’ dedi. Çok hızlı konuşan afacan tiplerdi. Yüzleri tam bir çil bahçesiydi. Sağdaki hakkımda çok şey duyduğunu söyledi. Sonra soldaki konuştu ‘evet hakkında şöyle böyle diyorlar’ Hallerine gülmeden edemedim. ‘Siz hep böyle misinizdir?’ diye sordum. İkisi aynı anda yanıtladı ‘bir şey mi var halimizde?’ Çok komiklerdi. Şimdiye kadar her şey normaldi. Fazlasıyla normal..
Okulun ilk gününü kazasız belasız bitirdim. Eve otobüsle dönecektim. Eniştem çalışmıyordu ama gün içinde beni alamayacağını da biliyordum. Muhtemelen kahveye gidiyordu. Okulun kalabalığını yarmaya çalışarak kapıdan çıktım. Durakta sarf ettiğim 2-3 anlamsız dakikanın ardından nihayet otobüs geldi. Akbil basıp oturdum. Yanına oturduğum çocuğun gözleri Mertinkine çok benziyordu. Onu bu eve taşındığımdan beri hiç görmemiştim. Okulun ilk günü kalabalıkta insan öldürme ihtimalim fazlalaşmıyor muydu? Neden gelmemişti? Neredeydi?
Dann! Eniştemin kırılmak üzere olan ev kapısını vurması beni uyandırdı. Odada masa olmadığı için –aslında odaya masa sığmadığı için- hücremdeki kanepeye uzanarak ödev yapma çabam uykuyla sonlanmıştı. ‘Enişte?’ diye seslendim. Cevap gelmedi. Birden panik oldum. Bu sessizliğin bir cinayetin daha sonucu olup olmadığını kontrol etmek için hızlıca kapıyı açtım. Eniştem sarhoş olmuştu sallana sallana kanepeye oturdu. ‘Meleyk dolaptaan biira verrrsenee’ diyebildi kendini zorlayarak. ‘Saçmalama halini görmüyor musun? Kendine gel biraz’ dedim. ‘banaaa bira verr’ dedi. Onu neden kaale alıyordum ki? Kör kütük sarhoştu. O sırada masanın üstündeki bira şişesinin dolu olduğunu fark edip eline aldı. Kendine bu kadar zarar vermesini istemiyordum. Hiç bir şey söylemeden şişeyi elinden aldım. Zar zor kolumu tuttu ve ‘Onu hemmen bana ver!’ dedi. ‘Daha fazla içmeyeceksin’ dedim. Kaşlarını çattı. Kırmızı burnunun üstünde anlamsız anlamsız bakan gözleriyle çok komik görünüyordu. Uzun bir sessizlikten sonra ‘bu kadar güzel olduğunu hiç fark etmemiştim’ dedi bana. Duyduğuma inanamadım. Eniştem psikopatın tekiydi. Bu evden kesinlikle gitmek zorundaydım. Kafam allak bullak olmuştu. Kolumdan çekerek beni kanepeye attı. Şimdi ayvayı yemiştim işte. Karşımda adını bile hatırlamayacak kadar sarhoş olduğunu sandığım bir adam vardı ve benden daha güçlüydü. Kurtulmak için çabalıyor aynı zamanda ağlıyordum. Ayrıca neden hala yaşıyordu? Bu kadar güç durumdayken neden onu hala öldürmüyordum?
Tam o sırada kurtuluşumun sesini duydum. Kapı sesi! ‘İmdaaaaat’ diye bağırdım. Birkaç kere daha zil çaldı ama daha sonra ortalık tekrar sessizliğe büründü. Amcam okul gömleğimin düğmelerini açmaya çalışıyordu. Kapıdaki vatandaşın kim olduğunu ve eniştemin onu da mı korkuttuğunu merak ediyordum. O sırada çok şiddetli bir ses duydum. Kapı kırılmıştı ama görüş alanımın dışında olduğu için kim olduğunu göremedim. ‘Kimsen ne olur yardım et!’ diye bağırdım. Bağırışıma yanıt olarak amcam kafasına tanıdık bir çanta yedi, bu onu bayıltmaya da yetti. Evet bu çantayı tanıyordum. Bu ‘o’ydu. ‘iyi misin?’ dedi sakin sakin. Yerden kalkmam için elini uzattı. Gözyaşlarımı silip yemyeşil gözlerine baktım. ‘Teşekkürler’ dedim ‘Zamanlaman süper.’ ‘Neden onu öldürmedin?’ Bilmediğimi ima etmek için dudağımı büktüm. ‘Belki de ölüm meleğimiz seni terk etmiştir?’ O an bu kelimeler kulağıma o kadar harika geldi ki.. ‘Öyle bir şey olabilir mi gerçekten?’ diye sordum. Gözlerim parlamıştı. ‘Sanmıyorum ama böyle bir durumda bile kendini göstermediğine göre...’ kısa bir sessizlik oldu. Sonra gözleri aşağı kaydı ve yüzü kızararak ‘Bence düğmelerini kapa’ dedi. Bu laf kıpkırmızı kesilmeme neden oldu eniştem düğmelerimin yarısından fazlasını açmıştı.. Çok rezil hissediyordum.
Biraz toparlandıktan sonra ‘Şimdi ne yapıcam?’ diye sordum. Bana bakmıyordu. Bakışları pencereden dışarıya odaklanmıştı. ‘Burada kalmayacağın kesin.’ dedi. ‘Başka akrabam yok ki?’ Bir süre konuşmadık. ‘Acaba benim yanımda kalabilir misin diye düşünüyordum. Yasal anlamda bu biraz zor olabilir çünkü ben daha 19 yaşındayım. Ama şu an için başka şansın yokmuş gibi görünüyor.’ Bu düşünce ilk önce gözüme çok hoş göründü ama ona daha adam gibi tanımıyordum. Gerçi eniştemden kötü çıkamazdı ya. ‘Yalnız mı yaşıyorsun?’ diye sordum. Başıyla onayladı. ‘Ailen nerede?’ ‘Dedem İzmir’de. Ben de üniversite için buradayım.’ ‘Üniversiteye mi gidiyorsun?’ ‘Arada uğrarım.’ Güldüm. ‘Annenler nerede?’ diye sordum. Gülümsedi. ‘Ben de sendenim’ dedi. Başımı sallayarak bakışlarımı yere çevirdim. O sırada arkamızdan bir takırtı duyduk. İki polis memuru kapıda dikilmiş bize bakıyordu.‘Beni nasıl buldunuz?’ diye sordum şaşkınlıkla. Soldaki polis yanıtladı ‘Yan bahçede top oynayan iki velet buradan garip seslerin geldiğini söyledi. Yaşları küçük olduğu için korkmuşlar. Biz de yakındık kontrole geldik ’ Polislerin gelmesi hiç de iyi olmamıştı. Çünkü eğer burada olanları anlatırsam eniştemle kalamayacağım çok netti. Başka da akrabam olmadığı için kiminle kalacağım meçhuldu. Şehri bile terk etmeme neden olabilirdi bu. Hayır şehri terk edemezdim. Bana destek olabilecek, benden korkmayan tek kişi kalmıştı ve onu bırakıp gidemezdim. Gitmeyecektim. Gözlerim kararmaya başladı. İçimde yatan katil hiçbir yere gitmemişti. Bunu çok net hissedebiliyordum. Nihayetinde iki polis memurunu da yerde yatarken buldum. Çok korkuyordum. İçimdeki şeytandan asla kurtulamayacaktım. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Artık daha fazla insanın ölümüne yol açmak istemiyordum. Dizlerimin üzerine çökmek üzereydim ki arkamdan sımsıcacık iki el beni tuttu ve bana sarıldı. Şu an desteğe gerçekten çok ihtiyacım vardı. Birileri beni kendimden korumalıydı. Bu yüzden sonsuza kadar bu omuzların arasında kalmayı diliyordum. Ya da en azından.. Onu da kaybedene kadar..
Kahvaltılık bir şeyler atıştırmak için kalktım. Kapıyı açmamla oturma odasından pis bir koku yayıldı. İstemsizce yüzümü buruşturdum. Eniştem oturma odasındaki kanepenin üzerinde ağzı açık bira şişeleriyle birlikte horulduyordu. Bu son 16 yıl içinde gördüğüm en iğrenç görüntü olmalıydı. Bu evde olabildiğince az durmalıydım yoksa ben de içimdeki katille birlikte koku vesilesiyle mezarı boylardım.
Eniştem üç dört saatten önce uyanmayacağa benziyordu. Ben de moralimi düzeltmek için dışarı çıktım. Evin çevresinde o kadar çok ağaç vardı ki ormanın içindeyim sandım. Otlukların içinden yürümeye devam ettim. Ne yaptığımı bilmiyordum nereye gittiğimi bilmiyordum. Sadece yürüyordum. Bünyem bu kadar yükü kaldıramıyordu. Artık hiçbir şey hissedemiyordum. Ağlayamıyordum. Sağlıklı düşünemiyordum. Delirmemeyi umuyordum sadece.
Her yer cıvıl cıvıldı. Hava çok sıcaktı. Biraz daha yürüyünce kendimi kenardaki meşe ağacının altında yatarken buldum. Uyuyakalmışım. Ayağım kaşınıyordu. Kafamı kaldırıp bakınca bunun kahverengi siyah benekli bir sincap olduğunu gördüm. Benden korkmaması ilginçti. Uzanıp hayvanı elime aldım. Tüylerini okşarken titremeyi bıraktı sanki üstünden bir yük inmiş gibiydi. Elimi kaldırıp ne olduğuna baktığımda sincap cesediyle karşılaştım. Artık ne tepki vermeliydim bilmiyordum. Ağacın yanına elimle küçük bir mezar açtım. Cesedi içine bırakarak oradan uzaklaştım.
Ertesi gün yani Pazar, teyzemin cenazesi vardı. Oraya gidersem aklımı kaybedeceğimi biliyordum. O sırada kapı açıldı, eniştem bana hüzünlü hüzünlü bakarak gelmek zorunda değilsin dedi. Gelmeyecektim zaten. Gelemezdim. Eniştem durumu anlayışla karşıladı ve kapıyı çekip gitti.
Pazartesi gelip çattı. Evin pis kokusuna hücremin boyutlarına eniştemin dengesizliğine alışmaya başlamıştım. Bugün de alışılacak yeni bir şey başlıyordu; yeni okulum! Bu sefer şansımın yaver gitmesini umuyordum. Özellikle insan ilişkileri anlamında.
Eniştem beni arabasıyla okula bıraktı. Okul biraz eskimiş görünse de kalabalıktı ve her ne kadar dökülüyor olsa da bunu o anki umudumla bunu fark etmedim. Arabadan indiğim anda zil çaldı. Enişteme alelacele hoşça kal deyip hızlı davranmaya çalıştım. Okul binasının içine girince içerinin labirentten pek de farklı olmadığını sezdim. Dar koridorlar insanın aklını karıştırmak için birebirdi. Dersin yarısı bitmeden sınıfı bulduğumu sanıyorum. Kapıyı çalıp içeri girdim. Şişmancana incecik topuklu çakma sarışın bir hoca –muhtemelen kendini öğrencileriyle aynı yaşta sanıyordu, en azından giyinişi öyle gösteriyordu- ‘Sen melek oluyorsun sanırım?’ dedi. Gömleğinin cebinden kalemini çıkartarak yoklama kağıdını düzeltti. Ben ise gülümsemeye çalışarak sınıfta boş yer olup olmadığını taradım. Tek bir boşluk vardı. O da en arkada gözlüklü inek tipli bir kızın yanıydı. Kızı biraz süzdüm. Artık insanlara kurban olarak bakmaya başlamıştım. Sanki yanıma yaklaşan herkes ölecekmiş gibi hissediyordum artık. Aklımı mı kaçırıyordum?
Hiç tepki vermeden oraya doğru yürümeye başladım ki bu yandaki fısıltıları ister istemez duymama sebep oldu. ‘Bu o’ ‘Gerçekten etrafındaki herkes ölüyor muymuş?’ ‘Bu kız kimseyi öldüremeyecek kadar güzel’ ‘Ben böyle saçmalıklara inanmıyorum’ Yerime oturduktan sonra aşırı yapılı biyoloji hocası ivmeli artış gösteren fısıltıları susturmak için tahtayı kırarcasına vurdu ve derse devam etti. Geldiğimde zaten 20 dakika kalmıştı. Bu yüzden yarısını kaçırdığım uçsuz bucaksız bir dersi dinlemek yerine sınıftakileri tek tek süzerek dersi tamamlamayı tercih ettim. İyi insanlara benziyorlardı. Bu okul eski okulum kadar iyi olmadığı için muhabbetleri de daha değişikti. Çok makara insanlara benziyorlardı. Bu okulla ilgili tek dileğim içimdeki şeyin hamlelerini yavaş yapmasıydı. Bu psikolojimi yoluna sokmak için en iyi yoldu.
Yanına oturduğum kız dedikodulardan haberdar değil gibiydi. Yanına otururken gülümsedi; ‘Ben Simge’ Önümüzde de ikizler oturuyordu. Ben oturunca arkalarını dönüp kendilerini tanıttılar. İkisini ayırmak kelebeğin iki kanadı arasındaki farkı bulmak kadar zordu. Adları da yakındı zaten. Sağdaki ‘ben Ferhat’ dedi. Diğeri de ‘ben de Serhat’ dedi. Çok hızlı konuşan afacan tiplerdi. Yüzleri tam bir çil bahçesiydi. Sağdaki hakkımda çok şey duyduğunu söyledi. Sonra soldaki konuştu ‘evet hakkında şöyle böyle diyorlar’ Hallerine gülmeden edemedim. ‘Siz hep böyle misinizdir?’ diye sordum. İkisi aynı anda yanıtladı ‘bir şey mi var halimizde?’ Çok komiklerdi. Şimdiye kadar her şey normaldi. Fazlasıyla normal..
Okulun ilk gününü kazasız belasız bitirdim. Eve otobüsle dönecektim. Eniştem çalışmıyordu ama gün içinde beni alamayacağını da biliyordum. Muhtemelen kahveye gidiyordu. Okulun kalabalığını yarmaya çalışarak kapıdan çıktım. Durakta sarf ettiğim 2-3 anlamsız dakikanın ardından nihayet otobüs geldi. Akbil basıp oturdum. Yanına oturduğum çocuğun gözleri Mertinkine çok benziyordu. Onu bu eve taşındığımdan beri hiç görmemiştim. Okulun ilk günü kalabalıkta insan öldürme ihtimalim fazlalaşmıyor muydu? Neden gelmemişti? Neredeydi?
Dann! Eniştemin kırılmak üzere olan ev kapısını vurması beni uyandırdı. Odada masa olmadığı için –aslında odaya masa sığmadığı için- hücremdeki kanepeye uzanarak ödev yapma çabam uykuyla sonlanmıştı. ‘Enişte?’ diye seslendim. Cevap gelmedi. Birden panik oldum. Bu sessizliğin bir cinayetin daha sonucu olup olmadığını kontrol etmek için hızlıca kapıyı açtım. Eniştem sarhoş olmuştu sallana sallana kanepeye oturdu. ‘Meleyk dolaptaan biira verrrsenee’ diyebildi kendini zorlayarak. ‘Saçmalama halini görmüyor musun? Kendine gel biraz’ dedim. ‘banaaa bira verr’ dedi. Onu neden kaale alıyordum ki? Kör kütük sarhoştu. O sırada masanın üstündeki bira şişesinin dolu olduğunu fark edip eline aldı. Kendine bu kadar zarar vermesini istemiyordum. Hiç bir şey söylemeden şişeyi elinden aldım. Zar zor kolumu tuttu ve ‘Onu hemmen bana ver!’ dedi. ‘Daha fazla içmeyeceksin’ dedim. Kaşlarını çattı. Kırmızı burnunun üstünde anlamsız anlamsız bakan gözleriyle çok komik görünüyordu. Uzun bir sessizlikten sonra ‘bu kadar güzel olduğunu hiç fark etmemiştim’ dedi bana. Duyduğuma inanamadım. Eniştem psikopatın tekiydi. Bu evden kesinlikle gitmek zorundaydım. Kafam allak bullak olmuştu. Kolumdan çekerek beni kanepeye attı. Şimdi ayvayı yemiştim işte. Karşımda adını bile hatırlamayacak kadar sarhoş olduğunu sandığım bir adam vardı ve benden daha güçlüydü. Kurtulmak için çabalıyor aynı zamanda ağlıyordum. Ayrıca neden hala yaşıyordu? Bu kadar güç durumdayken neden onu hala öldürmüyordum?
Tam o sırada kurtuluşumun sesini duydum. Kapı sesi! ‘İmdaaaaat’ diye bağırdım. Birkaç kere daha zil çaldı ama daha sonra ortalık tekrar sessizliğe büründü. Amcam okul gömleğimin düğmelerini açmaya çalışıyordu. Kapıdaki vatandaşın kim olduğunu ve eniştemin onu da mı korkuttuğunu merak ediyordum. O sırada çok şiddetli bir ses duydum. Kapı kırılmıştı ama görüş alanımın dışında olduğu için kim olduğunu göremedim. ‘Kimsen ne olur yardım et!’ diye bağırdım. Bağırışıma yanıt olarak amcam kafasına tanıdık bir çanta yedi, bu onu bayıltmaya da yetti. Evet bu çantayı tanıyordum. Bu ‘o’ydu. ‘iyi misin?’ dedi sakin sakin. Yerden kalkmam için elini uzattı. Gözyaşlarımı silip yemyeşil gözlerine baktım. ‘Teşekkürler’ dedim ‘Zamanlaman süper.’ ‘Neden onu öldürmedin?’ Bilmediğimi ima etmek için dudağımı büktüm. ‘Belki de ölüm meleğimiz seni terk etmiştir?’ O an bu kelimeler kulağıma o kadar harika geldi ki.. ‘Öyle bir şey olabilir mi gerçekten?’ diye sordum. Gözlerim parlamıştı. ‘Sanmıyorum ama böyle bir durumda bile kendini göstermediğine göre...’ kısa bir sessizlik oldu. Sonra gözleri aşağı kaydı ve yüzü kızararak ‘Bence düğmelerini kapa’ dedi. Bu laf kıpkırmızı kesilmeme neden oldu eniştem düğmelerimin yarısından fazlasını açmıştı.. Çok rezil hissediyordum.
Biraz toparlandıktan sonra ‘Şimdi ne yapıcam?’ diye sordum. Bana bakmıyordu. Bakışları pencereden dışarıya odaklanmıştı. ‘Burada kalmayacağın kesin.’ dedi. ‘Başka akrabam yok ki?’ Bir süre konuşmadık. ‘Acaba benim yanımda kalabilir misin diye düşünüyordum. Yasal anlamda bu biraz zor olabilir çünkü ben daha 19 yaşındayım. Ama şu an için başka şansın yokmuş gibi görünüyor.’ Bu düşünce ilk önce gözüme çok hoş göründü ama ona daha adam gibi tanımıyordum. Gerçi eniştemden kötü çıkamazdı ya. ‘Yalnız mı yaşıyorsun?’ diye sordum. Başıyla onayladı. ‘Ailen nerede?’ ‘Dedem İzmir’de. Ben de üniversite için buradayım.’ ‘Üniversiteye mi gidiyorsun?’ ‘Arada uğrarım.’ Güldüm. ‘Annenler nerede?’ diye sordum. Gülümsedi. ‘Ben de sendenim’ dedi. Başımı sallayarak bakışlarımı yere çevirdim. O sırada arkamızdan bir takırtı duyduk. İki polis memuru kapıda dikilmiş bize bakıyordu.‘Beni nasıl buldunuz?’ diye sordum şaşkınlıkla. Soldaki polis yanıtladı ‘Yan bahçede top oynayan iki velet buradan garip seslerin geldiğini söyledi. Yaşları küçük olduğu için korkmuşlar. Biz de yakındık kontrole geldik ’ Polislerin gelmesi hiç de iyi olmamıştı. Çünkü eğer burada olanları anlatırsam eniştemle kalamayacağım çok netti. Başka da akrabam olmadığı için kiminle kalacağım meçhuldu. Şehri bile terk etmeme neden olabilirdi bu. Hayır şehri terk edemezdim. Bana destek olabilecek, benden korkmayan tek kişi kalmıştı ve onu bırakıp gidemezdim. Gitmeyecektim. Gözlerim kararmaya başladı. İçimde yatan katil hiçbir yere gitmemişti. Bunu çok net hissedebiliyordum. Nihayetinde iki polis memurunu da yerde yatarken buldum. Çok korkuyordum. İçimdeki şeytandan asla kurtulamayacaktım. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Artık daha fazla insanın ölümüne yol açmak istemiyordum. Dizlerimin üzerine çökmek üzereydim ki arkamdan sımsıcacık iki el beni tuttu ve bana sarıldı. Şu an desteğe gerçekten çok ihtiyacım vardı. Birileri beni kendimden korumalıydı. Bu yüzden sonsuza kadar bu omuzların arasında kalmayı diliyordum. Ya da en azından.. Onu da kaybedene kadar..
Bu Fanfic =)
Bu Fan Art =)
Bu da cynthia witthoft:
xD
Bu Fan Art =)
Bu da cynthia witthoft:
xD
11 Nis 2010 4:11
7. sayfa (Toplam 9 sayfa) [ 85 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |